10 NİSAN 1919.. “MİLLİ ŞEHİT” BOĞAZLAYAN KAYMAKAMI VE YOZGAT MUTASARRIF VEKİLİ KEMAL BEY’İN İŞGAL ALTINDAKİ İSTANBUL’DA, BEYAZIT MEYDANI’NDA, GÜPEGÜNDÜZ İDAM EDİLDİĞİ GÜNDÜR. MONDROS MÜTAREKESİ SONRASINDA İŞGAL EDİLEN İSTANBUL’DA, ERMENİLERİN TEHCİRİ SIRASINDA ÖLÜMLERE NEDEN OLDUĞU GEREKÇESİ İLE, SÖZDE YARGILANIP İDAM EDİLEN BOĞAZLAYAN KAYMAKAMI KEMAL BEY’İN HAYATI, HİÇBİR ZAMAN UNUTMAMAMIZ GEREKEN BİR İBRET ÖYKÜSÜDÜR. 10 Nisan 1919.. “Milli şehit” Boğazlayan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey’in işgal altındaki İstanbul’da, Beyazıt Meydanı’nda, güpegündüz idam edildiği gündür. İdamından iki yıl sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkarılan bir yasayla “Milli şehit” ilan edilen Kaymakam Kemal Bey, Yozgat ve çevresinde yoğunlaşan, Boğazlayan ilçesini kendilerine merkez üssü seçen Ermeni çetelerinin Ruslarla işbirliği yaparak, Müslüman köyleri yakıp yıkmaya ve katliam yapmaya başlamaları üzerine, iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi’nin aldığı kararla, bölgedeki Ermenilerin Suriye’ye göç ettirilmelerini sağlamakla görevlendirilen bir devlet memuruydu. Mondros Mütarekesi sonrasında işgal edilen İstanbul’da, Ermenilerin tehciri sırasında ölümlere neden olduğu gerekçesi ile, sözde yargılanıp idam edilen Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in hayatı, hiçbir zaman unutmamamız gereken bir ibret öyküsüdür. Vefatından önce (2008), Eczacı Celal Öcal’a babasıyla ilgili anılarını anlatan ve o güne kadar yayınlanmamış belgeler veren Kaymakam Kemal Bey’in kızı Müşerref Hanım’a göre de, yapılanlar asla bir soykırımı değildi. Babası, yalnızca devletin kendisine verdiği bir görevi yerine getirmişti. Yol çok uzun olduğu için, kaçınılmaz olarak ölümler yaşanmıştı. Hayatını yitirenler arasında Türk askerleri de vardı. Fakat, Osmanlı’nın haklı nedenlerle yapmak zorunda kaldığı tehcir olayı, daha sonraları dünyaya, “Türkler Ermenileri katletti” şeklinde anlatılmıştı. Kaymakam Kemal Bey’in kızı Müşerref Hanım, “Soykırım yapıldı” iddiasını dile getirenlerin yeterli bilgi ve belgeye sahip olmadıklarını belirterek, “Atatürk’ün çıkardığı yasa, tehcirden sorumlu tutulan üç Türk bürokratın kasap değil, ‘millî şehit’ olduğunu ilan etmiştir. Siz bu kanunu yok sayarak Ermenilerin ‘özür dileyin’ taleplerine, hak iddialarına olumlu cevap veremezsiniz. ‘Evet soykırım yapılmıştır’ diyerek özür dileyemezsiniz. Orhan Pamuk, Halil Berktay gibi isimler yasaları yok sayıyor” diyordu. BOĞAZLAYAN KAYMAKAMI NEDEN İDAM EDİLDİ? Devlet tarafından tehcir kararının gerçekleştirilmesi ile görevlendirilen Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in güpegündüz asılmasının nedeni bize, “Ermenilerin baskısı” olarak belletilmiştir; idamın baş aktörü olan İngilizlerin rolü hep gizlenmiştir. Halbuki o tarihte İstanbul yabancıların işgali altındadır ve şehrin asayişi, başta İngilizler olmak üzere, yabancı askerler tarafından sağlanmaktadır. İstanbul’da düzeni sağlamak, herhangi bir direniş hareketine meydan vermemek için halka gözdağı verilmekte, insanlar korkutulup sindirilmeye çalışılmaktadır. Bırakın şehre giriş çıkışı, İstanbul’un bir semtinden bir semtine gitmek bile, yabancıların kurdukları karakollardan izin almakla mümkün olabiliyordu. O nedenle Kaymakam Kemal Bey’in yargılanması için kurulan mahkeme de, mahkemede dinlenen yalancı tanıklar da, dolayısıyla mahkemenin verdiği karar da baştan sona İngilizler tarafından yönlendirilmişti. Nitekim, Kaymakam Kemal’i yargılayan ilk mahkemenin beraat kararı vermesi üzerine, alel acele Nemrut Mustafa Paşa (Kürt Mustafa) başkanlığında