ASYA’NIN YÜKSELEN YILDIZI KAZAKİSTAN CUMHURIYETİ İSTANBUL BAŞKONSOLOSLUĞUNUN DÜZENLEDİĞİ VE TANINMIŞ POLİTİKACI, BİLİMADAMI VE DİPLOMATLARIN KATILIMIYLA GERÇEKLEŞTİRİLEN “KAZAKİSTAN’IN AVRUPA YOLU” KONULU BEYİN FIRTINASINDA, KÜRESEL GELİŞMELERIN EKONOMİK VE SİYASAL BOYUTU, ‘AVRUPA YOLUNDAKİ KAZAKİSTAN CUMHURİYETİ’NİN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ ATILIMLAR VE KÜRESEL HEDEFLERİ, ASYA’DA BAŞGÖSTEREN ÖZBEK- KIRGIZ KARDEŞ KAVGASININ NEDENLERİ, ASYA COĞRAFYASINDAKİ KARDEŞ ÜLKELERİN KÜRESEL SİYASETE VE EKONOMİYE KATKILARI VE KONUSUNDA ÇOK DEĞERLİ GÖRÜŞLER DİLE GETİRİLDİ. “KAZAKİSTAN’IN BAŞARILARINDA DEVLET BAŞKANI NURSULTAN NAZARBAYEV’İN ROLÜ UNUTULMAZDIR” Kazakistan İstanbul Başkonsolosu Askar Shakybayev’den sonra söz alan Prof. Dr. Ahad Andican, Kırgızistan’da gerçekleşen kardeş kavgasından duyduğu üzüntüyü belirterek, Kazakistan’ı son yılların parlayan bir yıldızı olarak tanımladı ve “Bu noktaya nasıl gelindiği konusunda bazı köşe taşlarını hatırlamakta yarar var diye düşünüyorum” dedi. 1997’de kurulan Mesut Yılmaz hükümetinde Türk Dünyası’ndan Sorumulu Devlet Bakanı olan Prof. Dr. Ahad Andican Afganistan doğumlu (1950), Özbek kökenli bir tıp adamımızdır. Bir tıp adamı, bir cerrah olmasına rağmen, Orta Asya Türk tarihi konusunda bir tarihçiden daha köklü bilgilere sahip olan, ailesinin kopup geldiği ata yurdunun tarihi konusunda çok önemli, aydınlatıcı, bilgilendirici çalışmalarıyla ünlenen Prof. Dr. Ahad Andican, bugüne kadar yazdığı üç değerli kitapta özetlediği bilgileri ışığında yaptığı konuşmada, Kazakistan’ın dününü, bugününü ve Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev önderliğinde gerçekleştirdiği mucizeleri ayrıntıları ile anlattı, Türk Dünyası adına Kazakistan’dan belentilerini sıraladı. Türk Dünyası’nda yaşananları öğrenmek, yarınları konusunda bir öngörüde bulunmak arzusunda olan okuyucularımızın, diğer katılımcılarla birlikte, Ahad Hoca’nın anlattıklarını da dikkatlice okumaları gerekir. Ata yurdumuz Orta Asya konusunda üç kitabı olan Prof. Dr. Ahad Andican, Avrupa Yolundaki Kazakistan’ı anlatırken şunları söyledi: “Rusya ve Kafkas cumhuriyetleri bir devletleşme süreci yaşamamıştı, bir devlet oluşturma mekaniği yoktu. Sovyetler Birliği parçalandığı zaman, Rusya hariç tüm Sovyet Bloku ülkeleri benzer sorunlarla karşı karşıya kaldılar;özellikle Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetleri.. Bir devlet oluşturma mekaniği ve yönetme anlayışı yoktu bu ülkelerde. Önce bir devletleşme arayışı söz konusuydu, hepsi için geçerliydi bu. ve merkezi yönetimle şekillendirilmiş Sovyet alayışı içersinde neredeyse militarize bie ekonomi ile şekillendirilmiş oln bu ülkelerin dünyada şu anda geçerli olan açık Pazar ekonomisine, sistematiğine entegre olma zorululuğu vardı. Başka önemli sorunlar da vardı, ama bu ikisi bu ülkeler içinortak sorundu. Kazakistan için ise farklı birkaç sorun daha vardı. Bunlardan bir tanesi ve en önenmlisi, bugün hala etkisi devam eden demografik sorundu. Çünkü Kazakistan’ın kuzey bölgeleri, daha çarlık döneminden başlayarak, özellikle de Kruşçev’in 