.............................VİTRİN......................................................... KÜRESELLEŞME KARŞITLARININ KENYA'NIN BAŞKENTİ NAİROBİ'DE DÜZENLEDİKLERİ 'DÜNYA SOSYAL FORUMU' MEDYADA YANKI BULMAZKEN, DAVOS'TA YAPILAN 'DÜNYA EKONOMİK FORUMU'NDA ÇİN VE HİNDİSTAN'IN YARATTIĞI KÜRESEL ETKİLRE DİKKAT ÇEKİLEREK, DÜNYADA EKONOMİK DENGELERİN DEĞİŞMEYE BAŞLADIĞI VURGULANDI. G8'LERİN LİDERİ, AB BAŞKANI VE ALMANYA ŞANSÖLYESİ ANGELA MERKEL'İN KONUŞMASINDA ABD'NİN LİDERLİĞİNDEN HİÇ SÖZ ETMEMESİ, 'DÜNYA SOSYAL FORUMU'NA AİT 'ADİL TİCARET' KAVRAMINI BİRKAÇ KEZ KULLANMASI VE "ÇABUK GİTMEK İSTİYORSANYALNIZ, UZAĞA GİTMEK İSTİYORSAN DOSLARINLABİRLİKTE SEYAHAT ET" DİYE ÖĞÜT VEREN BİR AFRİKA ATASÖZÜNÜ AKTARMASI DİKKAT ÇEKTİ. ................................................................................................ Piyasa yapıcılarının bilinçli manipülasyonları ile gerçekleştirilen "Yapısal Uyum" uygulamaları, yıkıcı sonuçları açısından değerlendirildiğinde, sömürgecilik tarihinin en can yakıcı ekonomik soykırımlar olarak nitelenebilir. Dört milyardan fazla insanın yaşamını etkileyen " Uyum Programları", küresel kapitalizmin maşaları konumundaki IMF ve Dünya Bankası denetimi altında, başta gelişmekte olan ülkeleri etkileyerek küreselleşiyor. Bu, "piyasa sömürgeciliği" olarak adlandırılan yeni ekonomik ve siyasal egemenlik biçimi, geleceklerini kurgulama açısından, insanları ve hükümetleri devre dışı bırakıyor. Uluslararası kredi kuruluşları, çokuluslu şirketler, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşların çatısı altındaki Washington merkezli uluslar arası bürokrasi aracılığı ile, bugün, dört milyar insanın yaşamını ilgilendiren bir ekonomik model uygulanıyor. Serbest piyasaların yaygınlaşmasıyla, dünyada refahın yaygınlaşmasını sağlayacağına, gelir dağılımındaki dengesizlikleri düzelteceğine, hatta sıfırlanacağına inanılan küreselleşme, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere kaynak transferi sağlayan, yarattığı sosyal huzursuzluklarla toplumları yıpratan yeni bir sömürü düzeninin adı oldu. Makro-ekonominin araçları ile dünya ölçeğinde etkili olan serbest pazar, bağımsız ülkelerin yazgılarını belirlemede tarihin hiçbir döneminde bu denli etkili olmamıştı. IMF ve Dünya Bankası'nın gelişmekte olan ülkelere yaptığı öneriler, yabancı sermayenin geleceğini garanti altına alırken, çokuluslu şirketlerin kısa zaman dilimlerinde büyük kazançlar elde etmelerine, yerel işgücünün ise daha az kazanç ile yetinmelerine neden olmakta. IMF ve Dünya Bankası'nın küresel sermayenin gelişmekte olan ülkelere akışını kolaylaştırmak amacıyla yaptığı dayatmalar, adaletsizliği ve eşitsizliği derinleştirirken, çalışanların ekonomik ve sosyal haklarını koruyabilmek adına hazırlanan, konusunda tek olan ve 27 Eylül 2006'da kabul edilen "Avrupa Sosyal Şartı" belgesinin, bu aşamadan sonra ne oranda işlevsel olabileceği merak konusu olmaktadır. ...........IMF VE DÜNYA BANKASI'NIN ÖNERLERİ VE DAYATMALARI, YABANCI SERMAYE AKIŞINI ARTIRMASINDAN DOLAYI, ZAMANLA DEVLET POLİTİKASINA DÖNÜŞTÜ........................................................ Çokuluslu sermayenin bir soygun aracı haline geldiği küreselleşme sürecinde, gelişmekte olan ülkelerde rekabetin orantısız bir şekilde artmasıyla zarar gören yerli üreticilerin maliyetleri düşürmek için ilk yaptıkları uygulama, çalışanların ücretlerini düşürmek oluyor. IMF etiketli 'ekonomik reform' uygulamaları, gelişmekte olan ülkelerde, emek maliyeti ile ilgili düzenlemelerde belirleyici rol oynamaktadır. Olayın ilginç yanı, bu uygulama, kalıcı yatırım yapmak üzere gelen 'yeşil' yabancı sermaye girişini özendirdiği için, zamanla devlet politikasına dönüşmekte, sosyal eşitsizliği ve de adaletsizliği artırmaktadır. "Emek maliyetinin minimizasyonu" insanların alım güçlerini, dolayısıyla tüketici piyasalarının büyümesini olumsuz yönde etkilediğinden, makro-ekonomik reformlar, sonuçta yoksulluğun derinleşmesine neden olmaktadır. Almanya ve Japonya gibi ülkelerde, işgücü maliyetinin, ihraç ürünlerinin maliyetlerini etkileyen önemli bir faktör olmadığı dikkatlerden kaçırılmaktadır. Dünya çapında yaygın olarak uygulanmakta olan makro-ekonomik reformlar, gelirleri olumsuz etkileyerek toplumların tüketim taleplerinin gerilemesine neden olduğundan, yerli sanayinin altı oyulmakta, sermayenin gelişmesi engellenmektedir. Dikkatinizi çekmek isteriz, bu sistemde, gelişmekte olan ülkelerin ihracatını artırabilmeleri,ancak, yurtiçi alım gücünün düşürülmesi ile mümkün olabilmektedir. Yeniden vurgulamakta yarar var; küresel ekonomik sistemin ilk bakışta çelişkili gibi görünen bu ilginç niteliği, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası kuruluşların önerileri, reçeteleri ve dayatmalarıyla emeğin maliyetteki payının azaltılması, yani emeğin ucuzlatılması sağlanırken, bir taraftan da yeni tüketici pazarların oluşturulması hedeflenmektedir.. Görüldüğü gibi, pazarların küresel şirketlere açılabilmesi, ancak, yerli ekonomilerin çökertilmesi ya da yerlilerin güçlü yabancı üreticilerin yörüngesine girmeleri ile mümkün olabilmektedir. Bunun için de, yapılan bir dizi "reformla", yabancı sermayenin önündeki tüm engeller kaldırılmaktadır. Bankalar ve stratejik kuruluşlar, "devlet işletmecilik yapmaz" sloganı ile özelleştirilmekte, sanayi kuruluşları ya çökertilmekte ya da çokuluslu şirketlere fason üretim yapmaya zorlanmakta, tarım sektörünün çökertilmesiyle ülke gelişmiş ülkelerin tarım ürünleri için pazar haline getirilmekte, kredi sistemi kuralsızlaştırılmakta, yer altı ve yerüstü kaynaklarının işletme hakları yasalarla, uzun zaman dilimleri için yabancı sermayenin emrine verilmektedir. Anlattığımız uygulamalar bize hiç de yabancı değil; pek çoğunu yaşadık, gördük. Sonuçları yıkıcı, can yakıcı olduğundan artık gizlenemiyor; neo liberalizmin maşaları olan IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kuruluşların önerileri, reçeteleri, dayattıkları programlar, insanı yok saydığından, sosyal adalet ve