yeni bir mahkeme heyeti oluşturulmuş ve Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey, Beyazıt Meydanı’nda güpegündüz, milletin gözü önünde ‘boğazlanmıştır’. Kaymakam Kemal Bey, kendileriyle her zaman işbirliği yapmış olan Ermeni çetecilerini memnun etmek, bu arada millete gözdağı vermek için işgal kuvvetleri tarafından bilinçli olarak seçilmiş bir kurbandı. “Milli şehit”in kızı Müşerref Hanım da, babasının idam kararının İngiliz etkisiyle alındığını iddia ediyordu. İstanbul’un işgal edilip Damat Ferid Hükümeti’nin iş başında olduğu bir ortamda oluşturulan Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi’nin bir düzmece mahkeme olduğunu vurgulayarak, “İki mahkeme oluyor. Birinde beraat ediyor ikincisinde idam kararı veriliyor” diyordu. Müşerref Hanım, burada tarihi bir gerçeğe dikkat çekiyordu: “Babamın erken davranması, Boğazlıyan halkının imha edilmesini de önlemiştir. Babama Ermeni çetesinden biri gelerek ‘yarın Ermeniler size saldırıp kıyım yapacak’ diyor. Babam bütün memurları topluyor ve tehcir o an başlıyor. Babam, bu başarısı nedeniyle mutasarrıf yapılıyor. Mahkemenin, ‘onları sen öldürdün’ suçlaması tamamen asılsızdır. (…) Kimi gözlerine kestirdilerse yargılayıp idam ettiler” 
ATATÜRK ‘MİLLİ ŞEHİT’İN YETİMLERİNİ EVLAT EDİNMEK İSTEDİ Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 19 Ekim 1922’de aldığı bir kararla, Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’i, Urfa mutasarrıfı Nusret Bey’i ve Diyarbakır Valisi Reşit Bey’i ‘şehid-i millî’, yani ‘milli şehit’ ilan etti. Atatürk’le Kemal Bey’in babası Arif Bey Konya’da karşılaşırlar. Ataürk, Kemal Bey’in babası Arif Bey’e ‘vatanın babası’ şeklinde iltifat eder. Arif Bey, “Paşam asıl vatanın babası sizsiniz, vatanı kurtardınız” der. Atatürk de, “Bu vatan oğlunuzun yaktığı ışık sayesinde kurtuldu” karşılığını verir ve arif Bey’e torunlarını evlat edinmek istediğini söyler. Arif Bey ise, “Onlar bana oğlumun hatırasıdır. Müsaade edin, bende kalsınlar. Nafakalarını karşılamanız yeterlidir” der. Bu görüşmenin ardından TBMM’de alınan bir kararla, Kaymakam Kemal Bey’in ailesine Beşiktaş’ta dört daireli bir apartman, Beyoğlu’nda bir ev verilir ve çocuklarına maaş bağlanır. Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in “Milli şehit” Kemal Bey’e uzanan hikâyesi, Birinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında Yozgat mutasarrıfı ve Boğazlıyan kaymakamı olarak görevlendirilmesiyle başlar. Savaş başladığı sıralarda, bölgedeki Ermeniler, Osmanlı topraklarına saldıran Ruslarla işbirliği yaparak Türk köylerini yakıp yıkmaya, insanları katletmeye başlarlar. Olayın duyulması üzerine, iktidardaki İttihat ve Terakki Fırkası, Yozgat ve çevresindeki bütün Ermenilerin Suriye’ye sevk edilmesini, mülkî amir olarak Kaymakam Kemal Bey’e emreder. O da, kendisine hükümet tarafından verilen bu emri uygular. ERMENİ ÇETECİLERE ÖDÜL Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde Batılıların elbirliği ile gündeme taşıdıkları Ermeni sorunu, Doğu Anadolu bölgesinde bağımsız bir Ermenistan Devleti kurulmasını hedeflemekteydi. Ermeni çeteciler, önce Rusların daha sonra İngilizlerin, en sonunda da Fransızların Türkiye toprakları üzerindeki emellerinin gerçekleştirilmesine katkı vererek hem işbirliği yapmışlar, hem de onların öncü birlikleri gibi davranmışlar, çeşitli organizasyonlarda rol almışlardır. General Harburt Heyeti’nin hazırladığı rapor, bu konuda ilginç sonuçlar açıklamaktadır: “Ermeniler bugün bir politika aletidirler. İyi düşünmüyorlar veya Taşnak Komiteleri, halkı düşünmeye bırakmıyor. Ermeniler bugün de