(EBU MANSUR MUHAMMED EL) MATURİDİ (852-944), SEMERKANT’IN MATURİDİ KÖYÜNDE DOĞMUŞ OLMASINDAN DOLAYI, İMAM MATURİDİ OLARAK ANILMIŞTIR. MATURİDİ, EBU HANEFİ’NİN NAKLE AĞIRLIK VEREN İSLAMİ YORUMLARINA AKLI DA KATARAK YENİ BİR SÜNNİ DÜŞÜCE AKIMI KURDU. TÜRK KÖKENLİ OLMASINDAN VE İSLAM’LA İLGİLİ YORUMLARINDA TÜRK GELENEKLERİNİ DE DİKKATE ALMIŞ OLMASINDAN DOLAYI MATURİDİ, TÜRK COĞRAFYASINDA GENİŞ KABUL GÖRMÜŞ BİR DÜŞÜNÜRDÜR. Geçtiğimiz hafta Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı(TDAV)'nın geleneksel hafta sonu konferanslar dizisinin konusu, "Maturidilik’te İslamiyet ve Türklük" tü. Turan Kültür Merkezi Süleymaniye Kürsüsü'nde bu önemli konuyu TDAV Gençlik Kolları'na mensup gençler anlattılar. Yalnız anlatmaklla kalmadılar, akıllara takılan soruları da başarıyla yanıtladılar. Konferansta ilk konuşmayı yapan Van 100.Yıl Üniversitesi Yüksek lisans Öğrencisi Erdi İlvan konuya tarih penceresinden baktı; Maturidi'nin hayatını, yaşadığı coğrafyayı, düşüncelerini, İslam'a bakış açısını anlattı. İkinci konuşmacı Marmara Ünivesitesi öğrencilerinden Ahmet Doğan Ergin, Maturidilik'in, başta Eşarilik olmak üzere, diğer İslam düşünce akımlarıyla benzerliklerini ve farklılıklarını dile getirdi. Üçüncü konuşmacı, Trakya Ünüversitesi'nden Ali Onur Kara da,İmam Maturidi'nin Türk olduğunu, bu nedenle görüş ve düşüncelerinin Türk coğrafyasında çok etkili olduğunu anlattı. İstanbul Üniversitesi'nden TDAV Gençlik Kolları Başkanı Ayşe Akbulut da, Atatürk'ün Maturidilik'e bakış açısını ve bu yönde önderlik ettiği çalışmalarını örneklerle dile getiren bir konuşma yaptı. Gençler konuşmalarını tamamladıktan sonra, TDAV Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan'ı aralarına alarak, Maturidilik konusunda izleyicilerin konuyla ilgili sorularını yanıtladılar. ANA HATLARIYLA MATURİDİLİK (Ebu Mansur Muhammed el) Maturidi (852-944), Semerkant’ın Maturidi köyünde doğmuş olmasından dolayı İmam Maturidi olarak anılmıştır. Maturidi, Ebu Hanefi’nin nakle ağırlık veren İslami yorumlarına aklı da katarak yeni bir Sünni düşüce akımı kurdu. Türk kökenli olmasından ve İslam’la ilgili yorumlarında Türk geleneklerini de dikkate almış olmasından dolayı Maturidi, Türk coğrafyasında geniş kabul görmüş bir düşünürdür. Türkler ve Türkler üzerinden Müslümanlığı tanıyıp benimseyen milletlerin çoğu fıkıhta Hanefi mezhebine bağlı olmakla birlikte, itikatta imam Maturidi’yi önemsemişlerdir. Ancak Anadolu’da, Fatih Sultan Mehmet’ten itibaren bazı algılama değişiklikleri gözlenmiştir. Bilindiği Fatih, Türkistan coğrafyasında yetişmiş ünlü alimleri İstanbul’da toplamıştı. Ali Kuşçu da Fatih döneminde İstanbul’a gelmiş be dönemin en mükemmel rasathanesini kurmuştu. Fatih’in Türkistan coğrafyasından İstanbul’a getirttiği alimlerin çoğu Maturidi’nin ve Hoca Nasreddin-i Tusi’nin izinden yürüyen kişilerdi. Bu kişiler, Endülüs ve Fas’ta yaşamış olan ve Aristo’dan etkilendiği bilinen İbni Rüşt’ün (1128-1198) İmam Gazali’ye karşı başlattığı felsefe ve tasavvuf konulu tartışmanın yeniden alevlenmesine neden olmuşlardı. Horasan’dan gelen alimlerin farklı düşünmesine rağmen, Hocazade Muslihittin Mustafa’nın etkisiyle, Osmanlı aydınları İmam Gazali’nin yanında saf tuttular. Bu duruş, daha sonraları Osmanlı coğrafyasının fikri yapısını ve gelişimini etkilemiş, Fatih sonrasında Bizans’ın taklit edilmesine neden olmuştur. “ALLAH İNSANA AKIL VERMİŞTİR…” İmam Maturidi'ye göre, Allah insanlara iyi ile kötüyü, hayır ile şerri birbirinden ayırabilmeleri için aklını kullanabilme yeteneği vermiştir. Allah, akıl bahşettiği kullarını İlahi emirler, dini kurallar açısından sorumlu, aklı olmayanları