DEDE KORKUT DESTANLARINDA KIRK SAYISI

 

Türkiye’nin birçok yerinde Kırklar Dağı, Kırklar camisi ve Kırklar Mescidi vardır. Trabzon Çaykara ilçesi Şekersu sınırları içinde Çaykara- Bayburt yolu güzergâhında Kırklar Dağı ve Kırklar Mescidi vardır. Aynı şekilde Çaykara- Bayburt yolu güzergâhı içerisinde Dede Korkut’un mezarı vardır. Dede Korkut hikâyelerinde de birçok kez “kırk” sözü geçmektedir. Bu nedenle bu “kırk” sözünün Kırklar Dağı ile ilgisi olduğu düşünülmektedir. Çünkü Dede Korkut hikâyelerindeki kırk yiğidin Oğuz ellerinden yani Bayburt’tan Trabzon’a gidebilecek yollardan geçebilmesi için en önemli ve en kısa yol güzergâhı Bayburt- Çaykara güzergâhı olduğu düşünülürse Kırk yiğidin korunaklı yer olarak bu “Kırklar Dağı’nda korunabildiği, konakladığı ve geçtiği güzergâh olduğundan bu adı almış olabilir. Daha sonra da bu adı, İslam literatüründeki “kırklar” kavramı ile ilişkilendirilerek bu adın günümüzde de Türk İslam ritüellerine uygun olmasını sağlamıştır. Bu nedenle önce Dede Korkut’u ve hikâyelerindeki “kırklar” sözünü açıklamak gerekmektedir.

Dede Korkut Kimdir?

Kesin olarak Dede Korkut’un kimliği, yaşadığı yer ve zamanı hakkındaki tarihler çelişkilidir. Yazdığı olayların geçtiği yerlerde efsaneleştirilmiş olduğundan Yunus Emre gibi birçok yerde mezarına rastlanmaktadır. Diğer adı olan Korkut Ata, kayıtlara göre ak saçlı, aksakallı, engin bilgili ve çok tecrübeli, güngörmüş bir Türk, gerekli hallerde keramet gösteren bir veli kişidir. Bu Oğuz atası, halkının baş danışmanı, hekimi ve kolça kopuzu ile obalarda Türk destanını söyleyen güçlü bilge ozanıdır. Korkut Ata’nın tarihî kişiliği ile ilgili henüz kesin tespitler ortaya konulamamıştır.

Batı Göktürkleri zamanında yaşamış, üstün bir bilge kişi olabileceği ileri sürülmektedir. Camiü’t Tevarih’in bildirdiğine göre, dört büyük Türk hükümdarına baş müşavirlik yapmıştır[1]. İhtiyar Dede Kor­kut Oğuzların akıl hocası, ozanlar piri, keramet sahibi ve her destanın cereya­nından sonra onu ilk tertip, tanzim ve nazm ettiği kabul edilen bir nevi müellif durumundadır[2]  Dede Korkut, ”Oğuz’un tamam bilicisi, ne derse olan, gayıptan türlü haberler söyleyen, Tanrı katından gönlüne ilhamlar verilen” biri, Orta Asya, Azerbaycan ve Anadolu Türkleri arasında saygı gören ulu bir ermiştir[3].

Dede Korkut’un birçok yerde makamı olduğu bilinmektedir. Anadolu’da: Bayburt’ta ve Ahlat’ta, Azerbaycan’da: Der­bent’te, Kazakistan’da, Akmescit’te ve Kırgızistan’da: Kazala’da Dede Korkut’a ait olduğu var sayılan mezarlardan bahsedilmektedir.

