Son yıllarda İslâmî Vakıf ve derneklerde de "Kermes" modasıdır, almış başını gidiyor.

 

Bu kabil faaliyetler hakkındaki düşüncelerimizi ifade etmeden önce, ben bu "KERMES" kelimesine takdım. Ne demek Kermes?..

 

Türk Dil Kurumu'nun 1992'de basılmış "TÜRKÇE SÖZLÜK"ün ilgili maddesinde, "Kermes" için 1- Fransızca Kermesse, Flâmanca Kermisse, "kilise âyini" bir çalışmaya yardım sağlamak için, genellikle açık havada yapılan eğlentili toplantı.

 

2- Küçük şehirlerde bayram veya panayır günlerinde yapılan eğlenceli toplantı denilmektedir.

 

Yapmayınız Aziz kardeşler! Vakıf, dernek, kurs ve yurt için yapılan yardım amaçlı, övgüye değer faaliyetler ve etkinlikler için hiç de uygun olmayan bu ismi nereden buldunuz?.. Üstelik, Anadolu'muzda, Selçuklu ve Osmanlı Devlet-i Aliyye'mizde bin yıldır yapıla gelen bu kabil hayır işlerinde, yapılan müsâbakalara "İMECE" denilirdi.

 

Günümüzde artık, pek rastlanmayan "İMECE" usûllerine yanlış bir idrâk ile; köy ve kasabalarda emeğin birleştirilmesiyle birinin işinin, köy ve kasaba halkının bütününün iştirâkiyle bir günde görülmesi olarak anlaşılıyor. Bu anlayış doğrudur, fakat yeterli değildir. Bir kişinin, otuz günde ancak yapabileceği her hangi bir işi, otuz kişinin bir araya gelip bir günde tamamlamaları bir İmece usulüdür.  Tarım henüz makineleşmeden ve geniş arâzilerde hububat ekimi yapıldığında, hayvan sürülerinin serbestçe dolaşımı, ekili tarlaların diğer zararlılardan bir an önce kurtarılması için emeğin birleştirilmesi usûlündeki İmece Anadolu'da çok yaygın olarak işlemekteydi. Günümüz kuşaklarının "İMECE"den sâdece bu usûlü anlamaları normaldir. Ancak İMECE bundan çok daha şümullü bir müsâbaka, hayır işlerinde yarışma idi..

 

Köy ve kasabalarda, Cami, medrese, çeşme, köprü yol ve koru (bakımlı küçük orman sahası) yapılacak veya yenilenecek ise, köy ve kasaba halkının tümünün katkısı sağlanırdı. Fakirler ve gücü kuvveti yerinde olan gençler, emeklerini ortaya koyarlar, bedenen çalışırlardı. Yaşlılar, "karagün" için sakladıkları altınları, gümüşleri, annesinden hatıra bir gerdanlığı, küpeyi, bileziği ortaya koyarlardı. Ziraatçılar hasad ettikleri Tarım ürünlerini, hayvancılıkla meşgul olanlar, sürülerindeki başat hayvanlarından bir bölümünü, köy'ün veya kasaba'nın ağaları ise, en çok sevdikleri atlarını, koçlarını ortaya koyarlardı.

 

Hayırda müsâbaka için ortaya konulan bu mallar, kesinlikle tapon, kelepir, ıskartaya çıkarılmış mallar değildi. Pek çoğu en az bir asırlık tarihî değerde kıymetli hatıra, bu mallar kasaba halkı, imece için dâvet edilmiş civar kasaba ve köylerin halkının iştirâk ettikleri bir müzâyede ile satılırdı. Bu objelere her hangi bir fiyat tesbit edilmez, fiyatlar müsabaka neticesinde oluşurdu. Teşebbüse daha çok para toplamak için zaman zaman, kasaba veya köy ağasının ortaya koyduğu, en sevdiği at'ına, komşu köy'ün ağası müşteri olur, artırmaya katılır, fiyatlar normalin on-onbeş katına yükselince artırmadan çekilir, köy'ün ağası kendi öz malı olan atını değerinin on-onbeş katı fazla bir meblağ ile satın alırdı. Koyun sürüsü sahibi olan, Kösemen Koç'unu ortaya koyar, artırılan değer normalin on-onbeş katı olduğunda diğerleri artırmadan çekilirler, koç sahibi, kendi koçunu yine kendisi satın alırdı. Gâye teşebbüse daha çok para toplanabilsin!.. Bu hayrî müsabakalarda kasaba veya köy halkıyla civar kasaba veya köylerden gelenlere herkesin gücü oranında hazırladığı yemekler, tatlılar, meyveler, çerezler, ikram edilir, aslâ kendilerinden her hangi bir ücret talep edilmezdi. Zâten, misâfirperverliği ile dünyada nam salmış Müslüman-Türk Milletine yakışmaz...

 

Son yıllarda yapılmakta olan, sevmediğim ve aslâ telaffuz etmek bile istemediğim kelime ile "KERMES"ler, geçmişte ecdadımızın yaptığı ve adına "İMECE" de diyebileceğimiz, hayırda yarışma faaliyetlerinin çok kötü bir kopyasıdır:

 

Öncelikle, Ticaret erbabından toplanan mallar genellikle tapon, ıskarta, ekonomik ve ticârî değerini yitirmiş mallardır; herkesin her yerde kolayca bulabileceği ve kelepir olarak alabileceği mallardır. Satış esnasında müzâyede ve müsâbaka sözkonusu değildir, aksine bâzı ihtiyaçların çok ucuza ve kelepir olarak giderilmesi amaçlanmaktadır.

 

Hele, elleri öpülesi hanımefendilerin açtıkları tatlılar, börekler ve mantıların İmce'ye katılanlara ücret karşılığı verilmesi aslâ tasvip edilemez.

 

Bizim Milletimizin bir hasleti vardır, her hangi bir etkinlik için bir dâvette bulunmuş ise, bu dâvete icabet edenlerin, ya hiç birisine bir şey verilmez ya da illâ bir ikramda bulunulacaksa gelenlerin hepisine ikramda bulunulur. Parası olan börek, çörek, döner, olmayana hiç bir şey... denilebilir ki, bunlardan aldığımız ücretler, teşebbüs için gelir oluyor, doğru olabilir, ama, dört-beş nüfuslu bir aile asgarî ücretle çalışıyorsa ya da döner kuyruğuna girip sıra beklemek istemiyorsa bu aile'nin düştüğü durumun hesabını kimse veremez..

 

Türkçemizde güzel bulduğum darb-ı mesellerden birisi, "Biri yer, biri bakar, kıyâmet ondan kopar." sözüdür.

 

Azîz Milletimizin hamiyetperverliğine müracaat olunan bu kabil hayrî musâbakalarda sineğin kanadındaki yağın hesabı yapılmaz..

 

Bütün bunlardan daha da önemlisi; 21. Asrın başlarında artık dînî, içtimâî faaliyetlerin icrası için bu kabil ârızî gelirlere fazla bel bağlamamak, bilançosu, geliri-gideri herkese açık, şeffaf, güçlü vakıflar kurmak ve hayrî her bir birimin ihtiyaçlarını karşılayacak kadar akarlar te'min etmektir. İki tepsi börek, üç tepsi baklava, bir okka erişte ile uğraşmak yerine; malvarlığının önemli bir bölümünü böylesine bir yarışa hasretmeye hazır binlerle buluşmaya ne dersiniz?..

 

Böyle bir rüyâ'nın gerçekleşmesi için ilk ve nümûne teşebbüsün kendi içimizden çıkması gerekmez mi?..