22 Temmuz 2007 seçimlerinin üzerinden bir ay kadar bir zaman geçmiştir. Ağır travmalardan ve şoklardan kurtulanlar da dâhil olmak üzere, herkesin ve her kesimin sağlıklı bir tahlil yapmasının zamanı gelmiştir. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde büyük millet, seçim öncesinde, daha doğrusu bu seçimlere gidilirken devam eden süreçte, herkes ve her kesimin suallerini cevaplandırmış, tereddütleri izâle etmiş, geleceğin yol haritasını da bir bir tespit etmiştir. Aziz milletimizin bu kararı karşısında travma geçirenler, şoke olanlar, biraz da bu baygınlığın ve şaşkınlığın geçmesi üzerine yine eski bildikleri terâneyi seslendirmeye başlamışlardır. Bunların bir kısmı, beyinleri 1930'lu, 1940'lı yıllara göre mumyalanmış, dondurulmuş, mermer kafalılardır ki, dünyanın geldiği demokrasi, fikir ve vicdan hürriyetleri, insan temel hak ve hürriyetlerini dikkate almayan, memleketimizdeki gerçek aydınlanmayı hiçe sayan, vahiy mahsulü, Allah kelâmı ve Peygamber hadislerine, "Nas (İnak) Doğmatik kurallar", diye dudak bükerken, fâniler tarafından ortaya konulan ve bugün için artık asla bir geçerliliği kalmamış kimi metinleri, mukaddes metinler gibi, "değiştirilemez" herkesin ve her kesimin mutlak uymaları gereken kurallar olarak dayatan, at gözlüğü ile tek bir istikamete bakmaya mahkûm zavallılardır. Aziz milletimizin kendilerine verdiği derslerden de ibret almadıkları ve herhangi bir ders çıkarmadıkları anlaşılmaktadır. Milletimiz Cihet-i Askeriye'ye, "Türk milleti için ordusu, bütün sevgilerin, övgülerin ilki, önceliklisi başatıdır. Dünyada ordusu milletinin bağrından çıkmış, milletin tamamının ordu olduğu," başka bir millet yoktur. Bugün ordumuz tarafından bir seferberlik ilân edilmiş olsa, hangi alt etnik gruptan olurlarsa olsunlar, kendilerini nasıl tarif ederlerse etsinler, 70'ine merdiven dayayanlar da dâhil olmak üzere, milletimizin tamamı seve seve bu davete icabet eder, pusat kuşanır, cepheye koşar. Ordusunu hem çok sever hem de ona itaat eder. Millet, ordumuza şunu demiştir; "Göz bebeğimsin, seni severim, sevgim de bütün sevgilerden önce gelir. Ancak siyâset için kışladan çıkma, siyâseti kışlaya sokma!..." Pekiyi! Nisan ayında Cumhurbaşkanlığı seçimi münasebetiyle Genel Kurmay Başkanı'nın konuşması, 27 Nisan "e bildirgesi" siyâsete bir müdahale midir?. Elbette, kışladan üniforma ile siyasete doğrudan müdahale olarak algılanmıştır. Halkın serbest idaresiyle seçilmiş, meşru bir meclisin demokratik sistem dâhilinde seçime giderken Genel Kurmay Başkanı'nın alışılmadık bir üslûp ile Anayasal bir hususu hatırlatması normal midir? Elbette Hayır! Zira TBMM'si Cumhurbaşkanlığı’na aday olanların, Anayasa'ya göre Cumhurbaşkanı olup, olamayacaklarına bakarak seçecektir. Büyük millet, Sayın Genel Kurmay Başkanı'nın sert üslûp ile yaptığı basın konferansını ve bizzat kaleme alıp son virgülüne kadar düzelttiği söylenen 27 Nisan 2007 "e bildirgesi"ni siyasete doğrudan müdahale saymış, ordusunu, ordunun kumandanını çok sevdiği halde bu müdahalesini tasvip etmemiş, onaylamamış, 22 Temmuz 2007 günü reyleriyle bunu ortaya koymuştur. Muhterem Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı çıkanların hiçbirisi Abdullah Gül'ün adaylığının "Anayasamızın şu maddesine aykırıdır" diye ileri sürdükleri bir itirazları yoktur. Yalnız kafası 