Dede Korkut’ un Bayburt ilindeki mezarı Masat Köyündedir. Bayburt Valiliği; ilin sosyal, kültürel, bilimsel, sportif, ticari ve ekonomik canlılık kazandırmak amacıyla bir şölen düzenlemeyi planlamış, şölene Orta Asya’dan Anadolu’ya göçen Alp Erenlerden biri olan ve bütün Türk lehçelerinde ve coğrafyalarında tanınan, hikâyeleri dildin dile anlatılan bu ulu büyüğün adını vermeyi uygun bulmuş ve 1995 yılından itibaren “Dede Korkut Kültür – Sanat Şöleni’ni düzenlemeye başlamıştır. Bu festivalin yapıldığı yer ile Kırklar dağı arasında çok az mesafe vardır. Yürüyerek birkaç saat bile sürmeyecek kadar kısa yol üzerindedir. Buradan Trabzon’a gitmek için en kısa yol Çaykara’dan aşağı inilen yoldur. Bu nedenler Kırklar Dağı bu yolun güzergahında zirvede fakat korunaklı yerleriyle önemli konaklama yeri sayılır. Ancak tepede olması dolayısıyla, soğuk dağ iklim koşullarıyla yaşama alanına uygun olmayıp ortalama kırk kişiye uygun korunaklı yerin olması ve buranın hem konaklama hem mescid özelliği taşıması ile bu mescid dağın adını alır. Dağın “Kırklar Dağı” olması ve Dede Korkut’un çoğu hikayelerinde kırk kahramanın olması arasında bağ vardır. Hele bı kırk kahramanın Trabzon tekfurunun kızını almak isteyen Kan Turalı ile beraber olduğunda geçmek zorunda oldukları yer olduğundan dağın “kırklar dağı” adını alması mümkündür. Hele buna Dede Korkut’un diğer hikayelerindeki kırk kahraman, kırk  eşkıya, kırk kötü adam, kırk ince belli genç kız gibi insanların bu yolları kullanmaları “Kırklar Dağı” efsanesinin doğmasına sebep olmaktadır. Bu durumda Çaykara’daki Kırklar Dağı adının köklerini en kesin olarak Dede Korkut hikayelerinde aramak gerekir.

Dede Korkut destanları ve hikâyeleri, tarih boyunca Türk Milletinin özellikle Oğuz Boylarının ruhunu, kültürünü, dilini, bütünlüğünü epik bir eserdir. Eserde; olayları yapan ve yaşatan genelde Türk boylarının aile yapısı, üstün ahlâkı, sağ­lam karakterleri, toplumun kültür değerleri ifade edilmektedir. Dede Korkut destanlarında Oğuzların ana yurtları, yeni yurt kazanma mücadeleleri sırasında Ön Asya ve Anadolu’ya göçleri hayat serüvenleri destan üslûbuyla, zaman zaman yerel mitolojik öğelere de yer vererek, zaman zaman masal çizgilerine yaklaşan bir üslup ile ozan Dede Korkut’un ağzından anlatılmaktadır. Bu bakımdan Dede Korkut destanları Türk tarihinin en önemli edebiyat eserlerinden biridir.

Dede Korkut hikâye­leri, destanî nitelikleri ve toplum hayatını dile getirmesi yönünden, Türk mille­tinin edebi, estetik ve geleneklerini yansıtması bakımından, tek ve sınırlı bir dev­rin ürünü değildir. Hikâyelerdeki olaylar, eski dönemlerin izlerini taşımakta olup, XIII-XV. asırlarda Doğu Anadolu ve Kafkaslardaki Türk topluluklarının yaşayışlarından kaynaklanan olaylardan çizgiler vermektedir (Cemşidov, 1990:16).

“Dede Korkut destanları, Oğuzların Yakın Doğu’ya gelmeden önceki hayatla­rına ait hatıralara dayanmaktadır. Oğuzların IX.-XI. asırlarda Siri Derya kuzeyin­deki yurtlarındaki hayatlarının destanımsı anlatımıdır. Destan tarzında dilden dile anlatılan Oğuz toplumunun hayat serüvenleri, Kafkasya ve Doğu Anadolu’ya göçlerinden sonra yeni unsurlarla gelişip, zenginleşerek destan devresini ta­mamlayamadan yazıya aktarılmıştır”[4]. (). Şeklinde bir ifade vardır. Yani Dede Korkut destanları Anadolu’ya gelmeden önce yazılmış ve Anadolu’da bu destanlara ek olarak Anadolu ve Kafkasya motifleri işlenmiştir.