ise, İlahi emrin sorumluluğu dışında tutmuştur. İmam Maturidi'ye göre insanlar, akıllarını kullanarak yaratıcı ve tek olan Allah'ı bulmak ve bilmek zorundadırlar. Ancak, şeriatı (dini hükümler ve ibadetler) ve şeriatın bir bölümü olan ibadetlerin yapılış şekillerini akıllarıyla belirlemeleri mümkün değildir; bunları ancak Peygamber aracılılığı ile öğrenebilirler. İmam Maturidi, İmam Şafii’nin aksine, iman ile amelin (yapılan iş, fiil, bir kişinin dini emirleri yerine getirmek için yaptıkları) ayrı şeyler olduğunu savunur ve "İman etmek, mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez" der. Amelin imandan bir parça olması imanın çoğalıp eksilmesi konusunda Maturidi, Ebu Hanefi gibi düşünmektedir; “iman ve amel ayrı şeylerdir.” Talak Suresi’nde de “yararlı iş işleyen” ifadesi ile “iman eden” ifadesinin “ve” ile ayrılmış olmasını, bu düşüncelerine destek olarak gösterirler. Maturidi’ye göre Allah’ın emirlerine ve yasaklarına inanan fakat uygulayamayan insan dinden çıkmaz; günahkar olur. Günahkar olan kimsenin tövbe ile kurtulma umudu vardır. Kur’an-ı Kerim’de de, “Sizi yaratan O’dur. Kiminiz inkarcı, kiminiz mümindir. Ey inananlar! Mutluluğa ermek için hepiniz tövbe ederek Allah’ın hükmüne dönün” denilmekte ve müminlerin tövbe ile affedilebilecekleri müjdelenmektedir. Affedilmeyen kafirliktir (küfr) ve inkarcılıktır. Türk Dünyası'nda çok yaygın olan Maturidilik ile Eşarilik arasında benzerlikler vardır. O nedenle bu benzerliklerin kaynaklarını, Maturidilik'in Türk Dünyası'nda yayılma nedenlerini daha iyi anlayabilmek açısından konunun tarihi gelişimine kısaca bir göz atmakta yarar vardır. Eşarilik'in kurucusu, 912 yılına kadar Mutezile mezhebinin bir üyesi olan Ebul Hasan Ali bin İsmail Eşari'dir (873-941). Emevilerin son döneminde gelişen ve İslam Dünyası'nda kelam biliminin ortaya çıkmasına yol açan Mutezile mezhebinin kurucusu ise bilinmiyor. Mutezile mezhebi Nasturilik'e karşı doğmuştur. imam Gazali, Eşarilik'e yaptığı katkılarla, bu mezhebin İslam Dünyası'nın en ünlü Kelam ( Allah'tan ve Allah'ın birliğinden söz eden bilim) mezhebinin olmasında büyük rol oynamıştır. İmam Gazali döneminin saygın bir din alimi ve devlet adamıydı. Hz. Muhammed'e olan büyük sevgisi, onun İslam aleminin her köşesinde sevilip sayılmasına neden olmuştur. İmam Gazali döneminde, halkın kader anlayışında, başa gelen bütün olayların Allah tarafından önceden belirlendiği konusunda, Emevilerin "Cebriyecilik" anlayışına geri dönülmüştür denilebilir. İmam Gazali önceleri akli ilimlere önem verirdi. Yaşantısının ikinci döneminde ilim konusunda farklı düşünmeye başladı. İhya-u Ulumid-din adlı eserinde Hz. Muhammed’in “İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır” hadisini şöyle yorumlamaktadır : “Bu hadisteki ‘El-ilmu’ kelimesindeki lam-ı tarifinde işaret ettiği gibi, ‘öğrenilmesi farz olan ilim’den gaye, Müslümanlar üzerinde farz olan amel ilmi olduğu anlaşıldığı gibi, bizim beyanatımızla da bunların farz olma zamanı açıklanmış oldu.” Bu oldukça iddialı yorum, İmam Gazali’nin o dönemdeki ruh halini göstermesi açısından da önemlidir. İmam Gazali, El-Münkid min al-Dalal (Hatadan Kurtuluş) adlı eserinde de felsefecilere çatmakta ve Farabi ile İbni Sina’yı inançsızlıkla suçlamaktadır. İmam Gazali, söyledikleriyle ve yazdığı kitaplarla Müslümanlığı uygulaması konusunda da etkili olmuştur. Tekkelerde ve medreselerde okutulan İhyaû Ulumi’d-Din adı altında topladığı kitaplarında Gazali; İslâmi kuralların, ibadet şekillerinin, insanları Cennet’e veya Cehennem’e götürecek tutum ve davranışların tümünü açıkladığını söylemektedir. İmam Gazali’nin