1920'lere mumyalanmış, ateist bir yazar, "Abdullah Gül'ün Hanımefendisinin başının örtülü olması, eşitliğe ve devrim yasalarına aykırıdır," diyor. Oysaki 25 Teşrin-i Sânî 1341 tarih ve 671 sayılı Şapka İktisâsı hakkındaki kanunla, 3 Kânunu evvel 1934 tarih ve 2596 sayılı bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanunda, kadınlarımızın kılık kıyafetleriyle alakalı hiçbir husus yoktur. Şapka İktisâsı hakkındaki kanunda kadın-erkek halkımızla alakadar herhangi bir madde yoktur. Bu kanun öncelikle, cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar saylavlar (pardon milletvekilleriyle) bilumum memurların şapka giymelerini âmirdir. Eğer bu kanun bir devrim kanunu ise, bu kanunun Anayasa'ya aykırılığı iddia olunamıyorsa, öncelikle kanunun muhatapları zevatın hepsinin şapka giymeleri gerekir. Bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun ise, erkeklerin dışarıda bazı dinî semboller ifade eden kıyafetleri giyemeyeceklerine dairdir. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı’nın veya Cumhurbaşkanlığı’na aday olacakların eşlerinin başı örtülü olmasının, Anayasa, Atatürk, devrimler ve devrim kanunları ile herhangi bir münasebeti yoktur. Öyleyse koparılan gürültünün asıl sebebi nedir? Mütegallibe, sivil ve asker bürokratların, İttihad ve Terakki artığı, elitist, militarist, Yeni Kuvvacıların devlet iktidarını kaybetme korkusudur. 14 Mayıs 1950'den beridir, kim hükûmet olmuşsa olsun, devlet iktidarını bir şekilde elinde bulundurmaya devam etmiş, "Devlet benim, ben de devletim," demiş, kendileri gibi düşünmeyenleri, gerici, devlet, cumhuriyet, lâiklik düşmanı, vatan haini ilân etmiş, çevreler, Anayasal bir mâni yok, ama "olmasın, oldurmayın" naraları atıyorlar. Şu mantığa bir bakar mısınız? "Bence aday olmasaydı daha şık olurdu. Partinin Genel Başkanı ve ülkenin Başbakanı, Cumhurbaşkanı adayı olmamayı içine sindirdiğine göre, o da bu fedakârlığı yapabilirdi. Yapmadı. Diyorum ki yine de hakkıdır. Diyorum ki yine de sonuna kadar meşrudur. Demiştim ki, Abdullah Gül iyi bir Cumhurbaşkanı olur, buna lâyıktır. Ama aynı inanç ve samimiyetle keşke olmasaydı demeye de devam ediyorum." Cumhurbaşkanlığı Abdullah Gül'ün hakkıdır, sonuna kadar meşrudur, lâyıktır, çok iyi bir cumhurbaşkanı da olur, ama, jest yapmalı, fedâkarlık göstermeli, ferâgat etmeli!.. Abdullah Gül, kime jest yapacak? Kim için fedakârlıkta bulunacak? Niçin feragat edecek? Bu suallerin mantıklı bir cevabı yoktur. Bir kere, Abdullah Gül durup dururken kendiliğinden Cumhurbaşkanlığı için aday olmadı. Başbakan ve Genel Başkan, Abdullah Gül'ün adaylığını açıkladı. 352 kişilik grubunun tamamının ayakta alkışı ile adaylığı onaylandı. Bilinen sebeplerle, Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı, hukuk dışı, demokrasi dışı yollarla engellendi ve TBMM feshedilerek erken bir seçim kararı alındı. Muhterem Başbakan, Abdullah Gül Bey'i meydanlarda tepe tepe kullandı. Mitinglerde de beraber kürsülere çıktılar, Abdullah Gül Bey pek çok ilde tek başına Cumhurbaşkanı adayı olarak çıktı. AKP'nin miting meydanlarındaki ana teması, Cumhurbaşkanlığı idi. Millet Başbakanı ve Abdullah Gül Bey'i dinledi, kararını verdi. Bu bakımdan Abdullah Gül Bey aday olmaya, muhterem Başbakan da Abdullah Gül Bey'i aday göstermeye mecbur değiller, mahkûmdurlar. Öyle de oldu.