“Dede Korkut destanlarından biri olan Kan Turalı hikâyesinde adı geçen kahraman Kanturalı’nın tarihte Akkoyunlu beyi Tur Ali ile oğlu Kutluk Bey’e izafeten anıldığı düşünülürse de adı geçen tarihlerde Trabzon’da Bizans İmparatorluğu Trabzon ve çevresine hâkim değildir. Trabzon’da 1204 yılından itibaren Trabzon Rum İmparatorluğu vardır. Bu nedenle Kanturalı’nın Anadolu’da Bayburt yöresinde gözükme oranı Anadolu’nun Malazgirt Savaşı ile birlikte Türkleşmeye başladığı 1071 yılından sonra, 1204 yılından önce aramak gerekir. Bu tarihler arasında Bayburt’ta önceleri Danişmentoğulları daha sonra Saltuklular hâkim olmuşlar bir ara 1. Aleksi Komnenos’un Trabzon tekfuru Thedeora Gabris tarafından ele geçirilmiştir. Bu döneme ait Kan Turalı adına ya da Kanglı Koca adına da rastlanmamaktadır. Ancak Bayburt’un diğer çoğu Doğu Anadolu şehirleri gibi yeni yurt olmasında kökleştirme ve yurt kazandırma çabaları için Kan Turalı çok önemli bir kültürel etki yapabilir. Bu duruma göre Trabzon’un tarihte bilinen tekfuru ve 1. Aleksi Komnenos’un zamanında olabileceği düşünülmektedir. Bu nedenle Kan Turalı hikâyesinin 1. Aleksi Komnenos’un imparatorluk yaptığı 1081- 1118 arasında Bayburt- Çaykara- Of- Sürmene ve Trabzon yolları ve arasında geçmiş olabileceği varsayılmıştır.”[5] Bu açıdan bakıldığında Çaykara Şekersu köyü yaylasında Kırklar Dağı bu geçiş yollarının önemli yerlerinden biridir.

                              

BOĞAÇ HAN HİKÂYESİNDE KIRKLAR

                   “ Oğlu kızı olan beylere tamı tamına kırkar hizmetkâr gün boyu izzet ü ikramda bulunmuş…”

                   “ Meğer Dirse Han adında bir bey varmış. Oğlu kızı yok imiş. O sabah Dirse Han, kırk yiğidini yanına alarak erkenden yola çıkmış. Az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş.…”

                    “Bayındır Han’ın sözleri Dirse Han’ın yüreğine zehirli ok gibi saplanmış. Ama elin ağzı torba değil ki büze! Oturduğu yerden doğruluverip kırk yiğidine seslenmiş…”

                    “Dirse Han, yedi yıl sonra bulduğu oğlu için dokuz koçu birden kurban eylemiş. Etini fakir fukaraya dağıtmış. Kırk gün boyunca önüne çıkana altın gümüş bağışlamış…”

                  “Boğaç, bileğine ve yüreğine sağlam bir yiğit olunca babasının adamlarıyla gezmez olmuş. Yanına kendisi gibi gürbüz, kendisi gibi cömert kırk yiğit alarak bunlarla arkadaşlık etmeye başlamış…”

                 “Dirse Han’ın adamlarından yirmisi huzuruna çıkarak, “Hanım biliyor musun neler olmuş? Senin onmayası oğlun kırk adamıyla Oğuz boylarına saldırmış…”

                 “Dirse Han, bilir misin neler oldu? Senin oğlun kırk adamıyla beraber senden habersiz av avladı. Kuş kuşladı. Kara dağlarını kırdı geçirdi…”

                  “Dirse Han o vakte kadar Boğaç’ı öldürmeyince kırk namert yerinde duramaz olmuş. …”

                   “Boğaç, babasının önünden bir o yana, bir bu yana geçtikçe kırk namert fırsatı ganimet bilmiş. Kırk namerdin kırkı birden, “Dem bu demdir.” deyip Dirse Han’a yaklaşmışlar…”

                   “Dirse Han, koşup oğlunun üstüne kapanmak istemiş. Ama o kırk namert, buna bile izin vermemiş. Atının dizginlerini çekerek Dirse Han’ı alıp evine getirmişler…”

                   “Gülçehre, Dirse Han’ın geldiğini duyunca sevinçle avluya çıkmış. Kocasını karşılamış. Kırk adamı ile perişan bir hâlde çıkagelen Dirse Han, hanımına ne selam sabah eylemiş ne de bir tek söz söylemiş…”