İslam Dünyası'ndaki etkisini ve saygınlığını göstermesi açısından, geniş kapsamlı bu eseri konusunda Katip Çelebi'nin Keşf’ül Fünun adlı eserinde söyledikleri dikkat çekici bir değerlendirmedir: ”Eğer bu eser (İhyaû Ulumi’d Din) hariç, tüm İslâmi eserler tahrip olsaydı, İslâmiyet yine de bir şey kaybetmezdi.” Türkler arasında çok yaygın olan Maturidilik ile Eşarilik arasında benzerlikler olmasının yanı sıra, dikkat çekici ayrılıklar da vardır. Bu farklılıklardan bazı örnekler vermek gerekirse, iman, ibadet, kader, akıl ve mucize gibi konulardan söz etmek gerekir. İMAN Eşarilik'te amel (yapılan işler) imanın şartıdır. Gerçeği kavramanın tek yolu imandır, imanın kaynağı da vahiydir. Herşeyin kavranmasını salayan yüce ışıktır. Buna karşılık Maturidilikte iman, kalp ile tasdik etmektir. Maturidi'ye göre iman, "Kalp ile tasdik, dil ile ikrar"dır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de, “İnanç henüz gönüllerinize yerleşmedi" (Hucurat /14) ve "İşte Allah Bunların (gönüllerine) kalplarına yazmış" (Mücadele/22) ayetlerinde, imanın kalp ile ilgili olduğuna işaret edilmekte, iman kalbe izafe edilmektedir. Maturidi, Kitab-üt Tevhid adlı eserinde, "İmanın kalp ile tasdik veya marifet olduğu meselesi" başlığı altında yalnızca bilmenin iman için yeterli olmadığını anlatarak, "Zira birşeyin mahiyetini bilmek onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu nedenle, kalpteki iman bilmekten başka birşeydir. Yani kalpteki iman ile bilmenin mahiyetleri ayrıdır. Ancak bilgi, kalple tasdik için önemlidir. Zira cehalet de bazen inkarcılığın nedeni olabilmektedir" demektedir. Ameli olmayan insanlar da gönülden, samimi olarak inandıkları takdirde mümin, yani iman sahibi sayılırlar. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'de ilk emir iman etmekle ilgilidir. Maturidi'nin bu yorumu, Türk gelenek ve görenekleri ve toplumun sahip olduğu değerlerle yakından ilgilidir. Türkler, İslamiyet'in insanlara emrettiği pekçok kuralı zaten tarih boyunca bir yaşam biçimi olarak benimsemişlerdir. Zayıflara yardım etmek, korumak , büyüklere saygılı olmak, adaleti her konuda uygulamak, yapılan anlaşmalara saygılı olmak gibi kurallar Türkler açısından insan olmanın bir gereğidir. Türklerde Hz. Muhammed ve ehlibeyt sevgisi çok güçlüdür. KADER Allah’ın mutlak kudreti ile insana bahşettiği aklını kullanabilme yeteneği arasındaki ilişki ve insanların eylemlerinde hür olup olmadıkları konusu, İslam düşünürleri arasında farklı yorumlara neden olmuştur. Hatta Sahih-i Buhari’nin, Kitab üt-Tefsir adlı eserinde anlattığına göre, Hz. Muhammed, kader konusunda yapılan tartışmalara sinirlenmiş ve bu konuda tartışmayı uygun görmediğini söylemiştir. Buna rağmen, bazı olayların insan iradesi dışında, Allah tarafından değişmez bir şekilde önceden yazıldığı gibi ortaya çıktığına inanılmıştır. Kulların yaptıkları kendi iradelerinin değil, İlahi iradenin yansımasıdır. İnsanların emre uymaktan başka yapacakları bir şey yoktur. Bu düşünceyi benimseyen İslami düşünce akımına Cebriye mezhebi denilmektedir. Cebriye (fatalizm) mezhebine karşıt görüş öne süren Kaderiye mezhebi mensupları da, insanların kendi eylemlerinin haliki yani yaratıcısı olduğunu savunuyordu. Muntezile mezhebi mensupları da, “Allah adildir. Bunun gereği olarak insanlara irade (bir şey yapıp yapmama gücü ve tercihi) hürriyeti vermiştir. İnsanlar hürdür ve kendi eylemini kendi irade ve isteği doğrultusunda yaparlar” demektedir. Bu değişik görüşler karşısında oluşan Selefiye, bu konuları tartışmaktan kaçındığından, Eşariye ve Maturidiye mezhepleri bu görüş farklılıklarını ortadan kaldıracak çalışmalar