Bir Ramazan’ın daha sonuna yaklaştık. Geçen yazımızda İstanbul seçimlerinin hay huyu içinde Ramazan’a girdiğimizden söz etmiştim. O zaman daha YSK kesin kararını vermemişti. Yani sonuç kesinleşecek miydi, ya da seçim yenilenecek miydi, belli değildi.

Tam Ramazan’ın başladığı gün, YSK’dan da İstanbul’da sadece Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesi kararı çıktı…

Haydaaa, başladı mı bir tartışma? Doğrudur, yanlıştır, niye sadece Büyükşehir, bir zarfta 4 çeşit oy vardı falan. Bu sefer de gerekçeli karar beklentisi meşgul etti uzun süre insanları. Sonra da  “İmamoğlu bu sefer açık ara fark atacak” sevdasına kapılanlarla, küskünlerin ve köyüne muhtar seçmeye gidenlerin katkısıyla Binali Beyin rahat kazanacağı ümidini taşıyanların tartışmaları başladı… 

İftar sofralarının, sahur programlarının, iftardan sahura zamanını kahvelerde/kafelerde geçirenlerin muhabbetleri hep bu konu üzerineydi.

Kadir Gecesi yazısında siyasetin ne işi var diye düşünenler olabilir. Yerden göğe haklılar. Ama realite bu. İşte bu hay huy arasında da Ramazan’ı tüketip Kadir Gecesine geldik.

Dinin ve dindarlığın en temel noktası, samimiyet ve iyi niyettir. İnsanın niyetini, aklından geçirdiği şeyin ne olduğunu da ancak yaratıcı bilir. İnanç esaslarımızın özü bu olduğu halde, çoğumuz Allah’ın her şeyi bildiğini, gördüğünü, işittiğini unutup, davranışlarımızı kulların durumuna göre ayarlıyoruz.

Muhafazakâr yapıya sahip insanlardan oluştuğu izlenimi veren iktidardan ihale alabilmek için, takiyye yapanlardan -yani dindar olmadığı halde dindarmış gibi görünenlerden- eşine bu yüzden türban taktıranlardan filan bahsediliyor.  Öyle iki ucu pis değnek ki, inansanız da insanı olumsuz etkileyen bir tarafı var, inanmasanız da...

Zaten FETÖ’nün bilinçli ve kasıtlı şekilde böyle argümanlarla iktidarı yanıltıp başımıza çorap ördüğünü gördükten sonra artık neye inanıp neye inanamayacağımız noktasında hepimizin içine bir şüphe girdi. Yapılmak istenen, tam da buydu belki ve maalesef başardılar. Artık sahtelerini ayırt edemediğimiz için her konuda doğrulara da inanamaz ve şüphe eder hale geldik. 

Kadir Sûresinde Kur’ân-ı Kerim’in bu gecede indirildiği ve bu yüzden bu gecenin bin aydan daha hayırlı olduğu  belirtilir. Bu durum, normal hayatını bilinçli bir insan/müslüman olarak geçirenler için ekstradan bir tür ikramiye, teşvik primi, motivasyon unsuru gibi anlaşılması gerekirken, nedense piyango çekilişi gibi kabul edilerek, bin ay yaklaşık 83 küsur yıl ettiğine göre, sadece o akşam teravihe gitmekle, tespih namazı kılmakla, sakalı şerif ziyaret etmekle, türbe türbe gezmekle, bomboş geçen bir ömrü ihya etme imkânı varmış gibi bir algı yaratılmıştır.

Takdir edersiniz ki, böyle bir din anlayışı olamayacağı gibi, böyle bir Tanrı anlayışı da, ne akla ne de mantığa uygundur.

Dindar geçinen gösteriş meraklıları, haklı olarak bir kesim tarafından tenkit edilirken, ortaya çıkan tablo da inandırıcılıktan uzak ve samimiyetten yoksundur. Çünkü eleştiriyi yapanların “Arkadaş, o öyle yapılmaz, böyle yapılır” şeklinde bir tavır sergilemesi gerekir ki, tenkit yerini bulsun ve yanlışların düzelmesine vesile olsun. Ama bizde amaç sadece tenkit… Kimsenin bir şeyin düzelmesini amaçladığı ve bunun için bir çaba harcadığı yok. 

Yine de ben, bu tür yapaylıkların ve sahtekârlıkların, varlığından bile haberdar olmayan, gerçekten samimiyetle dinine bağlı masum insanların yüzü suyu hürmetine ayakta kalabildiğimizi düşünüyorum.

***** 

Oruç tutmanın akla gelebilen ve hemen herkes tarafından da bilinen ilk faydasının, açlığı yaşayıp, canı bir şeyler istediği halde alıp yiyemeyenin halinden anlamak olduğunu herkes bilir. Yani günümüz tabiriyle amaç biraz empati yapmaktır. “Yoksa akşama sofrada etinden sütünden tatlısına kadar her şeyden geberinceye kadar kime yemek vadetseniz, sabahtan akşama kadar herkes sabredip yemek yemeden durabilir” demiştim geçen yazımda.