                    “Fakat Dirse Han’dan tek kelime cevap alamamış. Kırk namert karıyla kocanın arasına girip, “Oğlun sağdır, esendir. Av tadını alınca geyik peşinden gitti. Akşam sabah demez, çıkar gelir. Sen kaygılanma. Bey ise sarhoştur, sana cevap veremez!” demiş. …”

                   “Az önce boz aygırlı Hızır geldi. Yaramı üç kere sıvazladı. ‘Ana sütü ile dağ çiçeği yaranın merhemidir.’ deyip gitti.” demiş. Kırk ince kız, bunu duyunca hemen dört bir yana yayılmış…”

                  “Boğaç kırk günde iyileşip ayağa kalkmış. Artık eskisinden daha iyi at biner, yay çeker, ok atar olmuş. Bunu duyan kırk namert bir araya toplanmış: “Dirse Han, oğlunun sağ olduğunu duyar da gerçeği öğrenirse hiçbirimizi yaşatmaz…”


                   “Boynuna kıl sicim takıp at ardında sürüdü. Aksakallı babanı kırk namert götürdü.

Kâfir ilinde köle diye satacaklar, durma oğul, durma!...”

                        “Bu kara haber üzerine atına atladığı gibi yürümüş. Kırk namerdin ardına düşmüş. Boğaç’ın gittiğini gören kırk kan kardeşi de onun ardı sıra at koşturmuş. Kırk namert, Dirse Han’ı sürüyerek bir müddet yol gitmiş…”

                        “Ağaçlık bir yere varınca durmuşlar. Dirse Han’ı bir ağaca bağladıktan sonra yiyip içmeye başlamışlar. Boğaç, iz süre süre kırk namerdi konduğu yerde bulmuş…”

                       “Boğaç, hızla kırk namerdin üstüne çıkagelmiş. Kırk namert, Boğaç’ın tek başına geldiğini görünce birden ayaklanmış. Birer kahkaha atıp, “Gelin, oğlunu da tutalım. İkisini bir paraya satalım!” deyip kırkı birden saldırmış. Boğaç, geldiği yöne doğru kaçmaya başlamış. Kırk namert de onun arkasından hücum etmiş. Boğaç, kırk namerdi babasından uzaklaştırıp, arkadaşlarının olduğu yere çekince geri dönmüş. Arkadaşlarına el eylemiş. Kırk yiğit ağaçların arasından çıkarak Boğaç’ın etrafında toplanmış. Boğaç ile kırk kan kardeşi kaz sürüsüne şahin dalar gibi kırk namerde saldırmış. O an büyük bir savaş kopmuş. Meydan dolu baş olmuş. Kırk namerdin yirmisi kılıçtan geçirilmiş…”

Kırklar dağındaki insan yapımı korunaklı yer, içerisinden sağa ve ileri oldukça kapalı alan vardır.

ULAŞ OĞLU SALUR KAZAN HİKÂYESİNDE KIRKLAR

                   “Kazan Bey’in otağını tırtıl gibi dalamışlar. Kızını gelini korkutup ağlatmışlar. Kırk bey kızı ile servi boylu Burla Hatun’u esir etmişler…”

                    “Salur Kazan’ın oğlu Uruz ile üç yüz adamını boyunlarına ip geçirip at ardında biz sürüdük. Gürcistan’a biz götürdük. Salur Kazan’ın hanımı boyu uzun Burla Hatun ile kırk bey kızını biz esir ettik. Salur Kazan’ın yerinden kalkamayan ihtiyar anasını deve boynuna asarak biz götürdük…”

                     “… Kara donlu, eğri dinli kâfirler gelmiş. Evini otağını tırtıl gibi kâfirler dalamış. İhtiyar anacığını deve boynuna asarak kâfirler götürmüş. Burla Hatun ile kırk bey kızını kâfirler esir etmiş. Uruz’u boynuna ip geçirip at ardında kâfirler sürümüş…”

                        “ Burla Hatun’un can evine ateş düşmüş. Kara bağrı sarsılmış. Aydınlık gözleri kararmış. Aklı başından gitmiş. Nihayet kendini toplayıp kırk bey kızının arasına karışmış…”