Rusya, İngiltere, Fransa ve son zamanlarda da ABD’nin Türkiye’yi köşeye sıkıştırmakta kullandığı basit bir ‘politik alettir.’” Tarihin çeşitli dönemlerinde Türklerle Ermenileri karşı karşıya getiren sorun toprak sorunudur. Ermeniler Türkiye’nin doğusunu da içine alan bir Ermenistan peşinde olmuşlardır. Ermenilerin bu heveslerini ‘tehcir’ yıllarında yayınlanan Ermeni gazete ve dergilerinde görmek mümkündür. Örneğin, Torino’da Ermeniler tarafından yayınlanan İtalyanca Armenia mecmuasının haziran 1916 tarihli sayısında yayınlanan “Ermeni Meselesi ve Suret-i Halli” adlı yazının son bölümü şöyledir: “Ya Türkler ya da Ermeniler dışarı, başka bir söyleyişle, ya Osmanlı Devleti Ermenilerin bulunduğu illerdeki egemenliklerinden vazgeçer ve bir Ermeni devleti kurulur ki, bu Avrupa’da olduğu gibi Asya’da dahi Osmanlı egemenliğinin sona ermesi demektir ya da bu millet tamamıyla imha edilir.” Yıllardan beri Türk vatanını parçalamak isteyenlerle işbirliği yapmaktan çekinmeyen Ermeni çeteciler, Mondros Mütarekesi’ni izleyen günlerde, haksız yere tehcire uğratıldıklarını, katledildiklerini iddia ederek, kendilerine sürgün uygulayanların cezalandırılmasını istediler. Bu konuda Mister Brown kanalıyla Padişaha baskı yaptılar, aksi halde şehirde kargaşa çıkaracaklarını söylediler. Bu baskılar üzerine, Ermeni çetecilerin yatıştırılması için bir kurban aranmaya başlandı. İşte bu kurbanlardan biri de Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’di. Boğazlıyan Kaymakamı ve Yozgat Mutasarrıf Vekili Kemal Bey, Ermeni tehcirinde görevini kötüye kullandığı, boş yere ölümlere neden olduğu suçlamasıyla ve idam istemiyle yargılandı. Mahkemede, Ermeni komitecilerin, İngiliz Yüksek Komiserliği’nin, Rum - Ermeni Şubesinin bulup getirdiği birçok yalancı tanık, akıl almaz olaylar anlatarak, hiç tanımadıkları Kemal Bey’in aleyhinde tanıklık yaptılar. Bu trajedinin hayatına mal olacağını anlayan ve avukatlığını Saadettin Ferit Bey’in yaptığı Kemal Bey şu tarihi savunmayı yapmıştı: “Düne kadar hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir tarih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz. Ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarının ve soydaşlarının matemi Müslümanların yüreklerinin sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı malumdur. Ermeniler ise, Rus Ordularının kah önüne geçerek, kah arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek facialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. Yozgat Vilayeti dahilinde sevk edilen bazı Ermeni - Muhacir kafilelerine, Ermenilerin Müslümanlara reva gördükleri facialara şahit olmuş, bazı asker kaçaklarının tecavüzü ihtimal dahilindedir. Ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla iddia makamının da isteği üzerine, kurbanlar verilmesi bir siyaset icabı sayılıyorsa, bu kurban, ben olamam. Siz kurban seçmekte değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdani görevini taşıyan bir yüksek heyetsiniz. Mutlaka kurban aranıyorsa, herhalde bu işlerin tertipçisi ve idarecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir.” Mahkeme sürerken İngilizler ve Ermeniler Kemal Bey’in asılması için Mahkeme Başkanı Hayret Paşa’ya baskı yaptıklarından, Hayret Paşa istifa etmiş yerine “Nemrut” lakabıyla anılan Mustafa Paşa getirilmiştir. ‘Nemrut’ Mustafa Paşa (Kürt Mustafa), bir hakim gibi değil de, bir emri yerine getiren memur gibi davranmış, Kemal Bey’in savunmasını hiç dikkate almamış ve 8 Nisan 1919′da Kemal Bey’i idama mahkum etmişti. Önceden hazırlanmış olan bu idam kararı tasdik edilmek üzere saraya gönderildiğinde