eşitlik gibi kavramlar değer erozyonuna uğramaktadırlar. .........1989'DA SOVYETLER BİRLİĞİNİN ÇÖKMESİNİN ARDINDAN, DÜNYA EKONOMİSİNİN YENİDEN YAPILANDIRILMASI SÜRECİ, ÇOK DEĞİŞİK BİR GÖRÜNÜM KAZANDI ........................................................................... Küreselleşme karşıtları, küreselleşmeyi bir tehdit olarak görenler yalnızca gelişmekte olan ülkeler değil, Avrupa Birliği ülkelerinde ve diğer gelişmiş ülkelerde küreselleşmeyi işsizliğin, sosyo-ekonomik güvencelerin azalmasının nedeni olarak görenlerin oranı yüzde 47! Fransa ve Yunanistan'da ise bu oran, yüzde 70'lere ulaşıyor! Özellikle Soğuk Savaş döneminde, küresel çapta uygulamalarla yaygınlaştırılan makro-ekonomik yeniden yapılanma süreci, teorik ve ideolojik olarak, küresel jeopolitiği kurgulayanların çıkarlarıyla yakından ilgiydi. Uygulama mekanizmaları daha değişik, daha insancıl olsa da , "ekonomik yeniden yapılanma", "makro-ekonomik istikrar" ve yapısal uyum programları, 1989'da Berlin Duvarı'nın yıkılmasından bu yana gelişmiş ülkelerde de uygulanıyor. Dayatılan makro-ekonomik yapılanma, gelişmiş ülkelerde de, çokuluslu şirketlerin, küresel sermayenin çıkarlarına hizmet ediyor. Oralarda da, sonuçları işsizlik, daha ucuz emek, sosyal güvencelerin kısılması şeklinde ortaya çıkan monetarizmden şikâyet ediliyor. Küresel çapta uygulanmakta olan ekonomik yeniden yapılanma süreci, sosyal devlet kavramını erozyona uğratıyor. Gelişmiş ülkelerdeki uygulamanın farkı, "ekonomik yeniden yapılanma"yı ve döviz kurlarının sabit tutulmasını benimseyen Bretton Woods anlaşmasının dışına çıkılmamasıdır. "Makro-ekonomik istikrar" ve "yapısal uyum" programları büyük ekonomik krizlerin yaşanmasına, ekonomik yıkımlara neden olmamıştır. Gelişmiş ülke ekonomilerinin yeniden yapılandırılmaları, Bretton Woods kuruluşlarının gözetiminde gerçekleştirilmiştir. Bu ülkelerdeki makro-ekonomik politikaların uygulanmasında, Washington bürokrasisi değil de, Moody's, Standart and Poor gibi uluslararası kredi kuruluşları etkili olmaktadırlar. Devletlerin ortak oldukları girişimlerin, kamu kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve devletin borçları dikkatle izlenerek derecelendirilmektedir. Ayrıca, bu uluslar arası derecelendirme kuruluşları, gelişmiş ülkelerin maliye bakanlarından büyük yatırım bankalarına ve ticari bankalara ayrıntılı raporlar vermelerini isteyebilmektedirler. Bu konuyla ilgili ilginç örnekleri anımsatmak isteriz.. Örneğin, Moody's'in Kanada'nın kamu borçlarına ilişkin kredi notunu düşürmesi, sosyal güvenlik programlarında büyük ölçüde kesintiler yapılmasına, pek çok kamu çalışanının işten çıkarılmasına neden olan 1995-96 yapısal uyum programının uygulanmasına neden olmuştu. Bir ilginç örnek de Amerika'dan.. 1995'de, Wall Street yörüngesindeki senatörlerin önermesiyle ABD Anayasası'na sokulmaya çalışılan "Dengeli Bütçe Tasarısı", devlete borç verenleri yasalar üzerinden devlet yönetiminde söz sahibi yapmayı amaçlıyordu; reddedildi. -Devam edecek-