MÂİDE SURESİ 51. ÂYET-İ KERİMESİ!..
Mustafa AKKOCA
İstanbul'da ve Türkiye'nin pek çok yerinde camilerde siyah ve beyaz "Karatahta"lar vardır. Rengi beyaz da olsa maruf ismi "KARATAHTA" olduğu için biz siyahına da beyazına da "KARATAHTA" deyiverdik.
Bu tahtalara cami vazifelileri daha ziyade dinî mübarek günler ve geceler, aktüel dinî meseleler hakkında ya bir âyet meâli, ya bir hadis meâli ya da Kelâm-ı Kibar dediğimiz, sahâbe, tâbiîn, teba-i Tâbiîn'den büyük zevata ve kibar-ı Evliya'ya ait bir deyiş yazılmaktadır. Kalemi iyi olup birazcık hattat olanlar, Nas'sın aslını, aslına uygun olarak yazmakta, meâlini, Latin harfleriyle altına koymaktadırlar. Bazıları da yalnız meallerini yazıyorlar. Hatta bu iş için bir vakıf kurulmuş olup, bu vakıf modern baskı tekniği ile teksir ettirdiği bu levhaları pek çok camiye dağıtmaktadır.
Bu faaliyetler cümlesinden olarak, Eminönü, Sultanahmet civarında, Gülhane Parkı'nın Alemdar Caddesi’ne açılan kapısının hemen karşısında bulunan Zeynepsultan Camiî'nin çalışkan ve gayretli imamı kardeşim, caminin karatahtasına "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez" meâlindeki Mâide Suresinin 51.âyet-i Kerimesini yazmıştır.
Türk matbuatından acar bir muhabir bu müthiş vakayı resimlemiş ve Türk matbuatının amiral gemisi olan gazeteye servis etmiş, görülmemiş bu müthiş haber üzerine başta genel yayın yönetmeni olmak üzere tüm yönetmen yardımcıları, editörler, yazmanlar, yazarlar, düzeltmenler toplanmışlar saatler süren toplantıda bu müthiş haberin sürmanşet olarak ve tedhişi artıracak alt başlıklarla vermeyi düşünmüşler. Diyânet İşleri Başkanlığı, caminin dolayısıyla bu âyet meâlini yazan hain imamın bağlı bulunduğu Eminönü Müftülüğü, onun da bağlı bulunduğu İstanbul Müftülüğü aranılmış her biri ayrı ayrı sorguya tabi tutulmuş, bu önemli soruşturma ve toplantılar neticesinde haberin manşetten verilmesinden vazgeçilmiş, yalnız genel yayın yönetmeninin ağır bir tahlil yazısıyla geçiştirilmiş!.
A, Efedim! Kur'ân-ı Kerim, Mâide Suresinin 51.âyet-i Kerimesi yeni indirilmemişti. Kur'ân-ı Kerim'in diğer âyet ve sureleri gibi hep vardı;
Aziz milletimiz İslâm'la müşerref olduğu tarihte de bu âyet-i Kerime vardı, Anadolu'da şehirler, krallıklar, tekfurluklar ve beylikler fethedilirken de bu âyet-i Kerime vardı.
Bu âyet-i Kerime'nin varlığı, fethettiğimiz Anadolu ve Rumeli topraklarında Yahudî ve Hıristiyanlar ve diğer inanç mensuplarıya aynı şehirlerde yaşamamıza, ticaret yapmamıza, komşuluk etmemize mâni olmamıştır.
Zirâ, bu ayet-i Kerime, bize Yahudî, Hıristiyan veya başka inançta olanlarla münasebet kurmayın, alış-veriş etmeyin, her türlü diyaloğu kesiniz" dememektedir.
Bu âyetten anlaşılan, "Başka inançtan olanlar, özellikle Yahudiler ve Hıristiyanlar, Müslümanların hakîkî dostu olamazlar. Onlar ancak birbirlerinin dostu olur, birbirlerini desteklerler. Zaman zaman Müslümanlara yanaşmaları kendi menfaatleri bunu gerektirdiği içindir. Müslümanların bunu unutmamaları ve kendi aralarındaki dostluğu kuvvetlendirmeleri zarûridir. Müslümanların arasına sızan ikiyüzlüler (riyâkârlar) felâket tellallığı yaparak onları, kafirlere yöneltmek isterler, iman ehlinin bunlardan da sakınması gerekmektedir,"
Hucurat Suresi 10.âyet-i Kerimesiyle ki, "Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz."