1950’lerde başlattığı Bakir Topraklar Porjesi sonucunda, çok ciddi bir demokrafik bozulmaya uğramıştır. Sovyetler Birliği dağılıp Kazakistan Cumhuriyeti ilan edildiği zaman, ülkeye ismini veren Kazaklar nüfusun ancak yüzde 35-36’sı kadarlık bir bölümünü oluşturmaktaydılar. Bu, yeni ortaya çıkan bir devlet için büyük bir sorundur. Bunun dışında, Sovyeteler Birliği zamanında, 1950’lerden başlayarak 1963’lere kadar olan zaman diliminde, nükleer denemeler hep Kazakistan’da yapılmıştı. Önceleri yerüstünde, daha sonraları yeraltında yapılan bu denemeler, 1973 sonlarına kadar devam etmişti. Bunun oluşturduğu bir yıkım söz konusuydu. Demografiyle ilgili diğer bir önemli konu Kazak dili konusuydu. Sovyetler Birliği dağıldığında, Kazakistan’da gerçek anlamda Kazakçayı bilen lerin sayısı, konuşma anlamında söylemiyorum, ama okur-yazar sayısı, Kazakistan nüfusunun yüzde 20-25’i üzerinde değildi. Bu da, yeni ortaya çıkan bir devlet için ciddi manada bir sorundu. Bu önemli sorunlar, Sovyetler Birliği dağılırken, diğer cumhuriyetlerde yaşanmayan bir sorunu gündeme getirdi. Soljenitsin benzeri aşırı Rus milliyetçilerinin, bu demografik yapıya dayanarak, Kazakistan’ın bölünen kuzey bölgesinin Rusya, Belerusya ve Ukrayna ‘dan oluşacak birliğe bağlanması tehdidini de beraberinde getirdiğini unutmamak gerekir. Bu konuları yakından izleyen biri olarak söylüyorum, 1990’lı yıllarda Nazarbayev, bu dönemdeki gerçekten ilginç yaklaşımıyla bu sorunu çözmeyi başardı. Bu gerçekten önemli bir başarıdır. Türkiye’de bazı kesimler bu olaya karşı çıktılar. Nazarbayev son döneme kadar Gorbaçov’un yanında yer aldı. Yani bazı Sovyetler Birliği üyelerinin ayakta tutulmasıyla Sovyetler Birliği’nin devam ettirilmesi anlayışını gündemde tutu. Daha sonra Sovyetler parçalanınca Bağımsız Devletler Topluluğu’nun kurulmasına, Orta Asya cumhuriyetlerinin de buna katılmasına neredeyse önayak oldu. Hatıryacaksınız, o dönemde Nazarbayev, yazılarında Türk-Slav kardeşliğine dayanan Türk-Slav tarihi, kültürel ve sosyal birlikteliğine dayanan bir Avrasyacılık anlayışını da o yıllarda gündeme getirdi. Bunları gündeme getirmesi, kısa sürede Rusya içerisindeki aşırı milliyetçi kesimleri açığa düşürdü, yani Kazakistan bir anlamda Sovyetlerden radikal bir şekilde kopan bir devlet değil, ama tarihsel zorunluluklar sonrasında ayrılan bir ülke izlenimi vererek bütünlüğünü koruma imkanı buldu. Kazak dostlarımız, Kazakistan’da 130 etnik grup olduğunu söylüyorlar; ben onların yalancısıyım. Böylesi karmaşık bir demografik yapıdan siz bir devlet çıkarmaya kalktığınız zaman, Türkiye olarak da bu konuda deneyimimiz var, ne kadar zorb ir iş olduğunu hatırlamak lazım diye düşünüyorum. Kazakistan’ın Sovyetlerden miras aldığı önemli sorunlardan biri de nükleer sorundu. Kazakistan bu meseleyi de akılcı bir biçimde çözdü. Yani dünyanın nükleer güçten arındırılması anlayışında barışçıl bir bakış açısını dünya kamuoyu önüne kabul edilebilecek bir formatta hem zenginleştirilmiş nükleer yakıtı hem de nükleer başlıkları ülkesinden çıkardı. Kazakistan böylece ilk kez uluslararası arenaya, uluslararası