91. SAAT MUCİZESİ
İzmir depremi dolayısıyla şehircilik konusundaki ihmallerimizi, tarım politikamızdaki yanlışlıklarımızı görmüş olduk. Ayla bebenin 91. saatteki kurtuluşuyla da umutsuz olmamanın önemini bir kez daha yaşayarak hatırlamış olduk.
Hoş geldin Elif bebek, hoş geldin Ayda bebek. O küçücük yaşınızda bizlere büyük dersler vermiş oldunuz. Sizlerden, başınıza yıktığımız enkazlar altında günler boyu yaşattığımız o kabus dolu saatlerden dolayı özür diliyoruz. Yavrusunu dizleri arasına alarak kurtaran Ayla bebenin annesine Allah’tan rahmet diliyoruz.
Milletçe sarsıldığımız İzmir depreminin 91. Saatinde, umutların tükenmeye başladığı bir sırada yaşadığımız bir mucize haberiyle hepimiz televizyon ekranlarına kilitlendik. Depremin yerlebir ettiği Rıza Bey Apartmanı’nın enkazından 4 yaşındaki Ayda Gezgin’in kurtarılışını canlı yayınlarda izledik. Ayda bebeğimizi enkaz altından tutup çıkaran AFAD çalışanları da, Türkiye’nin çeşitli illerinden koşup gelen ve örnek bir dayanışma örneği sergileyerek bir mucizeye imza atan kurtarma ekipleri elemanlarıyla ağıyorlardı.
Genetik bir miras olmalı; felaket anlarında tek yürek olmayı başaran bir milletiz. İzmir depreminde yapılan arama kurtarma çalışmalarında gönüllü olarak çalışmak üzere AFAD’a 13 bin başvuru yapılmış. Her toplumda böyle bir olaya rastlayamazsınız; “uygar” toplumlarda yaşanyanlar, böyle durumlarda, genellikle “İlgililer gerekli önlemleri almıştır” diye düşünürler. Öyle olması da gerekir. Fakat öyle olmadığının en taze örneğini Covid-19 salgını sürecinde yaşadık, gördük. Bizim sağlık ordumuzda her kademede görev yapanlarımız, hastalarını kaderleriyle başbaşa bırakarak kaçmadılar. “Buna şans tanıyalım, bundan umut yok” ayırımı yapmadılar. Canlarını kaybetme riskine rağmen virüsün pençesine düşen hastalarımızı kurtarmaya çalıştılar.
“KENDİ YAVRUMA SARILDIM”
Aynı özveriyi İzmir depreminde yerlebir olan apartman enkazları altında kalan canlarımızı kurtarmaya çalışan ekip çalışanlarında da gördük, yaşadık. Türkiye’nin çeşitli illerinden gelmiş itfaiye, arama-kurtama ekipleri kısa sürede organize oldular ve mucize üstüne mucizeler gerçekleştirerek, acılarımızı sevince dönüştürmeyi başardılar.
91 saat sonra Ayda bebeğe ulaşan AFAD üyesinin ona sarılışını izlerken gözyaşlarına boğulmayan var mı? O anı anlatırken o da ağlıyordu, “Kendi yavruma sarıldım” diyordu.
Bu davranışı, yalnızca duygusallıkla açıklamak mümkün değildir. Böyle bir fotoğrafı, bu sıcaklıkla başka bir coğrafyada görmek pek mümkün değildir. Bu, mayasında, yani genetik yapısında “dayanışma” elemanı olmayan insanların sergileyebileceği bir tablo değildir. Uzun süreli doğal etkilerin gen yapısını etkilediği biliniyor, ama kültürün genetik yapı üzerindeki etkileri ancak böyle olaylarda kendini belli ediyor.
Ayda bebekle yeniden doğduk; yeniden hayata tutunduk. Umutsuzluk batağına saplananların bile, Ayda bebeğin mucize kurtarılışını izlediklerinde, hayata bakış açıları değişmiştir.
Ayda bebeğin 91 saat sonra kurtarılışı, umutsuzluklarımızı törpüleyen bir olay olmalı. En umutsuz anlarda bile birlik olarak, Çanakkale direnişini sergileyebilmiş, emperyalime karşı açtığı savaşı başlattığı Kurtuluş Savaşı’nı, dünyaya örnek olan bir dayanışma sonunda zaferle taçlandırabilmiş bir milletiz.
UMUT VE İHMAL
İzmir depremi dolayısıyla şehircilik konusundaki ihmallerimizi, tarım politikamızdaki yanlışlıklarımızı görmüş olduk. Ayla bebenin 91. saatteki kurtuluşuyla da umutsuz olmamanın önemini bir kez daha yaşayarak hatırlamış olduk.
Hoş geldin Elif bebek, hoş geldin Ayda bebek. O küçücük yaşınızda bizlere büyük dersler vermiş oldunuz. Sizlerden, başınıza yıktığımız enkazlar altında günler boyu yaşattığımız o kabus dolu saatlerden dolayı özür diliyoruz. Yavrusunu dizleri arasına alarak kurtaran Ayla bebenin annesine Allah’tan rahmet diliyoruz.
Bugünkü yazımızı umut telkin eden birkaç şiierle noktalayalım..
UMUT
Umut veya ümit bir kimsenin kişisel yaşamındaki olay ve durumlarla ilgili olumlu sonuçlar çıkabileceği ihtimaline dair duygusal inancı olarak tanımlanabilir. Türk Dil Kurumu ise umut sözcüğünü "Ummaktan doğan güven duygusu, ümit" veya "Bu duyguyu veren kimse veya şey" olarak tanımlamakta.
Umuş - Edip Cansever
“Bütün iyi kitapların sonunda
Bütün gündüzlerin, bütün gecelerin sonunda
Meltemi senden esen
Soluğu sende olan
Yeni bir başlangıç vardır
*
Parmağını sürsen dünyaya, rengini anlarsın
Gözünle görsen elmayı, sesini duyarsın
Onu işitsen, yuvarlağı sende kalır
Her başlangıçta yeni bir anlam vardır.
*
Nedensiz bir çocuk ağlaması bile
Çok sonraki bir gülüşün başlangıcıdır.”
….
Umuttur - Turgut Uyar
“Sev beni, alış bana
Kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
Sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
Şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
Bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
Zorlayarak her bir yanı
Çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar
Aslında bir alıştırmadır umut
Öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
Hain ve olmayanadır çünkü
Umutsuzluğu taşır yanında
Oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
Önüne durulmaz mantığıyla doğanın
Yeşilden olma birim
Sudan gelme itmeyle
Umut yoktur
Kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
Çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
Bütün gümbürtüsüyle
Umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
Biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar “
……………………
Umut Yaprakları - Özdemir Asaf
“Öyle bir ilkyaz ol ki korkut yaprakları,
Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
Sararıp dökülürken güz rüzgarlarında
Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.
Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar
Seninle yeşerdiler, seninle soldular..
Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.”
……………
Öyle Yıkma - Ahmed Arif
“Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.”
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni! "
………………..
Yaşamaya Dair - Nazım Hikmet Ran
"Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Yani o derecede, öylesine ki,
Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin,
Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel en gerçek şeyin
Yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yanı ağır bastığından.
Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
Yani, beyaz masadan,
Bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
Biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
Hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
Yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
En son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
Diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
Yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
Fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
Belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
Yaşımız da elliye yakın,
Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
Yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...
Bu dünya soğuyacak,
Yıldızların arasında bir yıldız,
Hem de en ufacıklarından,
Mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
Yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
Hatta bir buz yığını
Yahut ölü bir bulut gibi de değil,
Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
Duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için..."