Yılın ikinci çeyreği ile ilgili rekor büyüme oranlarının açıklanmasının ardından, ekonomideki aşırı ısınma ve alınacak önlemler konusundaki tartışmaların yeniden başlayacağı anlaşılıyor.  

Cari açıkla büyümenin ilişkileri ortaya konarak, aşırı büyümeye karşı alınması gereken önlemler uzun uzun konuşulacak. Çünkü, hükümetin almayı planladığı önlemlerle ekonominin soğutulması başarılsa bile, 2004'ün en düşük büyüme oranı yüzde 8.5 olacak.  

Bankalar ve yabancı finans çevreleri" Türk ekonomisindeki büyümenin sürdürülemeyecek oranlara ulaştığını" daha yüksek sesle dile getirerek, "Önlem alınsın, yoksa lirada devalüasyon ve ardından ekonomik kriz kaçınılmaz olur" uyarısında bulunuyorlar.  

Diğer taraftan Ağustos ayı fiyat istatistik verileri, enflasyonun, az da olsa, başını yukarı kaldırdığını gösteriyor.  

Büyüme ile yakından ilgili olan cari işlemler açığının nedeni düşük kurdan daha çok, iç tüketimdeki canlılık ile yatırım ve ara mal ihtiyacının öne çekilmesidir. İç talepteki genişlemenin mal ve hizmet fiyatlarını etkilediği de gözardı edilemeyecek bir gerçek. (Dikkat!) Geçmişte tarımsal ürünlerdeki bolluk ve ucuzlama nedeniyle yaz aylarında hep düşük çıkardı. İç talepteki canlılık nedeniyle oluşan enflasyonist baskıların etkilerini sonbaharda daha net göreceğiz.  

Hükümetin, uyarılar doğrultusunda, ekonomideki ısınmayı azaltacak önlemler alması gerekiyor.  

TÜKETİCİ KREDİLERİ Mİ TİCARİ KREDİLER Mİ KISILMALI?  

Hükümet, ekonomiyi soğutabilmek için, işe tüketiciyi kredileri ve kredi kartları dağıtımını disipline alacak önlemlerden başlamayı düşünüyor. Hedef, cari açığı azaltmak!  

Bazı ekonomistler, kredi kartları dağıtımını kısıtlayan yasa tasarısı için, "Çağdaş bir uygulama değil, asıl sorun ticari kredilerdir. İki sandalye bir masadan başka bir varlığı olmayan şirketlere trilyonlarca kredi dağıtılıyor. Bunun yanında tüketici kredilerinin lafı bile olmaz" diyorlar.  

Cumhuriyet tarihinde yaşadığımız olumsuz deneyimlerde cari açığın rolünü görmezden gelemeyiz ki...  

Cari açığın ekonomik krizleri, siyasi çalkantıları ve askeri darbeleri tetiklediği bütün ekonomi kitaplarının vurguladıkları bir gerçektir. Bankalarla göbek bağı bulunmayan ekonomistler, cari açığın iyi yönetilemediği taktirde ne gibi olumsuz sonuçlar doğurabileceğini çok çarpıcı örneklerle gözler önüne seriyorlar...  

Cari açığın, TL'nin dövize karşı aşırı değer kazanması sonucunda ithalatı tetiklemesiyle ortaya çıktığı, bilinen bir gerçek değil mi?  

Tüketim malları ithalatı, kurun ve enflasyonun düşük seyretmesi nedeniyle artmadı mı? Geçmişte yaşadığımız deneyimler nedeniyle kurun ani bir sıçrama yapmasından korkan yatırımcılar, ara malı ve yatırım malı ithalatına yönelmedi mi?  

Cari açık, dış talepte olduğu kadar iç talepte de yaşanan gelişmelerin ithalata yansıması sonucunda doğmadı mı?  

Cari açığı tetikleyen etmenler talep artışından, iç tüketimdeki "canlılıktan" kaynaklandığına göre, alınacak önlemler, kaçınılmaz olarak, talebi kısma yönünde olacaktır.  

TÜKETİCİ KREDİSİNE DÜZENLEME GETİRİLMESİ NİÇİN İSTENMİYOR?  

Hükümetin tüketici kredilerine ve kredi kartları dağıtımına düzenleme getirecek yasa tasarısı çalışmalarına, bankaları denetlemekten ve gözetmekten sorumlu BDDK'nın da katılmasını, "Büyük talihsizlik" olarak değerlendiren bazı ekonomistlerimiz dünyadaki uygulamaları niçin görmezden geliyorlar?  

Yakın bir geçmişte yaşadığımız ve ülke ekonomisinde 46 milyar dolarlık bir gedik açan banka hortumculuğunun, kurumsal yönetim yetersizliğinden kaynaklandığını gören BDDK, bankalara kurumsal yönetim ilkelerini getirme hazırlığında.  

Kurumsal ilke yönetimi, Avrupa Birliği ülkelerinde ve Amerika'da Worldcom, Enron, Parlamat ve Anold gibi çokuluslu şirketlerde yaşanan ekonomik skandallar sonrasında gündeme geldi.  

Amerika'da şirket ve özellikle banka yönetiminde kurumsal yönetim ilkelerinin uygulanmasını zorunlu kılan Okley Yasası çıkarıldı. AB üyesi ülkelerde de bu konuda çalışmalar yapılıyor.  

Ne yani, vatandaşın bol bol harcama yapması sevinilecek bir olay değil mi?  

Sevinebilirdik, ama ekonomistler, "Büyümenin nimetlerinin vatandaşlara dengeli bir şekilde yansımaması sorun yaratıyor" diyorlar.  

Yapılan açıklamaya göre, ekonomi yüzde 14.4 oranında büyürken, vatandaşın tüketim harcamları da yüzde 13.5 oranında artmış. İlk bakışta insanı sevindiren bir oran.  

Fakaaat...  

Yurtiçi mal ve hizmet üretimi (GSYH), yani ortalama gelir yüzde 11. 9 oranında büyüyor, tüketim harcamaları yüzde 13.5 oranında artıyor, ama vatandaşın gıda harcamalarındaki artış ise yalnızca binde 6 !  

Yani para yoksulun değil, varlıklının cebine gitmiş, o da paraları dayanıklı tüketim mallarına yatırmış, yatırıyor...  

"Ekonomi acilen yavaşlatılmazsa lirada devalüasyon ve ciddi bir ekonmik kriz kaçınılmaz olur" uyarısını dikkate alan hükümet, parasal ve mali önlemler alma hazırlığında.  

Bankalar topladıkları mevduatı kolayca satış (kredi yoluyla) para kazanabilmek için kısıtlayıcı önlemlere şiddetle karşı çıkıyorlar.  

Anlaşılıyor ki, bankalarla hükümet arasındaki sürtüşme sürecek. Çünkü "büyümeyi finanse etmek için artan ve 30 milyara varan bankaların yurt dışından kullandıkları sendikasyon kredilerinin, geri ödenmesinde riskler oluştuğu da belirtiliyor."  

Hükümet hem ekonomiyi soğutmak hem de bankaların tüketici kredileri ve kredi kartlarıyla yeni bir "hortum" olayı yaşamalarını önlemek amacıyla önlemler alma hazırlığında.  

Birileri de bankaları kredi kartları yoluyla soyma hazırlığında. Onu da yarın anlatalım...  

 

KÜPE: Telafer'de yaşananlar, geçmişte yaşananların devamı, gelecekte yapılmak istenenlerin provasıdır.