Padişah Sultan Vahdettin, “Ferit Paşa Millet ile Padişah arasına siyah bir perde çekti” diyerek, bu yüz karası kararı imzalamaz; “İş intikam ve bilahare mukatale şeklini alabilir. Yolun şimdiden önünü kesmek üzere fetva-yı şerife talebine mecbur oldum” der. Kararı inceleyen Seyhülislam Mustafa Sabri, “Divan-Harb-ı Örfi tarafından idama mahkum edilen Kemal’in mahkemesi hak ve adle muvafık bir surette icra edilmiş olduğu takdirde, hakkında sadır olan hükm-i idamın derun-i varaka damu harrer fetva ve mükul-i şer’iyeye muvafık olduğu veraste-i arzdır” şeklinde bir fetvayla idama onay verir. Bu fetva, İngilizlerin destek vermesiyle Ermenilere kısas hakkının verilmiş olması gibi garip bir adalet ölçüsünü yansıtmasının yanı sıra, yine İngiliz dayatmasına boyun eğmek zorunda kalan Türk Hükümeti ve İslam Müftüsünün bir Türk-İslam vatanseverinin idamına onay verilmiş olması gibi ibret vesikasıdır. Bir milletin bağımsızlığını kaybetmesinin ne acı bedeller ödemesine neden olabileceğinin çok çarpıcı bir örneğidir. AMAÇ, MİLLETE GÖZDAĞI VERMEKTİ İstanbul’un işgali sonrasında da, halka gözdağı vermek ve sindirmek amacıyla kurulan Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi’nde Kaymakam Kemal Bey, ‘kış gününde vatandaşları göçe zorladığı, can ve mal kaybına uğrattığı, ölüme terk ettiği’ gerekçesiyle suçlandı ve ölüme mahkum edildi. Kemal Bey, “Ben aldığım emri yerine getirdim. Sürgün edilenlere insanî şekilde davrandım. Ayaklarına süngü bağlamadım. Vicdan azabı duymuyorum. Kimsenin ölümü için emir vermedim” diyerek bütün suçlamaları reddetti. Fakat mahkeme, Kaymakam Kemal Bey’i idam etmek üzere kurulmuş düzmece bir mahkemeydi. Kemal Bey’in savunmaları bir sonuç vermedi.. Nemrut Mustafa Paşa’nın başkanı olduğu mahkemenin verdiği idam kararı, 10 Nisan 1919’da, İstanbul Beyazıt Meydanı’nda gerçekleştirildi. 35 yaşındaki genç kaymakam, Bekir Ağa Bölüğü’nden alınarak cezasının infaz edileceği Beyazıt Meydanı’na getirildi. Kemal Bey’in asılacağını duyan bütün İstanbullular ve özellikle vatanseverler Beyazıt Meydanı’ndan toplanmışlardı. Kemal Bey’e, idam sehpasının önünde son sözünün ne olduğu sorulduğunda, kulağımıza her zaman küpe olması gereken şu sözleri söyledi: “Sevgili vatandaşlarım, Ben bir Türk memuruyum. Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanım emindir. Sizlere yemin ederim ki, ben masumum. Son sözüm bugün de budur, yarın da budur. Ecnebi devletlere yaranmak için beni asıyorlar. Eğer adalet buna diyorlarsa, kahrolsun adalet” Kemal Bey’in bu sözlerine katılan halk da aynen cevap vererek, “Kahrolsun böyle adalet” diye bağırmaya başlamışlardır. Kemal Bey, bu son sözlerine devam ederek: “Benim sevgili kardeşlerim, asil Türk Milletine çocuklarımı emanet ediyorum. Bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. Allah, vatan ve milletimize zeval vermesin. Âmin. Borcum var, servetim yok üç çocuğumu, millet uğruna yetim bırakıyorum. Yaşasın Millet…” Kemal Bey’in idamı, İngilizlerin beklediğinin aksine büyük bir tepkinin oluşmasına, milli birliğin uyanmasına, direniş hareketinin canlanmasına neden oldu. Kemal Bey’in cenazesi, vasiyeti üzerine, Kadıköy Söğütlüçeşme’de, Kadir Mahmut Baba Türbesi haziresindeki oğlunun mezarı yanına gömülmek üzere ailesine verildi. Kadıköy’de büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Kemal Bey’in cenazesi Karaköy İtfaiye Karakolu önünden geçerken bir manga asker bayrağı yarıya indirerek selam durdu. Boğazlayan Kaymakamı’nın bayrağa sarılı tabutu, defnedileceği yere kadar eller üzerinde götürüldü ve 10 Nisan 1919 Perşembe günü akşam üzeri toprağa