yapmışlardır. Maturidiler, irade hürriyeti bakımından, insanı iradeden yoksun bir robot olarak gören Cebriye mezhebi ile insanın eylemlerinde Allah’ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile mezhebi arasında üçüncü bir yol arayışı içinde olmuşlardır. Maturidi bu konudaki görüşünü açıklarken Kesb ve halk (etmek) terimlerini kullanır. İnsanın kalbinin çarpması, refleksleri gibi, kendi isteği ve iradesi olmadan oluşan eylemlerdir. İnsanın kendi iradesi ile seçtiği eylem ise halk değil, kesbtir. Allah’a ait eylem de kesb değil, halk etme, yaratmadır. Eşarilik'te hayır da şer de Allah'tandır. Maturidilik'te insanlar, bütün evreni yaratan, kurallarını koyan Allah'ın yarattığı bir varlık olarak, evrenin bu yasalarına uymak zorundadır. Yalnız insan, evrenin yasalarına uyarken, Allah'ın kendilerine bahşettiği akıllarını da kullanarak, doğru ile yanlışı ayırmakla yükümlüdür. İnsanlar akıl ve iradeleriyle, davranışlarının sonuçlarını kavrayabildikleri için, davranışlarından sorumudurlar. Allah kulun seçimine göre fiili yaratır, karşılığını verir. Maturdilik'te Allah'ın durup dururken kötülük yaratmayacağına inanldığından bu görüş Allah'a saygısızlık sayılır. Allah'ın insanlara verdiği kötülüğün ancak kişilerin kendi davranışlarının bir sonucu olduğuna inanılır. Bu yüzden, Eşariler, "Kötülük Allah'ın kaza ve kaderidir" derken, Maturidiler, "Herşey Allah'tandır" derler. (Kader; Allah’ın, evrende olacak her şeyin ne zaman ne şekide olacağını Ezel'de yazmış olmasıdır. Kaza ise, Ezel'de yazılmış olanların zamanı gelince Allah tarafından meydana getirilmesidir.) Eşariler, Allah'ın kullarını, gücünün yetmeyeceği bir konuda sorumlu tutabileceğine inanırlarken, Maturidiler bu düşüncenin Allah'ın "Adil" ismiyle bağdaşmayacağını savunurlar. Kur'an-ı Kerim'de Allah da, “Ben zorlaştırmam, insanlar birbirlerine zorlaştırır” buyurmaktadır. Eşarilik'te insan aklı sınırlıdır; evrenin gerçeklerini kavrayamaz. Duyuları insanları yanıltabilir. O nedenle, "iman akıldan üstündür" derler. Maturidiler ise. "Bilginin kaynağı üçtür" derler, "bunlar beş duyu, doğru bilgi ve aklın tefekkürüdür." Burada sözü edilen bilgi, ilim ve Allah'ın vahiy yoluyla kullarına aktardıklarıdır. Maturidi'ye göre, insan, dini tebliği olmasa da, akıl yoluyla Allah'ı bulabilir. Çünkü Allah, insana aklı verirken kendine uzanan bu yolu da yaratmıştır. Ancak, Maturidilik'e göre insanlar, peygamber gönderilmeden, Allah tarafından kendilerine yüklenen sorumlulukların hepsini bilemezler. MUCİZELER Mucizeler konusunda da Eşarilik'le Maturidilik arasında bazı görüş ayrılıkları vardır. Eşariler, "Allah'ın iradesiyle, evrende her zaman değişiklikler ve aklımızın almadığı olaylar olabilir." Mucize ve kerametler konusunda, Eşarilerin açıklaması özet olarak budur. Mucizelerin yalnızca peygamberlere ait olduğuu söyleyen Maturidiler ise, "Mucizeler akıl yoluyla açıklanabilir" demişlerdir. Maturidilere göre Kur'an-ı Kerim'in kendisi bir akli mucizedir; Hz. Muhammed'in geleceğinin İncil ve Tevrat'ta bildirilmesi ise bir hissi mucizedir. ALLAH'IN BAŞKA BİR KELİME İLE İFÂDESİ Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez. (Şûra suresi/11). Matüridî, "Dengi ve benzeri bulunan birşey çokluk statüsüne girer ve iki sayısı ile başlar. O'na nispet edilebilecek bütün yaratılmışlık kavramlarının ve nitelendirilebileceği bütün sıfatların, yaratılmışlara nispet edildiği ve nitelendirildiği takdirde anlaşılabilecek bir manâ ile Allah'a izafe edilmesi bâtıl olmuştur" der. Bu nedenle, Maturidi’ye göre, “Allah'ın yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, kelimeyle anılması caiz değildir.”