                        “…Birbirine benzeyen kırk bir tane bey kızı, bey hanımı ileri çıkıp “benim” diye cevap vermiş…”

                        “…Bunu duyunca kırk bey kızına tembih verip arasına karıştım. Kâfirler geldiler. Beni bilemediler. Kâfirler etimi kesince, kavurup önünüze koyunca kırk bey kızı bir lokma yerse; sen iki ye. Yeter ki kâfir seni bilmesin…          

                        “…. Kahraman koç yiğitlere yer, yurt, altın, gümüş, şalvar, cübbe dağıtmış. Uruz’un başı için kırk cariye ile kırk köle azat eylemiş…”

BAMSI BEYREK HİKÂYESİNDE KIRKLAR

                       “…İç Oğuzlarda Bay Büre adında bir bey varmış. Bay Büre’nin dünya malından yana nasibi pek açıkmış. Kapısında tavla tavla atları, katar katar develeri, kırk çobanlı sürüleri varmış…”

                       “…Bay Bîcan adını da Banı Çiçek koymuş. Banı Çiçek’e kırk bir tane dadı tutmuş. Ona gözü gibi baktırmış…”

                       “…Günlerden bir gün Bay Büre’nin oğlu atlanmış. Kırk arkadaşı ile ava çıkmış. Av avlamış. Kuş kuşlamış. Dağ bayır dolaşmış. Yorulunca yeşil bir düzlüğe, taze çimenliğe gölgelik kurup oturmuş. Kırk arkadaşı ile yiyip içmeye başlamış…”

                          “…Beni seven arkamdan gelsin.” deyip yürümüş. Kırk yiğidi de onun peşi sıra koşturup gitmiş. Oğuz yiğitleri iz sürüp kâfirin üstüne varmışlar.

                             “…Bay Büre’nin oğlu kırk yiğidi ile kaz sürüsüne şahin dalar gibi kâfirin arasına dalmış. Bir çalışta kırkını birden yere sermiş…”

                               “…Bay Büre, erkek atlarının arasından kısrak görmemiş bin aygır seçmiş. Erkek develerinin arasından dişi deve görmemiş bin buğra seçmiş. Koç sürüsünden koyun görmemiş bin koç seçmiş. Arkalarına kırk çoban tutup sürdüre sürdüre getirmiş…”

                     “…Dedem Korkut, “Dur hele oğul! Pire dediğin sığır sineğine benzer. Tehlikeli bir canavardır. Kırk değil, bin çoban tutsan önünü alamazsın…”

                      “…Bay Büre ile Bay Bîcan Beyler ağır düğün dernek kurmuşlar. İç Oğuzları, Dış Oğuzları bir araya getirmişler. … Kırk gün, kırk gece düğün dernek eylemişler…”

                        “…Geceleyin Bamsı Beyrek’in otağına baskın vermiş. Uykuda iken basıp kırk yiğidini öldürmüşler. Beyrek’in de kollarını arkasından bağlayıp boynuna ip geçirmişler…”

                           “…Köpeğiniz adı Barak değil mi? Senin adın kırk oynaşlı Boğazca Fatma değil mi?...”

                      “Kalbi yumuşayan Beyrek de onu affetmiş. Yeniden kırk gün, kırk gece düğün edilmiş. Beyrek, Banı Çiçek ile evlenmiş…”

SALUR KAZAN OĞLU URUZ HİKÂYESİNDE KIRKLAR

                    “…Uruz da kırk arkadaşı, kan kardeşi ile atlanmış. Babasının yanı sıra kara dağlara doğru ava çıkmış…”

                     “…Uruz’a dönüp, “Gözümün nuru oğul! Şimdi sen kırk kan kardeşini yanına al. Karşı yatan kara dağa pusu kur…”

                       “…Uruz, babasının sözünü kırmamış. Kırk kan kardeşini, oyun arkadaşını alıp yüce dağ başına varmış…”

                      “…Hele Kazan Bey, öyle güzel savaşıyormuş ki bir vuruşta kırk kâfiri birden yere seriyormuş…”

