1920 yılında, Isparta’ya bağlı Şarkîkaraağaç İlçesinde doğmuştu. Şarkîkaraağaç Müftüsü, Sadık Efendi’nin 4 evlâdından en küçüğüydü.
Büyük ağabey, Prof.Dr. Emin Bilgiç, Ankara Üniversitesi, Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde öğretim üyesi olup, memleketimizin önemli bilim adamlarından birisiydi. 1970’li yılların sonlarında, Kültür Bakanlığı Müsteşarlığında bulunmuş, Ayasofya’nın ibâdete açılması için kararnâme hazırlamış, hazırladığı kararnâme bütün kabine üyeleri tarafından imzalanmış olmasına rağmen, devrin Başvekili Demirel, Demirel’liğini yapmış, kararnâme’yi uzun bir müddet sümenaltı ettikten sonra, imzalamamıştı. Bunun üzerine, Ayasofya’nın kısmen, Hünkâr Kasrı girişi ve Ayasofya’nın içine tamâmen hâkim, Hünkâr Mahfili ibâdete açılmıştı. Hiç değilse, Ayasofya’nın minarelerinden ezan sesi yükselecek, Hünkâr Mahfilinden de olsa, Ayasofya’nın kubbesi altında Kur’ân sesi çınlayacaktı.
Topkapı Sarayı, Mukaddes Emânetler Dairesinde 400 yıldan fazla bir müddet, gece-gündüz bilâfasıla okutulan Kur’ân Tilâveti, Cumhuriyetin ilânı ile birlikte sonlandırılmışken, yine Emin Bilgiç Bey’in büyük gayretleriyle yeniden başlatılmıştı.
Ne var ki, 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmet günü, Ayasofya yeniden ibâdete kapatılmış, Ayasofya minârelerinden yükselen ezan sesi susturulmuş, Topkapı Sarayı Mukaddes Emânetler Dairesinde sürekli okunan, Kur’ân Tilavetine de yeniden son verilmişti. 1983 seçimlerinden sonra, Merhûm Turgut Özal tarafından Topkapı Sarayı Mukaddes Emânetler Dairesinde yeniden Kur’ân Tilâveti başlatılmış ise de, Ayasofya’nın Hünkâr Mahfili açılmamış, sadece, Hünkâr Mahfili girişi, pâdişahların at’larından indikleri, abdest aldıkları bir süre dinlendikleri mahal ibâdete açılabilmiştir.
Bir diğer ağabey, Said Bilgiç, hukukçuydu. Memleketimizin önemli avukatlarındandı. 1944 Turancılık da’va’sının tutukluları arasındaydı. 1957 yılında Isparta, Demokrat Parti Milletvekili olarak Parlamento’ya girmişti. Diğer milletvekilleri gibi, Said Bilgiç de bir müddet Yassıada’da tutuldu. Anayasa’yı ihlâlden mahkûm edildi ve diğer milletvekilleri gibi Kayseri Cezaevinde tutuldu, daha sonra serbest bırakıldı.
Dr.Sadettin Bilgiç, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirmişti. Anadolu’nun ba’zı yerlerinde hekimlik yaptıktan sonra, Ankara Numune Hastahanesi’nde ihtisasına başlamış ise de ihtisasını tamamlamadan siyâsete atılmıştı.
27 Mayıs 1960 İhtilâlinden sonra, siyâsî parti’lerin kurulmasına izin verildiğinde, Dr.Sadettin Bilgiç, Adalet Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Genel İdare Kurulu Üyesi, Teşkilattan me’sul Genel Başkan Yardımcılığı’na getirildi.
1961 Genel Milletvekilliği seçimlerinde, Isparta Milletvekili olarak parlamentoya girdi. “Bizim şu su müdürü”, Süleyman Demirel de Adalet Partisi, Genel İdare Kurulu üyesiydi. CHP’li ve komünist gençler, Adalet Partisi Genel Merkezini basıp, binâyı tahrip ettiler ve orada bulunanları tartakladılar, darp ettiler. Bunun üzerine, Genel İdare Kurulu Üyesi olan Süleyman Demirel, şöförüyle istifânâmesini göndererek Adalet Partisi’nden ayrılmıştı. Adalet Partisi’nin ilk Genel Başkanı, Emekli Orgeneral, Merhûm Rağıp Gümüşpala’nın vefatı üzerine, Dr.Sadettin Bilgiç Teşkilattan Mes’ul Genel Başkan Yardımcısı bulunuyordu. Genel kurula kadar Genel Başkan Vekilliği’ne getirilmişti.