arenanın tümünü ilgilendiren bir konuda olumlu, yapıcı bir katkıda bulunan devlet anlaşıyla gelmiş oldu ki, bir sorunun nasıl bir fırsata dönüştürüldüğünün çok güzel bir örneğini sergilemiş oldu. Nazabayev yönetimi dil sorununu da çok akılcı olarak çözdüklerini düşünüyorum. Kazak dilini resmi devlet dili ilan ederken, sosyal gerginliklere yol açmaması açısından, rus dilini, Kazak,stan’da o sözünü ettiğim 130 etnik grup arasında iletişim dili ilan ederek sorunu tırmandırmadan, Kazakistan’da bir merkezkaç tesirine yol açmadan halletmiş oldu. Bütün bunlar, Kazakistan’ın bu önemli sorunları nasıl aştığını hatırlamamız açısından önemlidir diye düşünüyorum ve son karar da başkentin Astana’ya taşınmasıdır. Eski başkent Almaata güneyde Kırgız sınırına 30-40 kilometre mesafededir. Düşünün şu andakigenel merkez Astana ülkenin ortasında yer alıyor, eski başkentle arasında neredeyse bin kilometer mesafe var. Mustafa Kemal’in yaptığı gibi, başkenti ülkenin merkezine, kalbine taşımak suretiyle, bir anlamda, ülke bütünlüğünün devamlılığının ne kadar önemsendiğinin ve bu konuda ne kadar kararlı olduğunun göstermiş oldu. Başkentin gelişmemiş bir bölgeye taşınmasının ne kadar yüksek bir maliyet getirdiğini söylememe gerek yok. Kazak ekonomisine baktığımızda, 1997’lere kadar bütün Sovyet sonrası cumhuriyetlerde olduğu gibi, ekonomide bir yenilenmeye parallel olarak bir küçülme görüyoruz. Fakat, 2000’li yıllardan itibaren, özellikle enerji alanında Kazakistan’I önemli bir actor olarak dünya arenasına girmesiyle birlikte, neredeyse her yıl yüzde 10’luk bir büyüme gerçekleştirdiğini görüyoruz. Yani, 2 binli yıllarda mesela, 18 milyar civarında olan gayri safi milli hasılanın 2008’lerde 40 milyar dolara ulaşması gerçekten müthiş bir hız, alkışlanacak bir başarıdır. Burada gayri safi milli hasılanın analitik değerlendirmesi de önemlidir diye düşünüyorum. Çünkü, 2008 yılı verlerine bakarsanız, gayri safi milli hasılanın ancak yüzde 6’sının tarımdan, yüzde 40’ının sanayi sektöründen, yüzde 55-60’ının da hizmetler sektöründen geldiğini göreceksiniz. Bu tablo, gelişmiş bir ekonominin, sağlam bir ekonominin dünya klasmanında referans olarak gösterebileceğiniz bir ekonominin göstergesidir.Hakkını vermemiz lazım diye düşünüyorum. Dünya enerji güvenliği açısından da Kazakistan’ın bugün geldiği nokta, saatlerce konuşmamızı gerektirecek bir noktadır. Dışpolitika ve savunma alanlarında baktığımızda, kazakistan’ın, sanıyorum yine Nazarbayev’e endeksli olarak, çünkü Nazarbayev dışındaki politikacıların 1990’dan 2008-2010 kadar çoğunun taşınmadığını dikkate alırsak, olayı Nazarbayev’e endeksleyebiliriz diye düşünüyorum; çok eksenli bir ittifak politikası izlediğinigörüyoruz. Çok eksenli bir politika,Kazakistan’ın kendi içinde ve kendi kimliğinde varolan bazı değerlerin taşınmasıyla gerçekleştirilmiş durumda. Birçok kimliği var Kazakistan’ın ve bu kimlikleri de çok rahat bir şekilde dış politikaya, savunma alanınan vs.’ye oturtabiliyor. BDT kimliği ile de, BDT üyeleri arasında bir dayanışmanın, yardımlaşmanın ya da kaynaşmanın ekseni halinde