                      “…Uruz kırk arkadaşı ile kâfirlerin ok yağmuruna tutulmuş. Uğursuz okun biri gelmiş, yiğitler yiğidi Uruz’un atının göğsüne saplanmış. Kara koç at dizlerinin üzerine yıkılıp oracıkta can vermiş. Bir anda kâfirler, Uruz’un üzerine üşüşmüşler. Kırk yiğidi geri dönüp Uruz’un uğruna çok savaşmış. Ama kalabalık karşısında fazla dayanamamışlar. Kırkı birden şehit düşmüş…”

                        “…Kazan Bey arkalarından gitmemiş. Yiğitleriyle dönüp oğlunu gönderdiği yere gelmiş. Bakmış ki ortalıkta in cin top oynuyor. Ne oğlan var ne de kırk arkadaşı…”

                        “…Bir yerde Uruz’un büyük cins atı ile şehit düşen kırk arkadaşını görmüş. O an Kazan Bey’in aklı başından gitmiş... Nihayet kendini toplayıp kırk kuzunun arasında oğlunu aramış…”

                      “…İç Oğuz, Dış Oğuz beyleri hep gelmiş. Bey hanımı, han kızı boyu uzun Burla Hatun, kırk kız ile yetişmiş. Gelen meydana girmiş. Kâfirlerin üzerine atılmış…”

                      “Kazan Bey, burada kırk büyük otağ kurdurmuş. Yedi gün, yedi gece ziyafet vermiş. Oğlunun başı için, kırk evli kul ile kırk cariye azat etmiş…”

DELİ DUMRUL HİKÂYESİNDE KIRKLAR

                      “…Sırat Köprüsü gibi bir köprü yaptırmış. Geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alır olmuş…”

                      “…Deli Dumrul, kırk çavuşlu otağında kırk yiğidi ile yiyip içerken ansızın Azrail gelmiş…”

                      “…Deli Dumrul’un dediğinden ne kapıcılar bir şey anlamış ne çavuşlar ne de yiyip içtiği kırk yiğidi…

                      “…Oğul, oğul!’ diye ağlar mısın? Kırk gün karalar bağlar mısın?” demiş…”

                      “…Vara, zalimlerin elinde tutula idin, Kırk katlı zindanlara atıla idin!

Altın gümüş gücü ile seni kurtara idim…”

                      “…Üstüne yüz kırk yıl ömür verdim. Var git, babasıyla anasının can al.” demiş. Hakk’ın emri vâki olmuş. Azrail, Deli Dumrul’un, babasıyla anasının canını almış. Deli Dumrul da Aykız ile birlikte yüz kırk yıl yaşamış.”

KAN TURALI HİKÂYESİNDE KIRKLAR

                      “Kanglı Koca, yanına kırk aksakal alıp sevine kıvana oğluna kız aramaya çıkmış. Kırk bir ihtiyar İç Oğuzları gezmiş. Kan Turalı’nın istediği gibi bir kız bulamamışlar…”

                      “Hepsi kara boğanın elmas mızrak gibi boynuzu altında delik deşik olmuşlar. Kırk aksakal ile Kanglı Koca, bey oğullarının akıbetinin üzerine gelmiş. Her biri, Selcan Hatun’u görüp beğenmiş…”

                      “Kan Turalı, korktu diye yüzüme vurmaz mı?” deyip kestirip atmış. Nihayet anasının babasının ellerini öpüp kırk yiğidiyle yola çıkmış…”

                      “Bunların ardınca Selcan Hatun, kırk cariyesi ile meydanın başındaki köşküne geçmiş. Herkes yerine oturunca borular susmuş. Davullar dinmiş. Trabzon Beyi, Kan Turalı ile kırk yiğidini huzuruna kabul etmiş…”

                      “Sarı elbiseli Selcan Hatun, kırk kırmızılı kız arasından papatya gibi bakıyormuş. Kan Turalı varıp er meydanına çıkmış. Trabzon Beyi, “Vallahi, bu yiğidi gözüm gördü. Gönlüm sevdi. Kızımı ona verdim gitti.” demiş. Bir gün sonra kırk yerde, kırk büyük otağ kurdurmuş…”

                     “Kan Turalı, kırk yiğidini babasına müjdeci göndermiş. Sonra da göle karşı çadır kurup iki yavuklu yiyip içmeye başlamış…”

                        KAZILIK KOCA OĞLU YEGENEK HİKÂYESİNDE KIRKLAR

                     

                “…Oğuz gazileri Bayındır Han’ın divanına gelirken kâfir elindeki kırk kalenin anahtarını hediye getirmişler.