Âyet-i Kerimesiyle birlikte, bu Âyet-i Kerimeyi değerlendirirsek, gerçek manada kardeşliğin, dostluğun, (Velâyetin), sarsılmaz bağlar ile birbirine bağlamanın ancak din ve inanç birliği ile mümkün olacağını görürüz.
Anadolu'da bin yıla yakın bir zaman beraber yaşadığımız, komşuluk ettiğimiz, ticaret yaptığımız, aynı sofralara oturduğumuz, kimi gayr-i müslim vatandaşlarımız, Anadolu'nun pek çok şehrinin, İzmir'in, İstanbul'un işgali sırasında aynı inançtan olan işgal birlikleriyle Müslüman Türklere karşı işbirliği yapmadılar mı?
Doğu illerimizde işgal sırasında ve sonrasında, Devlet-i Aliyye'mizin "Millet-i Sâdıka" olarak değerlendirdiği ve Devlet-i Aliyye'mizin önemli mevki ve makamlarına getirdiği bâzı Ermeni vatandaşlarımız işgal kuvvetleriyle işbirliği içinde devletimizi, milletimizi, askerimizi arkadan vurmadı mı? İspanya'da inançlarını, dillerini, milletlerine olan sadakatlerini terk etmeleri ya da İspanya'yı terk etmeleri tercihi ile başbaşa kalıp, Osmanlı'ya iltica eden Yahudî vatandaşlarımız beşyüz yıldan fazla bir zamandır memleketimizde birinci sınıf vatandaşlarımızdır.
Dünya işlerine vukufları, dünyanın pek çok yerindeki Yahudilerle olan irtibatları sayesinde ta Osmanlı Devlet-i Aliyye'mizden beridir, özellikle ithalat, ihracat üzerideki hâkimiyetleri dolayısıyla her biri memleketimizin en zenginleri arasına girmiştir. Elbette bu ülkede yatırım yapan, vergi veren, istihdama katkı sağlayan herkes saygıdeğerdir. Ancak bu vatandaşlarımızın hemen hemen hepsi aynı zamanda İsrail Devleti'nin de vatandaşıdırlar.
Her yıl burada ve dünyanın başka memleketlerinde kazandıklarının bir kısmını inanç birliği içinde oldukları İsrail Devleti’ne aktarırlar. Her yıl en az bir defa olmak üzere İstanbul Balat’ta bulunan bir Havra'da toplanarak o yıl içinde mâlî müzâkaya düşmüş, ya da az kazanmış Yahudîlere külliyetli miktarlarda yardım edilir. (Kredi değil, geri dönüşümsüz, hibe tarzında).
Yine memleketimizde yaşamakta olan Yahudî cemaatine mensup olan vatandaşlarımızın çoğu aynı zamanda İsrail vatandaşıdır, yâni çifte vatandaşlık vardır. Çifte vatandaşlığın kabul edildiği yerlerde vatandaşı olduğu ülkelerden birisinde askerlik mükellefiyetini yerine getirenlerin diğer ülkede askerlik vazifeleri sukut etmektedir.
Onun içindir ki, memleketimizde memleketimiz adına en vatanperver Yahudî vatandaşlarımızın çocukları bile askerliklerini İsrail'de yapmaktadırlar. Eyüp'te bir mezarlık içinde katlolunan Üzeyir Garih, iddialara göre gizli Müslüman’dı, Şeyh Küçük Hüseyin Efendi'nin kabrini ziyarete gitmişti ve cebinden "Gevşen-i Kebîr" çıkmıştı ya, işte bu Üzeyir Garih'in oğlu İzzet Garih adlı vatandaşımız askerliğini İsrail Devleti'nde İsrail vatandaşı olarak yapmıştır. Üzeyir Garih, şüphesiz Türk vatanını, Türk milletini seven bir Yahudî vatandaşımızdı. Memleketimizde trilyonlarca yatırım yaparak, vergi vererek, istihdam sağlayarak iyi bir vatandaş olduğunu, iyi bir vatanperver olduğunu isbat etmişti. Ümid ederim oğlu İzzet de öyledir. Üzeyir Garih ve onun gibilerden İsrail Devleti'ni ve Yahudî milletini sevdiği kadar, devletimizi, Türk Milletini, Müslümanları sevmesini bekleyemeyiz. Nasıl ki, herhangi bir Müslüman’dan da, Müslümanlardan daha çok bir başka devleti, bir başka inanç sahibini sevmesini beklemediğimiz gibi...
Yorumlar