verildi. BABAMIN İDAMI MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİ HATIRLATMIŞTIR Kemal Bey’in kızı Müşerref Hanım, İstanbul işgal altında olmasına rağmen, bir grup Türk askerlerinin cenaze törenine resmi kıyafetle katıldığına ve babasının idamının direnişe, milli mücadeleye güç verdiğine dikkat çekiyor: “Cenaze töreni ve idam hadisesi Millî Mücadeleye güç veren olaylar. Bu görkemli tören işgal altındaki İstanbul halkına tekrar birlik ve beraberliği hatırlatmıştır.” Boğazlayan merkez olmak üzere, Yozgat ve çevresinde faaliyet gösteren Ermeniler, 1886′da kurulan Hınçak Komitesi’nin direktifleri ile hareket ediyorlardı. Yaptıkları talana ve katliama haklılık kazandırmak amacı ile Yozgat Mutasarrıfı Leon Efendi kanalıyla İngilizlerin desteğini sağlamışlar ve Türkler aleyhine tehcir davası açmışlar ve bu yolla İstanbul Hükümeti’ni baskı altına almaya çalışmışlardı Hınçak Komitesi’nin Orta Anadolu’daki çalışma merkezi Merzifon’du. Merzifon, Ermeni çeteciler tarafından “Küçük Ermenistan İhtilal Merkezi” olarak anılıyordu. Komitenin başkanı, Merzifon’daki Amerikan Koleji’nde öğretmenlik yapmakta olan ve bir Protestan Ermeni olan Karabet Tomayan, sekreteri de yine aynı okulda öğretmen olan Ohannes Kayayan‘dı. Bunların çevrede propaganda yapmakla görevlendirdikleri Protestan vaizi Mardiros ve arkadaşları önce Çorum, Burhaniye, Sivas, Tokat ve Amasya’yı gezerek buralarda yaşayan Ermenileri bir isyan için organize etmişler, yaptıkları konuşmalarda 1877 - 1878 Osmanlı- Rus harbi sırasında Ermenilerini katledildiğini ileri sürerek mevcut Ermenilerin birleşmelerini istemişlerdir. Bu arada, yabancı devletlerin desteğini sağlamak amacıyla onlarla gizliden haberleşmeye başlamışlardır. Yabancı ülkelerden aldıkları maddi ve manevi destekle güçlenen Ermeniler çeteler, Osmanlı yönetiminin o dönemdeki çaresizliğinden yararlanarak, Yozgat ve çevresinde talan ve katliam hareketleri başlatmışlardı. Ermeni çetelerinin yağma ve katliam hareketlerinin artması üzerine, Osmanlı Devleti 14 Mayıs 1915′te 3 maddeden oluşan “Tehcir Yasası” çıkarmıştı: 1- Savaş süresince ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ile bağımsız mevki komutanları, halk tarafından herhangi bir surette hükümet emirlerine ve ülkenin savunmasına ve asayişin korunmasıyla ilgili işlere ve düzenlemelere karşı muhalefet ve silahla saldırı ve direnme görülürse hemen askeri kuvvetle bastırılması ve saldırı ve direnişi yok etmekle görevlive zorunludurlar. 2- Ordu ve bağımsız kolordu ve tümen komutanları askerlik gereklerinden dolayı ya da casusluk ve hıyanetlerini sezdikleri köylerin ve kasabaların halklarını tek tek veya toplu olarak bir başka yerleşim yerine taşıyıp yerleştirebilirler. 3- Bu yasa çıktığı günden itibaren geçerlidir. Osmanlı Devleti’nin çıkardığı bu yasayı da dinlemeyen Ermeni çeteciler, 2 Eylül 1915′te, Yozgat’ın Boğazlıyan ilçesine bağlı köyleri yine ateşe verdiler, Müslüman halkı acımasızca katlettiler ve olayları bastırmaya gelen jandarmalara ateşle karşılık verdiler. Bu durum telgrafla İstanbul’a bildirilince, İçişleri Bakanlığı, buradaki Ermenilerin 24 saat içinde bölgeden çıkarılarak Suriye’ye göç ettirilmelerini emretmiştir. Bu olayların meydana geldiği sırada Boğazlıyan ilçesinin kaymakamı Kemal Bey’di. Kemal Bey’in bütün suçu (!), Jandarma Komutanı ile birlikte verilen emri yerine getirmekten ibaretti. Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey, yalnızca devletinin kendine verdiği emri yerine getirmişti. O nedenle, işgal kuvvetlerinin düzmece mahkemesinde sözde yargılanarak idam edilen Kemal Bey “Milli şehit”tir.