Sultan 2. Abdülhamid’in tahttan indirilip, İttihad ve Terakkî’nin kontrolüne giren, kukla pâdişah’lar döneminde Kıbrıs tamâmen unutulmuş, Kıbrıs Türk’ü kendi haline bırakılmıştı. Saltanat’ın ilgası, halifeliğin kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması, tek parti mütegallibe dönemi, Kıbrıs’ın, Kıbrıs’lı Türk’lerin tamâmen nisyana terkedildiği yıllardır. Bırakınız, Kıbrıs’ı, Ege’de pek çok yer’de burnumuzun dibindeki Adaları, dörtyüz yıl hükümran olduğumuz, herşeyi ile Türk oğlu Türk olan Ada’ları, İkinci Cihan Harbi’nden sonra, “Bu Ada’lar sizin tabî birer uzantınızdır, bu Ada’lar size verilmelidir,” denildiği halde, Tek Parti Mütegallibe elinin tersiyle itmiştir. Ada’ların Yunanistan’a verilmesine neden olmuşlardır.
Kıbrıs, 60 yıl kadar Anavatan’dan kopuk bir vaziyette, adetâ İngilizlerin bir kolonosi gibi yaşamaya başlamıştır. Ada’da eğitim, öğretim, trafik, günlük hayat İngiltere’deki gibiydi. Okullarda eğitim İngilizce, varlıklı aileler çocuklarını İstanbul’daki yabancı okullar’da okutuyorlar, orta ve yüksek tahsillerini ise Londra’da tamamlıyorlardı.
Ada’daki Türk Cemaati neredeyse tamâmen asimile olmak üzereydiler.
Başta Dr.Fazıl Küçük olmak üzere, Kıbrıs’lı Türk Münevverleri bu durumdan çok rahatsızdılar. Bir şeyler yapılması gerektiği hususunda hem fikirdiler. 1940’lı yılların sonlarından i’tibâren bu şikâyet’lerini gazete ve dergilerde dile getirmeye başlamıştılar.
14 Mayıs 1950’de Aziz Türk Milleti, bütün dünyayı şaşkınlığa çeviren bir olgunlukla, Tek Parti Mütegallibe’yi alaşağı etmiş Demokrat Parti’yi tek başına iktidar yapmıştı.
Hakkını teslim etmeliyiz, 1950’li yıllarda, Kıbrıs da’vasını Büyük Türk Milleti’ne mal eden, Hürriyet Gazetesi vasıtasıyla Sedat Simâvidir. Vefatından sonra oğulları da aynı da’vaya sahip çıkmışlardır.
Türkiye’de ilk siyâsî ve içtimâî nümâyiş’ler (gösteriler) İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere, “Ya Taksim! Ya Ölüm”, temasıyla Kıbrıs da’vası için yapılmıştır. Ankara ve İstanbul Radyo’ları bu nümayişleri naklen verirdi. Bu vesiyle ile Türkiye’nin hemen hemen her yerinde Kıbrıs da’vası büyük heyecanlarla karşılanır ve sahiplenilirdi.
1955’de Kıbrıs’lı Rum’lar, Grivas, EOKA, “Kıbrıs’tan İngilizleri atacağız, Kıbrıslı Türkleri ise imha edeceğiz,” sloganları ile harekete geçtiklerinde, Kıbrıs’lı Türk’ler de, başta Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu ve Kemâl Tanrısevdi tarafından 27 Temmuz 1957 tarihinde Lefkoşa’da, kısa adı (TMT) olan bir Türk Mukâvemet Teşkilatı kuruldu.
Lefkoşa’dakine benzer savunma kuruluşları köy köy, bütün Ada’ya, Ada’daki Türk’lerin bulunduğu her yere yayılmıştı. Fakat çok dağınık, eğitimsiz grupların herhangi bir fayda sağlayamayacağı düşünülerek, 1 Ağustos 1958’de Ada’nın tamamında EOKA  saldırılarına karşı Türk köylerini, bu köyler’de yaşayan Türk’leri koruma amaçlı olarak kurulmuş, Türkiye’den gönderilmiş, Özel Kuvvetler mensubu Türk Subay’lar tarafından eğitildiler. Kıbrıs’ın Millî Kurtuluş Örgütü işte bu örgüttür.
