Son aylarda, İstanbul Hinderland'ı başta olmak üzere, önemli Turistik Bölgelerimizde "Kap-Kaç" tarzı hırsızlıklarda önemli artışlar kaydedildiği görülmektedir. Kap-Kaç vak'aları artık, adî bir hırsılık vak'ası olmanın ötesinde kasdî cinayet haline gelmeye başlamıştır. Ne hazindir ki, henüz 18 yaşında, belliki başarılı bir talebedir, üniversiteye girmiştir, Devletin işlettiği, her türlü emniyet tedbirlerinin alındığını farz ettiğimiz bir vasıta ile okuduğu üniversiteye gitmek üzere yola çıkmıştır. Mal ve can emniyetini hiçe sayan, Devlete meydan okuyan şerirler birkaç yüzmilyonluk cep telefonunu gasbettikten sonra hareket halindeki Trenden kendisini aşağıya atmışlardır.

 

Gün geçmiyorki, emsali vak'alar Memleketimizin bir başka bölgesinde meydana gelmesin, hem de Uluslararası Hava Meydanları gibi Emniyet sistemlerinin en yüksek seviyede alındığı yerlerde bile...

 

Sıra Milletin emniyet ve asâyişini te'minle vazifeli kimselere gelmiş olmalıdır ki, gemiyi azıya alan şerirler, "Bakınız, sizin mal ve can emniyetinizi te'minle vazifeli olanları bile dikkate almıyor, başına odun vurarak onların canlarına kasdediyor, mallarını gasbediyoruz", diyerek pervasızlıklarını nerelere kadar götürdüklerini göstermeye kalkıyorlar. Tarih boyunca, can düşmanı bile olsalar, misafirlerine gösterdiği âlîcenaplıkla temâyüz etmiş olan Milletimizin tarihine, harsına, kültür'üne ters düşen olaylar meydana geliyor, Turistik veya Ticârî maksadlarla Memleketimizde bulunan ve Milletimizin misâfirleri olan yabancıların pasaportları, paraları ve kıymetli eşyası, ne yazık, zaman zaman, bu şerirler tarafından gasbedilmekte, Milletimiz, Memleketimiz milletlerarası camia nezdinde müşkil durumlara düşürülüyor.

 

Alâkalı'lar, içtimâiyatçılar, fikir adamları durumu muhtelif fikirler ileri sürerek izah etmeye çalışıyorlar, elbette tedbirler de dermeyan ediyorlar.

 

Önce çok ciddi ve güvenilir bir tespiti ortaya koyalım, koyalım ki mes'elenin ne kadar vahim bir boyut aldığı iyice anlaşılsın, yetkililer tedbirlerini buna göre alsınlar:

 

B.M.Uyuşturucu ve Suç Ofisinin titiz bir çalışma neticesi ortaya koyduğu durum ürkütücüdür.

 

İstanbul, İzmir, Adana ve Diyarbakır illerimizde yapılan bir araştırmada, gençlerin 1/5'i uyuşturucu mübtelâsıdır. Uyuşturucuları kullanma yaşı 11'e kadar düşmüştür, bu durumda palyatif tedbirlerden bahsetmenin hiçbir kıymeti harbiyyesinin kalmadığı aşikârdır.

 

Son yıllarda meydana gelen Ekonomik krizler, geçim zorluğu ahlâkî sukutun tek başına sebebi değildir, ama tetikleyicisi olmuştur.

 

Ahlâkî sukutun belli başlı sebeblerinden birisi ve en birincisi Manevî buhrandır. Nesillerin, İslâmî terbiyeden, Allah korkusundan mahrum olarak yetiştirilmesidir.

 

"Hikmetin temeli Allah korkusudur, "Hadis-i Şerifinin delâletinden hareketle ihmal edilen vicdanlardan başka türlü bir hareket beklemek zâten beyhûde bir gayret olurdu.

 

Nesillerin şekillenmesinde birinci müessir, âmil ailedir: Ne varki, kendisi terbiye edilmemiş, eğitilmemiş aile fertleri nasıl olup da çocuklarını terbiye edecek, eğitecekti?