Bunu artık neredeyse bir iftar sofrasından çok israf sofrasına dönen bir ortamda da söyleme gafletinde bulundum. Bir arkadaşımız hemen lafı gediğine koydu. “Biz buraya fakirin halinden anlamaya gelmiyoruz ki. Zaten fakir olarak biz kendi durumumuzu biliyoruz. Biz buraya zenginlerin ve zenginliğin durumunu öğrenmeye geliyoruz.”

Espri güzeldi ama, gerçekten çok düşündürücü ve çok üzücüydü.

Özgürlük adına bir başıboşluğun girdabına sürükleniyor gibiyiz. Her şeyimizi sanki yeniden gözden geçirmeye ihtiyacımız var. Yaptıklarımızı niye yaptığımızı, yapmadıklarımızı niye yapmadığımızı iyice düşünüp tartmalıyız.

Lafa gelince, kimseye boyun eğmeyelim, kulluk yapmayalım, tebea olmayalım, vesayetten kurtulalım gibi cümleler ağzımızdan dökülüveriyor da, acaba davranışlarımızın ne kadarı bize ait, kimlerin ve nelerin etkisinde kalıyoruz da bilinçsizce birtakım işler yapıyoruz, bir düşünmemiz lazım.

İnsan düşünen ve düşüncesini uygulayabilme yeteneğine sahip olan özel bir varlıksa, bizim “insan” olmamız lazım. Dinimizde de dünyamızda da geçerli olmalı bu kural. Ramazanımız, Kadir Gecemiz, bu şuurlu anlayışla karşılanmalı, kutlanmalı. Yoksa sürekli kendimizi kandırarak her şeyi sadece “yapıyormuş gibi” davranarak bu yükün altından kalkamayız.

Dünyayı yöneten ve yeniden şekillendirmeye çalışan güçleri bu şekilde berteraf etmemize imkân yok. Yaratıcımız zaten her şeyin farkında. Zerre kadar iyiliğin mükâfatı, ya da zerre kadar kötülüğün cezası karşılıksız kalmayacak diye bizi uyaran bir Tanrının kullarıyız biz.

İnanıyorsak nasıl bu kadar ölçüsüz hesapsız davranabiliyoruz, inanmıyorsak neden sürekli inanırmış gibi göz boyamaya çalışıyoruz? Bu iki yüzlülükle aldananın sadece kendimiz olacağını idrak edemiyor muyuz?

Yazının tam bu noktasında dışarıdan davul sesleri gelmeye başladı. Belli ki uyuyanları sahura kaldırmaya çalışıyor davulcu. Saat henüz erken ama, belli ki dolaşacağı çok yer var. Davulcumuz bile sahte. Eskiden insanların kendi başlarına kalkma imkânı olmadığı için mahallenin gönüllüsü biri tarafından manilerle uyandırılan komşular, bu emeğinin karşılığı olarak o kişiye elbette kâh pişirdikleri yemeklerden, kâh 3-5 kuruş para ikram ederlermiş.

Şimdiki davulculara davul çaldığı için para vermiyoruz, onlar para alabilmek için yerli yersiz kapımızın önünde davul çalıyorlar. Tıpkı çoğumuzun ibadet zannederek yaptığı bazı yersiz davranışlar gibi. İbadet “kulluk” demek. Biz kulluğumuzu doğru dürüst gönüllü olarak yerine getirirsek, Allah da bunun karşılığında bizi ödüllendirebilir. Ama bundan bir çıkarımız olacak diye düşünerek, zorunluluktan bazı şeyleri yapıyormuş gibi davranmamız,  acaba bizi kurtarır mı dersiniz?… 

Ramazan’ın, iftarın, kandillerin, Kadir Gecesinin amacı, sosyal hayatımıza bir canlılık, bir farklılık getirmesidir.  Eğer bütün bunlar gelip geçiyor, ama bizde ve toplumda bir karşılığı olmuyorsa, bir şeylerin eksik veya yanlış olduğunu artık anlamalıyız.

Sadece karşımızdakini, yani bizim dışımızda olanları sorgulamaya öylesine alışmışız ki, bir kerecik de dönüp kendimize bakmayı adeta akıl edemiyoruz. Bu bağlamda dini sorgulamak bile herkesin kolayına geliyor. Gerçi bizi kendi halimize bırakmadan yedi düvelin empoze ettiği görüş de bu ama, bir de dönüp artık “ben ne yapıyorum?” diyebilmemiz lazım değil mi?

Hani tövbelerin kabul olunduğu kutsal geceler vardır ya, -Kadir gecesi de bildiğimiz kadar onlardan biridir-, bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekir. Tövbe dediğin zaten insanın kendine dönüp bakması, ne yaptığını, niye yaptığını sorgulaması, yanlışlarının farkına varması ve bundan sonra o yanlışları yapmaktan vazgeçmesidir. 

Bu şuurla, en kutsal gecemizin, amacına en uygun şekilde yaşanmasını, bize ve toplumumuza ışık tutmasını cânı gönülden temenni ediyorum. Kadir Geceniz mübarek olsun.