oluyor. Rusya’nın, bir Avrasya ortak bir ekonomi alanı oluşturmaya çalıştığını unutmamız lazım. Geçenlerde İstanbul’da bir toplantıda değerlendiğimiz Asya’da Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (CICA) diyebileceğimiz bu görüş ilk defa 2005’de BM’de Nazarbayev tarafından gündeme getirilmiş, daha sonra 2006’da hukuki altyapısı oluşturulmuş ve bugüne kadar da üç toplantısı yapılmış vebu yıl başkanlığı Türkiye ntarafından yürütülmekte olan Asya ülkelerinin neredeyse tamamının katıldığı bir organizasyon ki bu, Nazarbayev’in ya da Kazakistan’ın Asyalı kimliği içerisinde hayat geçirdiği bir projedir. Şanghay İşbirliği Örgütü de yine Asyalı kimliği içerisinde, Moskova- Pekin ekseninin önemli bir halkası olarak Kazakistan’ın gündemde olduğunu görüyoruz. (..) Türk kimliği ile, Türkçe konuşan ülkeler zirveleri diye tanımlanan zirvelerde Kazakistan önemli bir aktör olarak öne çıkmakta. Müslüman kimliği ile de ICO’nun üyesi ve sanıyorum 2012’de İslam Kalkınma Örgütü’nün liderliğini üstlenecek. Bu da onun İslami kimliği ile referans alabileceğimiz bir değer. Bir diğer kimliği de, “Avrupa Yolunda Kazakistan” ile Avrupa yolundaki kimliği.. Bunu da sayın konsolos söyledi; BDT üyelerinin 2005’lerde Kazan’da yaptıkları bir toplantıda ortak olarak aldıkları bir kararla Kazakistan’ı AGIT başkanlığına önerme kararı, 2008’de Madrit’te Avrupalılar tarafından da onaylandı ve bu yıl başından itibaren Kazakistan, AGIT’e başkanlık eden ilk Türk ve Müslüman Asyalı üye oldu. Bir başka uluslararası boyut da, NATO ile sürdürülen partnership olayı var. Kazakistan’ın Türkiye ile olan ilişkilerine de kısaca değinmekte fayda var. Hepimizin bildiği gibi, bugün, Kazakistan ile Türkiye, Türk Dünyası içerisinde ilişkileri en üst düzetde devem eden iki kardeş ülkedirler. Bu sadece siyasal manada ilişkilerin iyi olması değil, uluslararası arenada birbirlerini desteklemeleri değil, uluslararası zirvelerde birbirleriyle ortak geleceğe yönelik projeksiyonlar ve projeler ortaya koymalarıdır. Türkistan’da akademi kurulmasından tutun da, Aksakallar Meclisi’ne kadar uzanan öneri yelpazesi yine bu kardeş ülke liderleri tarafından gündeme getirilmişti. Ekonomik ilişkilere de baktığımızda, 2 000’li yıllarda, bizim hükümet devrettiğimiz yıllarda, Kazakistan’la olan ticaret hacmimiz 400 milyon dolar civarındaydı. 2008’in kesinleşen rakamlarına baktığımızda, Türkiye- Kazakistan ticaret hacminin 3.2 milyar dolara çıktığını görüyoruz ki neredeyse 8 katlık bir artış gerçekleşmiş. Şimdi Kazakistan’ın önümüzdeki dönem AGIT başkanlığı ile birlikte, Avrupa çerçevesinde, Aşık Veysel’in deyimi ile, “uzun ince bir yola” girmiş oluyor. Bu yolu çokiyi değerlendireceğini umut ediyorum. “Ayinesi iştir kişinin” sözünden yola çıkarak, Kazakistan’ın bugüne kadar gerçekleştirdiği performansı bundan sonra da göstereceğine olan inancımız tamdır. Prof. Dr. Andican konuşmasını, “Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üye olamayacağını, fakat gözlemci üye olması konusunda Kazakistan’ın yardımcı olabileceği” temennisiyle tamamladı. Yarın: Diğer katılımcılar neler söylediler?..