Aidiyet; kişinin yaşadığı yere, topluma, yaptığı işe ve çalıştığı iş yerine kendini bağlı hissetmesi, bunlarla yakın temas kurabilmesidir.
Aidiyet duygusu devlet ve millet kavramlarında çok önemlidir. Bu kavramlarla ilgili aidiyet, farklı etnik kimliklerde de olsa, ortak yaşama kültürü içinde, kederde, kıvançta birlik içinde olmayı ve bayrağı altında yaşadığı devletin, içinde bulunduğu milletin menfaatlerini koruyup kollamayı ifade eder.
Aidiyet duygusu; aile fertleri ile her türlü imkanlarından yararlandığı ülkeye, o ülkede doğup büyümeseler de, minnet duygusunun gereği olarak bağlılıktır bir bakıma.
Aidiyet duygusu, bir milletin fertlerini birbirine bağlayan harçtır aynı zamanda. Bu harç ortak kültürel zeminde karılır ve ortak ülkülerle onlarca-yüzlerce yıl içerisinde sağlamlaşır. Devletin devamlılığı için gerekli olan bu harcın aşındırılmadan devam ettirilmesi, daha da güçlendirecek şartların sağlanması devletin görevidir.
Aidiyet duygusu bizde Türk Milletinin tarihten gelen karakter yapısı, bayrak ve vatan sevgisi başta olmak üzere milli kültürel değerleri üzerinde şekillendirilir. Bunlar çocukluk çağından itibaren, ailede, okulda, toplumda, medya organlarında geliştirilir ve buna “Milli Şuur“ denir. Askerinde de, sivilinde de böyledir.
Anadolu Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan , Kırım’dan çok göçler almıştır. Bu coğrafyalardan gelenlerin çoğunluğunun Türk asıllı olmaları sebebiyle, onların aidiyetleri konusunda bir sıkıntı çekilmemiştir. Onlarla ilgili bir olumsuzluk yaşanmadığı gibi, gelenlerin çok yönlü olumlu katkıları da olmuştur.
Türk Milleti her zaman farklı etnik yapıdaki ve farklı kültürlere sahip milletlerle/toplumlarla ortak yaşama, adına “ hoşgörü kültürü ”diyebileceğimiz kültüre sahip olmuştur. Bunların en büyük örneği, bir insanlık medeniyeti olarak kabul edilebilecek Osmanlı İmparatorluğu’dur.
Türk Milletinin karakterinde ve genlerinde ırkçılık yoktur. Türk Milleti çeşitli coğrafyalarda kendisi soykırımlara uğramış, ancak kendisi soykırım yapmamış, fethettiği ülkelerde böyle bir niyeti de olmamıştır. Tarihi belgelerde bunun aksi gösterilemez. Türk Milletinin soykırım yapma karakteri olsaydı, bugün Balkan coğrafyası başta olmak üzere, birçok coğrafyada olan milletler tarihten silinmiş olurlardı.
Büyük Atatürk başlangıçta “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir“ tanımlamasını yaparak genel çerçeveyi çizmiştir. Bu tanımlama başka soya mensup olanların, asıllarını inkar etmeleri anlamına gelmez. İsteyen diğer bazı devletlerde olduğu gibi, ben falan asıllı, Türküm veya Türk vatandaşıyım diyebilir. Önemli olan çatısı altında bulunduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletine samimi aidiyet duygusu ile bağlı olmasıdır.
Cumhuriyetin temel kuruluş felsefesinde, vatandaşlarında aidiyet duygusunun gelişmesine büyük ehemmiyet verilmiş bunun gerekleri açıkça ortaya konmuştur. Bunların başında, vatandaşları arasında hiç bir ayırım yapmadan her alanda tanınan fırsat eşitliği ve kanun önünde eşitlik gelir. Cumhuriyetin 100 yıllık geçmişi bunun açık delilidir.
Bu sebeple; zaman zaman ülkemizin bir mozaik yapıda olduğu sözleri, çeşitli şekillerde adlandırılan kimisine göre 26, kimisine göre daha farklı sayıda yapının yer aldığını belirtmek ayrışmalara sebep olacağının farkında olunması lazım. Bu tür söylemlerin sık tekrarı ancak dış mihrakların projelerine hizmet eder. Ne adla olursa olsun, farklılıklarımızı bir zenginlik olarak kabul edip, ayrışmalara/bölünmelere fırsat vermeden, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da kaynaşarak yolumuza devam etmeliyiz.
2011 den beri Suriye’de olanlar aidiyet duygusunun, milli şuurun ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermiştir. Farklı etnik yapıda ve inançta da olsalar, insanlarını ortak ülkülerde birleştirimeyen, kaynaşmalarını sağlayamayan ülkelerin benzer akıbete uğramaktan kurtulamayacağı bir kere daha anlaşılmış olmalı.
Demokrasinin beşiği kabul edilen İngiltere’de eğitim gören, insan haklarının ne demek olduğunu iyi bilen Beşer Esad ülkesinde hayırla hatırlanacak çok şey yapabirdi, ama yapmadı. Babasından kalan kötü mirası devam ettirdi. Sonuçta vatandaşlarının yarısını sığınmacı, mülteci durumuna getirdi ve ülkesini bölünmenin eşiğine getirdi. Ülkeyi terketmesiyle yaptığı zulümlerle anılacak olan, 61 yıllık Baas rejimi de sona ermiş oldu.
Suriye’de halen birçok konuda belirsizlik hakimdir. Sahada Suriye topraklarının önemli bir kısmını işgal eden ABD’nin desteklediği PKK/PYD terör örgütlerinin çıkarılma savaşları devam ediyor. İsrail Şam’a doğru işgallerine devam ediyor. Suriye bölünecek mi, bölünmeyecek mi ? Bölünecekse kaça, nasıl bölünecek tahminleri farklı. Buna diplomatik savaşlarla büyük aktörler karar verecek.
Suriye’de sahada küçüklü, büyüklü birçok aktör bulunmaktadır. Türkiye, ABD, Rusya ve İran’dan ibaret dört büyük aktörden, Suriye’nin geleceği konusunda en çok söz sahibi olması gereken ülke Türkiye’dir.
Türkiye, 2011 yılından beri Suriye olaylarında Suriye’den sonra en fazla zarara uğrayan ülkedir ve Suriye ile 900 km lik sınırı vardır. Diğer büyük aktörlerin üçü de Suriye’de çeşitli menfaatlar ve projeleri sebebiyle bulunurken, Türkiye hiç bir menfaat gözetmeden, kendi güvenliği ve Suriye halkının menfaatları için bulunmaktadır.
Suriye’deki yeni yapılanma Türkiye için önemlidir.Türkiye’nin Suriye konusunda tavrı nettir: Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmalıdır. Suriye toprakları Suriye halkınındır. Suriye halkı kendi geleceklerine kendileri karar vermeli ve topraklarında barış ve huzur içinde yaşamalıdır.