Kara kış kapımızı çaldı çalacak. Daha dün gibiydi, yine bilgisayarımın başına oturmuş yazın o rengârenk çiçeklerinin ahenkle dans edişinden bahsettiğim günler. Ne kadar çabuk geçmekte ki günler, önce saat, sonra gün, sonra ay derken, bir bakmışsınız ki seneleri devirmişiz. Daha sene olmadı ama en son yaşadığımız yazı da aylara katarak geride bırakışımızın üzerinden de hayli zaman geçmiş demek. Güzel geçirebilmişsek ne mutlu ama insanoğlu denilen varlık, zamanı su gibi harcamakta öylesine bonkör ki, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayıp iyilikleri, güzellik ve sevgileri yarınlara erteleyerek, hunharca kıyılmış zamanlarla bir daha yarının belki de yaşanmayacağı ihtimalini düşünmüyoruz asla. Hayatı her yönüyle güzel kılan ve hayatın en yaşanası olgusudur sevgi. Öylesine ki, onsuz yaşam çölleşmiş kır misali bomboştur, çekilmezdir. İlla ki yaşamda sevgilere yer vermek özlü yaşam adına bir gerekliliktir ve mutluluğa giden en kestirme yoldur. Hayatımızı bir şeylerin farkında olarak ama ne yazık ki olmamış gibi davranarak devam ettirmeye çalışmak, yaptığımız hataların sürekliliği adına yanlış bir adım. Çünkü hayat bize her zaman güzellikler bahşetmiyor. Zaman zaman acılardan da nasiplenmek, her ne kadar istemesek de, hangimizin ortak kaderi olmamış ki..İşte bu ortak kaderle yaşamaya mecbur olduğumuz hayatı devam ettirirken, farkında olup da olmamış gibi yaparak yarınlara ertelediğimiz zamanların, aslında bugünün kaybedilmiş en değerli zamanları olabileceğini yıllar sonra keşkelerin içine katarak hatırlamak, yarım asırı devirmiş her insanın yazgısı gibidir. Yeryüzünde onu tanıyan en son insan da öldüğü vakit hiç yaşamamış gibi sayılmak, kalıcı bir güzellik bırakarak, takvimde kendine bir yer edinmeden, hayata veda etmiş her insanın acı gerçeğidir. En fazla dedesinin babasından öteye kaç insan geçmişini bilir. Kalıcı bir şeyler bırakmamış kaç insan hatırlanabilir. Mezarı bile kaybolmuş milyonlarca insan yaşamış mı gerçekten? Yarınlara erteledikleri birikmiş sevgileri sahiplenebilecek yüreklerin olmayışı yüzünden, sevgileri de gömmüşüzdür belki de.. Dünya nereye gidiyor? sorusu için verilebilecek en net cevap meçhule galiba. Bizim çocukluğumuzda 2000’ li yıllar hayali, sihirli bir değneğin dokunuşunda ki gibi, muhteşem ve ulaşılmazdı. Teknolojinin az oluşunun, sevgilerin daha yoğun hissedilmesi adına su götürmez bir gerçek olduğunu ne yazık ki, o çok beklenen 2000’ li yıllar öğretti bize. Televizyon, dünyanın yaşanan dehşetini gözlerimizin içine kadar sokarken, insanlar sevginin yanında vahşeti de öğrendi. Cep telefonları ulaşım aracından öte farklı amaçların aracı olurken, bilgisayar ise, dünya da beyin kirliliğinin en büyük sebebi oldu. Oyun çağı çocukları bilgisayar ile kopmakta oyundan, arkadaştan hatta aileden… Ortadan kalkmakta olan ziyaretlerin mazereti, telefon mesajları arasına sıkışıp kalmakta. Hayallerimizi çalan 2000’li yıllar, şimdi de umutlarımıza göz dikerken, onunla her zorluğu yenebileceğimizi bildiğimiz sevgileri meçhul yarınlara bırakmak, bu günleri yağmalayarak hunharca katlederek yaşamaktan başka ne olabilir ki.. Evet kara kış kapımızı çaldı gerçekten. Rengârenk görüntüler yerini siyah beyaza bıraktı. Sadece beyazın olacağı günler çok yakın olsa da, o beyazlık sadece doğa için geçerli. İçimizdeki siyahlıkları bembeyaz edebilme umudunu ise, sevgileri yarınlara ertelediğimiz müddetçe yarınlarda arayacağız galiba.