Önce, Vatan Şairi Akif’ten özür dilemeliyim. Çünkü onun Safahat’ında milletimizin sosyal dertlerinden bir kısmını dile getirdiği güzel şiirlerinden birinin adı “Küfe”dir. Benim ise anlatacağım yanılgı ve gerçekte; ondaki yüksek insani duygu ve değerlerden eser yoktur. Aksine insanlığın tefessüh ettirilmesine atılan zalim nalınların ses ve ilkel görüntüleri vardır. Akşama kadar ağırlığını iyice hissettiren gözlüklerimi bir kenara koydum. Fulü da olsa televizyona böyle bakmayı yeğliyorum. Evde kral ben olduğum için (tabi geçici ve sınırlı olarak) kumanda elimde. O da ne? Fazlaca itilmiş kakılmış bir küfe, siyah, ipi kendine dolanmış. Allah, Allah… Şaşkınlığım kısa sürüyor. Mide bulantısıyla kanalı değiştiriyorum. Meğerki benim eski ve pis bir küfe zannettiğim ve kımıldamasına hayret ettiğim şey, besiye yönelmiş bir dişi kişinin şeyiymiş. Semerin ortasından geçtiğini zannettiğim ipte iki lop arasına (beyin loplarından özür dilerim) girmiş mayo unsuruymuş. Lanet olsun dedim. Hani her şerden bir hayır doğar derler ya, bu da öyle oldu. Bir Fransız tarafından yazılmış temizliğin tarihi anlamına gelen kitabı okumaya devam ettim. Gerçi bu kitabın her sayfasında Avrupa’nın 20.yy başlarına kadar nasıl bir pislik içinde yaşadığını anlatıyor. Ama pisliği müşahede etmekle, lafını etmek arasında fark var. Ayrıca biri pislikten temizliğe yönelişi anlatıyor diğeri gırtlağına kadar pislikte olmanın halet-i ruhiyesini. Yüreğim yerinden oynamıştı. Öfkem acıya dönüştü. Kendi izzetini ayaklar altına almış bu şahsın çoluk çocuk sahibi olması beni daha da kederlendirdi. Acaba onlar bu hali, şimdi bile içlerine sindirebilecekler mi? Asla bunun mümkün olmadığı kanaatindeyim. Gün gelip o yavruların bakışları sinenize mıh gibi saplandığında, sözleri yüzünüzde tükürük gibi patladığında korkarım ki, iş işten geçmiş olacak. Bu zavallıların gözyaşlarını reklâm malzemesi yaparak milletin asil duygularını istismar ettiğini de hatırladım. Aklıma “fazla merhametten maraz doğar” sözü geldi. Biz milletimizin değerlerini hiçe sayan bu zavallılara gereğinden fazla acıyoruz. Bu şahıslara sanatkâr demek, sanat adına bunları izlemek, sanata bühtan sanatçıya hakarettir. Şayet bunlara gereken dersi vermek istiyorsak ki; bu onlar için de faydalı olacaktır. Teşhirciliği ve duygu istismarını meslek edinenleri dinlememek ve seyretmemek zorundayız. Millet bilinci bunu gerektirir, vatandaşlık sorumluluğu budur. Bakın sizinle 1986 yılında yaşadığım bir olayı paylaşayım: Bodrumda ilk kurulan tatil köylerinden birinde muhasebe işlerini koordine etmek üzere görevliyim. Müşterilerimizin tamamına yakını yabancı. Çoğunluk sırasına göreAlmanlar, Avusturyalılar, Fransızlar, İngilizler Birer hafta veya on beş gün konaklıyorlar. Günün birinde küçük bir İsviçreli gurup da giriş yaptı. O günden birkaç gün sonra müdüriyetten restoranda gidiyorum Başım önümde. Etrafımda bir homurtu yükseldi insanlar bir yöne yönelmişler ve tepkililer. Ben de o tarafa bakınca bu küfe hadisesinin daha dramatik bir haliyle karşılaştım. Zira bayanın siyah tülle kararttığı şeyi bunda doğal, üstelik ipte yok. Restorana gittim biraz sonra müdüriyetin önünde insanların toplanmış olduğunu gördüm. Hem de Almanlar ve diğerleri. Vurguluyorum çünkü özellikle Almanların dışındaki guruplar restoranda Almanlarla yeme yemek istemezler. Bize kök söktüklerdi. Şimdi ise beraber müdüriyetin önünde bağırıp çağırıyorlar. Rahmetli müdür beyin yanına gittim. Durum nedir diye sordum: -Tongalı bir adam dolaşıyormuş, buna mani olmazsak köyü terk edeceklerini söylüyorlar. Kalabalığı içeri davet ettik ve dinledik. Bundan sonra seyahat acentelerinin yetkilileri de devreye girdiler ve acayip İsviçreli müdüriyete geldi. Korktuğum olmadı. Adam plaj havlusunu beline dolamıştı. Kendisine şikâyetlerden bahsettik ve buranın çıplaklar kampı olmadığını anlattık. Cevaben: -“Benim karım üstsüz dolaşıyor ve diğer birçok bayan da. O zaman onlara da mani olun. Aksi takdirde ben durumumu düzeltmeyeceğim. Ben karımı protesto ediyorum” dedi. Güler misin ağlar mısın. Bizim tecrübeli müdürümüz rica minnet bu medeni İsviçreliyi; restorana ve diğer kapalı alanlara hiç olmazsa plaj havlusu sarılı olarak girmeye ikna etti. Ondan sonra da karı kocanın zaman zaman münakaşalarına şahit olduk. Adam ikide bir kızar, malı meydana verir milleti ayağa kaldırırdı. Allah’tan ki, bu sefer ki teşhirciyi protesto edecek bir erkişi yok. Ortalık hepten Pazar meydanına dönerdi. Gülay Göktürk Hanım da bu olaya entel bir yaklaşım göstermiş. Özet olarak balta vurana ıh… Misali. Ne diyelim gönül bu.