Rauf Denktaş ve arkadaşları, Kıbrıs Da’vasını Türk Milleti’nin bir Millî Da’va olarak benimsetilmesi hususunda başarılı olmuşlar, Türk Milleti’nin ve Türk Hükûmeti’nin da’vaya inanmasını ve sahip çıkmasını te’min etmişlerdi. Nitekim, devrin hükûmeti, Demokrat Parti İktidarının Başvekili Merhûm Adnan Menderes ve Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu, Zürih ve Londra müzâkereleri öncesinde, Dr.Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş ile uzun ve yorucu müzâkerelerde bulundular. Bu müzâkereler sırasında, Rauf Denktaş, Ada’daki Türk’lerin selâmeti için mutlaka Ada’ya Türk askerinin gönderilmesini talep etti. Türk Mukâvemet Teşkilatı’nda herkesin bir kod adı vardı. Dr. Fazıl Küçük’ün kod adı Ağrı, Rauf Denktaş’ın kod adı Toros’du. Ağrı ve Toros, Anadolu’nun Doğudaki ve Batı’daki çivisiydi. Böylece Kıbrıs Türk’leri sırtlarını Anadolu’ya dayamışlardı.
Merhûm Denktaş, ömrü boyunca Makarios, Yunanistan ve Kıbrıs’lı Rumlarla mücadele ederken de, Birleşmiş Milletler’de Kıbrıs müzâkereleri sırasında da hep sırtını Anadolu’ya Anavatana’da dayandırdığı için başarılı olmuştu. Zürih ve Londra müzâkereleri başlamış, Başvekil Adnan Menderes müzâkerelere katılmak üzere Londra yakınlarında bir uçak kazasında ağır bir şekilde yaralanmış, üst makamlarda bulunan bürokratlardan ba’zıları bu kazada hayatlarını kaybetmişlerdi. 1959 Zürih ve Londra anlaşmaları imzalanmış, bu anlaşmalar gereği Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasa’sı hazırlanmış ve bu Anayasa’ya göre Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştu.
Zürih ve Londra anlaşmalarına göre kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Cumhurbaşkanı Rum, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Türk olacaktı. Cumhurbaşkanı Yardımcısının kanun ve kararnâmeleri veto yetkisi olacaktı. Rejim başkanlık sistemiydi, Bakanlar nüfus oranlarına göre tesbit ediliyordu. Fakat Cumhurbaşkanı Yardımcısının veto yetkisinin bulunması siyâsî eşitlik te’min etmişti.
Ağustos 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş, Zürih ve Londra antlaşmalarına istinaden, 16 Ağustos 1960 tarihinde 650 kişilik Türk Alay’ı Magosa Limanı’na çıkmıştı. 01 Temmuz 1878’de Kıbrıs’tan anlaşmalar gereği ayrılan Türk Ordusunu yaşlı gözlerle uğurlayan ve kahrolan kimi Kıbrıs’lı Türk ve Müslümanlar bu sefer Türk askerinin Ada’ya çıkmasını büyük bir gurur ve heyecanla ta’kip etmişlerdi.
Talihin ve tarihin garip bir cilvesi olarak, Kıbrıs Da’vasını sahiplenen, tamâmen unutulmuş, kaybedilmiş Kıbrıs’ı yeniden kazandıran antlaşmaları müzâkere eden, anlaşmalar neticesinde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasını, Garantör Devlet olarak ebediyyen Kıbrıs’ın en azından bir bölümünün tapusunu portföyüne koyan kadro, Demokrat Parti İktidarı, İktidarın Başvekil Merhûm Adnan Menderes, Hariciye Vekili Fatin Rüştü Zorlu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu, Kıbrıs’a 82 yıl sonra Türk Askeri’nin çıkışını göremediler. Ne yazık, 27 Mayıs 1960 Darbe-i Hükûmetini gerçekleştirenler, Demokrat Parti Cumhurbaşkanı’nı, Başvekilini, vekilleri, me’bus ve üst bürokratları Yassıada’ya tıkmışlardı.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin asıl unsurlarından birisi olan Rum’lar samîmî değildiler, Birleşmiş Milletler ve uluslararası kuruluşların baskısıyla Kıbrıs anlaşmalarına ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne “Evet!” demişlerdi. 1963 yılında EOKA’cılar Türk köylerine saldırdılar, aileleri, çocukları katlettiler. Türk Cemaat Meclisi ve İcra Komitesi Başkanı Rauf Denktaş temaslarda bulunmak üzere Ankara’ya gelmişti. Ankara temaslarını tamamlayan Denktaş bir sandal ile Mersin’den Ada’ya geçti ve Türk direnişini, Türk Mukâvemet Teşkilatı’nı yeniden örgütledi. 1964 Londra Konferansından sonra Makarios tarafından istenmeyen adam ilân edilen Denktaş’ın, Kıbrıs’a girmesi yasaklandı. Denktaş gizlice Erenköyü’ne çıkarak, Kıbrıs’taki mücadeleyi organize etmeye devam etti. 1967’de Yunanlı Albay Grivas’ın Ada’ya dönmesi üzerine gizlice Ada’ya giriş yaparken yakalandı ve Rumlar tarafından hapsedildi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yoğun baskısı sonucu serbest bırakıldı ve Türkiye’ye iade edildi. 1968 yılında Ada’ya giriş yasağı tamâmen kaldırıldı ve bir daha çıkmamak üzere Kıbrıs’a döndü. 1970 seçimlerinde Türk Cemaati Meclis Başkanlığına, 28 Şubat 1973’e kadar Kıbrıs Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Kıbrıs Türk Yönetimi Başkanı seçildi. 13 Şubat 1973’te Kıbrıs Türk Federe Devletinin ilânından sonra Devlet ve Meclis Başkanlığı görevlerini ifa eden Denktaş, 1976’da yapılan ilk genel seçimlerde Devlet Başkanlığı’na yeniden seçildi. 1981 yılında ikinci kez Kıbrıs Türk Federe Devleti Başkanlığı’na seçildi.