                “… Kazılık Koca, göçünü çözer çözmez Düzmürd Kalesi’ne saldırmış. Karşısına çıkan kâfirlere kan kusturmuş. Bir kılıçta kırkının kellesini birden uçurmuş.

                “…Kâfirler, Kazılık Koca’yı ayağından sürüyüp götürmüşler. Kırk kapılı bir zindana atmışlar. O saniye Hakk teâlâ, Cebrail’e buyurmuş: “Şu kuluma kırk er kuvveti verdim. Git, bileğine himmet eyle.” demiş…”

                 “…Seğrek,kâfirin daha kalabalık geldiğini görünce adeta uçarak atına atlamış. Kaz sürüsüne şahin gibi kâfirin içine dalmış. Bir vuruşta kırk kâfiri birden yere sermiş….”
                “… Uşun Koca, o gün büyük otağlar diktirmiş. Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirmiş. Erkek cinsi besili mallardan birer sürü kırdırmış. Kırk yerde geniş ağızlı kazanlar kurdurmuş…”

                  SALUR KAZAN’IN ESİR DÜŞTÜĞÜ HİKÂYEDE KIRKLAR

                  “…Salur Kazan kopuzu almış eline, başlamış söylemeye: On bin, yirmi bin, kırk bin düşman ne ki bre kâfir? Yetmiş bin, seksen bin, doksan bin düşman ne kibre kâfir? …”

                    “…Üzerine bir çakı bile almadan at binmiş. Kırk yiğidi ile Aruz Koca’nın evine varmış. Selam verip içeri girmiş…”

                   “…Beyrek’in kırk yiğidi kalkmış. Ak çıkarıp kara giyinmiş. Sahibinin öldüğünü belli etmek için ak boz atının kuyruğunu kesmişler…”

                  “… Meğer Dirse Han adında bir bey varmış. Oğlu kızı yok imiş. O sabah Dirse Han, kırk yiğidini yanına alarak erkenden yola çıkmış…”

                  “…Altına kara keçe atmış. Sırtına kırk budaklı çam kütüğü dayamış. Önüne kara çanak içinde kara koyun yahnisinden bırakmış: “Bayındır Han’dan buyruk böyledir, hanım…”

            ÇAYKARA’DAKİ KIRKLAR DAĞI VE MESCİDİ HAKKINDA

 Dede Korkut Hikâyelerindeki “kırk kahraman”, “kırk yardımcı”, “kırk eşkıya”, kırk ince belli kız”, “kırk çoban” “kırk yardımcı” gibi kavramlar hikâyelerin geçtiği yerlerden biri olan Trabzon ile diğeri olan Bayburt arasındaki yol güzergâhından dolayı, bu yol üzerinde bulunan “Kırklar Dağı” nın adının bu zamanda gelmiş olması gerekmektedir. Üstelik bu zamanlarda Sürmenin yayla köylerinden olan Arpalı köyünde bin yıldan fazla tarihlenen fakat henüz korunmaya alınmayan tarihi ağaç, kütük Türk evlerinin olduğu da düşünülürse oraya birkaç kilometre kadar yakın olan kırklar Dağındaki Kırklar Mescidinin adını Dede Korkuttan aldığı söylenebilir.

Kırklar Dağı ve Çaykara Bayburt yolları

               Bir sonraki yazıda Dede Korkut hikâyelerinde geçen “kırk”lar ile İslami kavramlar arasında geçen ilişkilerden yola çıkılarak İbrahim Tuncer ile birlikte yaptığımız çalışma da sunulacaktır. 


[1] Dede Korkut Kitabı (Ergin, 1958:34)

[2] Dede Korkut Kitabı  (Ergin, 1971:XIV).

[3] (Gökyay, 1973:CXXXVII).

[4] Ergin, Muharrem, Dede Korkut Kitabı I, İstanbul 1. Baskı: 1958., 4. Baskı, 1997:56

[5] Haşim Albayrak- Dede Korkut destan Kahramanı Kan Turalı, Osen Kitap, İstanbul, 2015