Anadolu hareketlenmiş, Milliyetçi-Muhafazakâr, Şarkîrkaraağaç Müftüsü, Sadık Efendi’nin oğlu Dr. Sadettin Bilgiç, Adalet Partisi’ne Genel Başkan seçilecekti. Öyle görünüyordu, herkes öyle zannediyordu. Anadolu delegesi bu emniyet içerisinde herhangi bir çalışmada bulunmuyordu.
Ne olduysa oldu. Kurultaya üç gün kala bir başka Ispartalı, Süleyman Demirel, Adalet Partisi Genel Başkanlığı’na aday oldu. Anlı-şanlı Türk Matbuâtı’nın büyük desteğiyle de Genel Başkan seçildi.
1969 seçimlerinden sonra, Süleyman Demirel’in hükûmeti ve parti yönetimini bütünüyle “Yeminli’lere” teslim etmesi üzerine arkadaşlarıyla birlikte önce 72’ler sonra 41’ler hareketini başlattı ve Demokratik Parti’nin kuruluşuna önderlik etti ve kurucuları arasına katıldı.
Gerekçeleri, haklı sebepleri her ne olursa olsun, Türk Siyâsi hayatında, ana gövdeden kopanlar, fazla muvaffak olamıyorlar. CHP’den kopanların her kopuşta haklı sebepleri ve gerekçeleri vardı. Fakat tutmadı. Adalet Partisi’nden bu kopuşun da çok haklı sebepleri ve gerekçeleri vardı. Fakat tutmadı.
Dr.Sadettin Bilgiç, Adalet Partisi’ne döndü. Artık ikinci adamlığı içine sindirmişti. Yeniden Genel Başkan Yardımcısı ve Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısıydı.
Dr.Sadettin Bilgiç, sol cenah’ın 2.M.C. diye adlandırdıkları (Açılımı; İkinci Milliyetçi Cephe Hükûmeti) 21 Temmuz 1977’de açıklanmıştı. –Bu hükûmette Millî Savunma Bakanı olarak vazifelendirilmişti.
Türk Siyâsi Hayatında, lider’lerimizin bir huyu vardı. Parti lideri, ileride kendisine rakîp olabilecek muhtemel lider adaylarını, kabinesinde, yıpratıcı, zor bir göreve ta’yin ederler. Nitekim CHP Lideri Bülent Ecevit, 1973 seçimlerinden sonra, MSP ile kurduğu koalisyon hükûmetinde, dünya’da ve memleketimizde, petrol krizinin had safhada olduğu bir dönemde, Deniz Baykal’ı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı’na getirmişti. Gelenek bozulmadı, Süleyman Demirel de aynı dönemlerde, kurduğu hükûmetlerde, muhtemel rakibi, Kamrân İnan’ı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı yapmıştı.
Süleyman Demirel, 21 Temmuz 1977 tarihinde kurduğu hükûmette Dr.Sadettin Bilgiç Bey’i niçin Millî Savunma Bakanlığı’na getirmişti?
Çiçeği burnunda Bakan’ın, Bakanlığı’nın ilk günleriydi. Ankara’ya gitmişken, kendilerine bir nezâket ziyâretinde bulunmak ve “Hayırlı olsun” demek için Ankara Bürosu Şefi ve Foto Muhâbiri arkadaşlarımla birlikte, Millî Savunma Bakanlığı’na ziyarete gittim.
Millî Savunma Bakanlığı’na girebilmek, ABD Uzay Dâiresine “NASA’ya” girmek kadar zordu. Sarı Basın Kart’larımızı, fotoğraf makinemizi bir yere bıraktık, her kademe bir önündeki kademeye telefon ediyor, makam’a ulaşıncaya kadar kaç kademeden geçtiğimizi hatırlamıyorum. Nihâyet makamdayız...
En sıkıntılı anlarında bile hep mütebessim. Bizi de müstehzî bir tebessümle karşıladı. “Hayırlı olsun, çok mühim bir Bakanlığa getirildiniz” dedik...
Mütebessim yüzündeki hüzün biraz daha derinleşmiş olarak, “Ya! Bana da öyle söylenmişti. ‘Doktor, seni çok önemli bir Bakanlığın başına getirdim. Millî Savunma Bakanı oldunuz. Hayırlı uğurlu olsun’ denilmişti. Fakat, burası benim için hiç de arzu ettiğim bir yer değildir. Bir kerre burası, Genel Kurmay Başkanlığı bünyesinde, enterne edilmiş, tecrid edilmiş bir yerdir. Millî Savunma Bakanlığı’nın protokol’deki yeri, Genel Kurmay Başkanlığı’nın ardındadır. İşlevi de ‘Asker’e alma, ordu’nun ba’zı ihtiyaçlarını tedârik’ gibi basit hususlardır.