15 Kasım 1983’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilânından sonra Bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. 22 Nisan 1990, 1995’de de yine Cumhurbaşkanı seçildi. 17 Nisan 2005’de Cumhurbaşkanlığı’na aday olmadı ve bu şerefli görevini, Kurucu Cumhurbaşkanlığı vazifesini 24 Nisan 2005’de 2. Cumhurbaşkanı Mehmed Ali Talat’a devretti.
20.Asrın ilk çeyreği içinde diğer ba’zı imparatorluklar gibi, Osmanlı Devlet-i Aliyye’sinin de tasfiye edilmesi  dünya yüzündeki ba’zı Türk kavimlerini de öksüz bırakmıştı. Doğu Türkistan Türk’leri, Uygurlar, Ukrayna’daki Ahıska Türkleri, Kafkaslardaki, Doğu ve Batı Azerbaycan Türkleri ve tabiî ki, Kıbrıs Türkleri...
Büyük Türk Milleti’nin bir husûsiyeti, en sıkıntılı en vartalı dönemlerinde aralarından kahramanlar çıkarmasıdır; Doğu Türkistan Türkleri aralarından Merhûm İsa Yusuf Alptekin’i, Ahıska Türkleri Mustafa Cemiloğlu’nu, Kıbrıs Türkleri de Rauf Denktaş’ı çıkarmışlardır.
İsâ Yusuf Alptekin Merhûm bir asr’a yakın ömrü müddetinde, Uygur Türk’lerinin Çin esâretinden kurtuluşlarını ve istiklâllerini görememiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, her ne kadar ba’zı Ahıska Türk’leri asıl vatanlarına bir kısmı da Anavatan Türkiye’ye dönmüş ise de tam olarak istilâllerine kavuştukları söylenemez. Mustafa Cemiloğlu hayattadır, İnşâ Allah, Ahıska Türk’lerinin bağımsızlığını görmeyi Allah ona nasip eder. Merhûm Rauf Denktaş, bütün zorluklara rağmen, zaman zaman Kıbrıs Türk Toplumunun ve Anavatan Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetlerinin eteğinden tutması ve kendisini engellemesine rağmen, hedefinden santim bile inhiraf etmeden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilân etmiştir.
Bugün Kıbrıs’ta, doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanıyla, Meclisiyle demokratik usullerle Meclis’in çıkardığı hükûmetiyle, güçlü muhalefetiyle, sendika ve sivil toplum örgüteriyle ve ileri demokrasisiyle dünyada pek çok ülkeye, özellikle AB ülkelerine örnek teşkil eden bir Devlet!
Halkıyla, kılıçla yazılmış tapusuyla, ordusuyla ve istiklâl’in sembolü Bayrağı ile İnşâ Allah, ebed-müddet yaşayacak bir devlet..
İstiklâl’in sembolü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Bayrağı, rengini Aziz Şehid’lerimizin kanından alan, kırmızı zemin üzerine beyaz ay yıldız, Türk Cumhuriyeti Devleti’nin bayrağı gibi, fakat Kıbrıs Bayrağı, beyaz zemin üzerine kırmızı ay ve yıldız...
Şair ve Yazar Mustafa Kayabek, 2 Bayrak adlı şiiri’nde:
Benim iki bayrağım var
Biri ana, birisi kız
Benim iki bayrağım var
İkisinin de bağrında
Namusumdur ayla yıldız.
Biri damarlarımda kan
Biri alnımda aktır
Benim iki bayrağım var
Birisi gönül yarası
Biri tükenmeyen aşktır.
Biri yüreklerde sabır
Biri yaştır kirpiklerde
Benim iki bayrağım var
Gölgesi üstüme düşer
Biri Anamur’da Gurup
Biri Girne’de şafaktır,
Benim iki bayrağım var
Biri yurdumun tapusu
Biri kan bedeli, haktır.
Biri dudaklarımda du’am
Biri gözlerde amindir
Biri güneş gibi sıcak
Biri ay gibi serindir.