 

İkinci ve belki de en önemli müessir, Eğitim Sistemi: Uzun yıllar çeşitli ideolojilerin çarpışma arenası haline gelen, yaz-bozlarla bir türlü istikâmet bulamayan Lâdînî Eğitimimiz onlarca yıldır, nesillerimize hiçbir şey vermemiştir.

 

Üçüncü ve te'siri bakımından bugün bütün müessirlerin önüne geçmiş bulunan yazılı ve görüntülü Matbuat, kısaca MEDYA...

 

Türk Matbuatı, yarım asırdan fazla bir zamandan beridir, Batı Emperyalizminin ileri karakolu gibi çalışmıştır.

 

Bizi biz yapan, tarihî, dînî, kültürel ve geleneksel tüm manevî değerlerimizi tahrip etmiştir. En muhkem manevî değerlerimizden birisi olan âile yapımız bütünüyle tahrip edilmiştir.

 

Bütün bu tahribatın neticesinde; Aziz Türk Milletinin can düşmanları tarafından bile takdir edilen nice güzelliklerimizden bu gün artık hiçbir eser kalmamıştır.

 

Kap-kaç, hırsızlık, soygun, hortum, Mafya için vasat tam olarak maalesef, hazırlanmıştır. Tüm şerirler de bu vasattan âzemi derecede faydalanmak için her fırsatı değerlendirmektedirler.

 

ÖNLEYİCİ TEDBİRLER:

 

Son yıllarda Türk Polis Teşkilatı, AB'ye uyumda, Habitat, Nato Zirvesi ve Devlelûlerin büyük katılımlı nikah merasimlerinde gösterdiği başarıyı, asayişin te'mininde hırsızlık ve Kap-kaç'ın önlenmesi hususunda tam olarak gösterdiği söylenemez.

 

Filhakîka, İnsan hakları ihlâlleri ithamı, dengesiz güç kullanma suçlaması, hırsızlıktan, kap-kaç'tan zanlı olarak yakalayıp C.Savcılıklarına teslim ettiklerinin salıverilmesi, Polis Teşkilatımızı son derece demoralize etmiştir. Ne varki, şahsen benim gibiler her şeye rağmen Polisimizden daha farklı işler beklemektedirler.

 

Ender de olsa Teşkilatın arasında bâzı çürüklerin bulunması da Polis Teşkilatımızın çalışmalarını gölgelemektedir.

 

Bugün adı bir Polis Meslek Yüksek Okulu'na verilen İstanbul'un anlı-şanlı Emniyet Müdürlerinden birisi, 1970'li yılların sonlarında, bizimle yaptığı bir mülâkatında: İstanbul Polisi, Gültepe'de, Taşlıtarla'da ve Zeytinburnu'nda -ki bu bölgeler eskiden İstanbul'un en meşhûr üç gecekondu bölgeleriydi- her hangi bir gecekonduda pencere perdesinin açılıp-kapanmasından haberdardır." demişti.

 

Aradan geçen yıllarda, İstanbul genişledi, azmanlaştı, Kınalı Köprüden Sakarya Irmağına kadar kesintisiz, dünyanın en kalabalık ve düzensiz Hinderlandı haline geldi.

 

Buna paralel olarak Polis Teşkilatımız tam olmasa da, Kadro, araç-gereç, haberleşme teçhizatı bakımından o yıllarla mukayese edilemeyecek kadar zenginleşti. Ancak, önleyici tedbirler, vak'a sonrası zanlıların yakalanması hususunda fazla başarılı olamaması düşündürücüdür.

 

Zaman zaman, "hâ; İşte benim Polis Teşkilatım bu, vak'adan kısa bir zaman sonra zanlıları yakalayıp kanunun pençesine teslim etti" dediğimiz oldu. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Muhterem Rauf Denktaş Bey'in Refika-i Muhteremelerinin Cep Telefonu'nu gasbedenlerin aynı gün içinde yakalanması gibi. Fakat Milletimiz, Polis Teşkilatımızdan yalnız ikbal sahiplerinin değil, tüm vatandaşlarımızın şikayetlerine de hakkiye sahip çıkmalarını bekliyor, biz de bekliyoruz.