Burada, tam bir tecrid halindeyim. Özel Kalem Müdürümü, Müsteşarımı bile seçme hakkım yok... Geçen gün bir Korgeneral makam’a geldi, selâm verdi ve ‘Ben sizin müsteşarınızım, Efendim’ dedi. Başka bir gün bir yüzbaşı geldi, selâm verdi ve ‘Efendim, ben sizin Özel Kalem Müdürünüzüm,” dedi. İşte burası böyle bir yer! Galibâ, Süleyman Bey beni buraya hapsetmek için Millî Savunma Bakanlığı’na getirmiş?!..”
Dr.Sadettin Bilgiç, siyâsetin halk ayağını en iyi bilendi. Onun işi hep teşkilat ile idi. Teşkilat, teşkilât, hep teşkilat...
Bir de siyâsî dedikoduya bayılırdı. Yemeyi, uyumayı da çok severdi...
Gülerek anlatmıştı. İstanbul’da, Tıp Fakültesinde talebe iken, bir gün sonra çok önemli bir imtihanı vardır. İmtihan, sabah erken saatlerdedir. Fakat Sadettin Bey uyuya kalmıştır. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi o yıllarda Beyazıt’dadır. Sadettin Bey Beyazıt’a geldiğinde, öğle ezanları okunmaktadır. “Nasıl olsa imtihanı kaçırdım, bâri cemaatle birlikte bir öğle namazı kılayım” diye Beyazıt Camiî’ne girer, büyük bir huşû içerisinde öğle namazını eda eder. Namaz çıkışı bakar ki, musallâ’da cenaze var, fakat etrafında pek az cemaat durmaktadır. Der ki, “bir de şu garibin cenazesine katılayım.” Cenaze namazı kılınır, diğer cemaatten olanlarla birlikte Sadettin Bey de cenazeye omuz verir. Beyazıt meydanında ilerlerken Sadettin Bey’in son olarak değiştirdiği kişi cenazeyi ta’kip etmekten vazgeçer. Tabuta omuz verenler, Sadettin Bey ile birlikte dört kişi kalmışlardır. Önde de bir imam...
Başka katılan olmaz, dört kişi Beyazıt’tan Topkapı Mezarlığı’na kadar cenazeyi taşırlar, imamla birlikte defnederler, dönerler. Çok sıcak bir İstanbul gününde, fena halde yorulmuştur. Akşam saatlerinde arkadaşlarından birisine rastlar, durumu anlatır, “İmtihanı kaçırdım, ama hayırlı bir iş yaptığım için derin bir huzur duyuyorum,” der.
Arkadaşı, “İmtihanı kaçırdığını da nereden çıkardın, bugünkü imtihanlar te’hir edilmiştir, yarın yapılacaktır,” der.
Sadettin Bey çok sevinir, bir gün sonraki imtihanlara iyi hazırlanır, tam vaktinde hazır olur ve çok başarılı olur...
“Hiçbir karşılık beklemeden yaptığım bir iyiliğin-güzelliğin karşılığını Rabbim hemen bana ihsan etti” derdi.
Merhûm, Gazeteci-Yazar, Avukat Ergun Göze Bey, Cağaloğlu’ndaki büromun hemen önündeki han’da bulunan Boğaziçi Yayınlarını idare ediyordu. Zaman zaman telefon eder, müsâid olduğunu, “eğer siz de müsâid iseniz, buyurun gelin, çay içelim, laflayalım” derdi.
Bir gün yine aradı, “Yanımda hem de Koca Reis var, hemen geliyorum” dedim. Gittim hoş-beş’ten sonra sohbeti koyulaştırdık, sohbet sırasında Koca Reis, sık sık soruyordu. “Ekmek yediniz mi?”, “Öğle yemeği yiyecek miyiz?”, “Yemek yediniz mi?” “Yemek yiyecek miyiz” değil, “Ekmek yediniz mi? Yemek yiyecek miyiz?” Biz Anadolu’lar, Sivaslı, Ispartalı, “Yemek yemeyiz”, “Ekmek yeriz”. Ekmeksiz doymayız, gerektiğinde, -gerektiğinde değil, her zaman- makarnayı, pilavı yufka ekmekle yeriz, hattâ kaşık istemeyiz, yufkalardan düzgün lokmalar yaparak katıkları yemekten büyük bir zevk alırız.
Gittik, lafladık, öyle ekmeğini beraber yedik. Her üçümüzde normalin çok fevkinde cüsseliydik. Üç Anadolu’lu neredeyse yürümüyor, yuvarlanıyorduk. Merhûm Ergun Göze ve Dr.Sadettin Bilgiç, artık berzah âlemindeler. Her ikisine de Rabbimin vâsî rahmetini niyaz ederken, evlâdına yakınlarına sabr-ı cemîl niyaz ederim.