“Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değilir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepisine de en güzel olanı vâdetmiştir. Allah’ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” (Hadid 56/10) Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (TUNAHAN) Efendi Hazretleri, Tasarruf-u Manevî ve Hakîki’ye intikalinden önceki son seyahatlerini İzmir’e yapmışlardı. Merhûm Hacıkaptan, Emîr Ahmet Kulokur’un ikinci süvârisi olduğu Denizcilik İşletmelerine ait, AKDENİZ Vapuruyla yapılan bu son uzun soluklu seyahat 1959 yılının Mart ayında, Ramazan-ı Şerif ayına takaddüm eden günlerde olmuştu. Bu tarihlerde, İzmir Müftü Yardımcısı olan Merhûm Mustafa Çırpanlı, (Çırpanlı Hoca), Manisa Müftüsü, Merhûm, Refik Akçelioğlu, Manisa Vâizi Merhûm, Halit Başar kendilerini İzmir limanında, vapurda karşılamışlar, kendileri Hacı Nusret İzmit’in evinde misâfir edilmişlerdi. Şehzâdeler Şehri Manisa’da bu tarihlerde kurslar olmasına rağmen, İzmir hâlâ manevî bakımdan kupkuru, çomçorak bir yerdi. Mürşid-Müceddit, her ne zaman bir memleketi ziyaret ediyor, akabinde o memlekette bâzı tecelliyat zuhur ediyor; Ankara’yı teşrif ediyor, Diyânet İşleri Başkanlığı’nı ziyaret ediyor, başta Diyânet İşleri Reisi olmak üzere Diyâneti, Diyânet Müşâvere Hey’etini teşcî ediyor, yeniden müftülük-vaizlik imtihanları açılıyor. Daha evvel bu imtihanlarda muvaffak olanlar muhtelif vilâyet ve kazalara tâyin ediliyorlar. Konya’yı teşrif ediyor, Konya’da, yeni yeni fütuhat başlıyor, açılmış kursların adedi birden artıyor. İzmir’i teşrif ediyorlar, Anadolu köylüsü, çiftçisi fakr-u zarûret içerisindeyken, Anadolu ve Ege köylüsünün ürettiği ananevî ihraç ürünlerini İzmir Limanı’ndan dünyaya ihraç eden levantenler ve onların işbirlikçileri Avrupa’nın her hangi bir zengin memleketinin başkenti, zengin liman kenti gibi renkli hayatlarını sürdürüyorlar. Müceddid’in tecdit hareketleri Kur’ân ve İslâmî hizmetler bakımından İzmir kurak mı kurak, ekilen tohumların tek bir danesinin bile yeşermesine imkân vermeyecek kadar çorak mı çorak!.. İzmir’i bu son teşriflerinde, Merhûm Mustafa Çırpanlı Hocamızın İzmir müftü yardımcısı olduğunu kaydetmiştik. O tarihlerde müftü yardımcısı denilmiyor, müftülük müsevvidi deniliyordu. Müftü’nün makamda bulunmadığı hallerde müsevvidler, müftü vekili olarak vazife yapıyorlardı. İşte tam bu sırada İzmir Müftülük makamı münhal idi, dolayısıyla de Merhûm Mustafa Çırpanlı Hocamız İzmir Müftü vekili olarak vazife yapıyordu. İzmir’in merkezinin aslında İslâmi hizmetlere çok müsâit bir tarafı da mevcut idi. Ne çâre ki, bu yollar, bâzı kutta-i Tarîk tarafından kesilmiş bulunuyordu. İzmir’e İmam-Hatip Okulu açılmış, Hisar Cami’i ve Kestânepazarı Cami’i etrafında kimileri tarafından sadece hafızlar yetiştirme gayretleri vardı. Akseki’li Merhûm Ali Rıza Bey’in Başkanı olduğu Kestânepazarı Cami’i mülhakatında az sayıda talebe de İmam-Hatip ve İlâhiyat’a Öğrenci Yetiştirme adı altında oyalanıyorlardı. Müceddid ve Mürşid, “İzmir’i muhitten kuşatmalıyız, bu şartlar altında İzmir’in merkezine nüfuz etmemiz çok zor olacak” buyuracaklardır. Başta İzmir Müftü vekili de olan Mustafa Çırpanlı, muhtemelen Hacı Nusret İzmir ve az sayıdaki ihvanımız kendilerini o tarihlerde muhtarlık, küçük bir köy olan Balçova’ya dâvet ederler. Balçova, İzmir’in merkezi olan Konak’tan, Çeşme-Karaburun istikametine giderken Üçkuyular’ı geçtikten sonra, Narlıdere’ye varmadan solda, İzmir’i çevreleyen, çok yüksek olmayan dağlara sırtını vermiş küçük bir köy. Fakat bu küçük köyde iki cami’in bulunması, târihi çok eskilere dayanması, buraların İzmir’in yanı başında önemli dinî hizmetlerin ifâ edildiği bir yer olduğunu işaret ediyordu. Yanıbaşında şifalı suları ile meşhûr bir Kaplıca’da bu köyün ehemmiyetini artırıyordu. Kurs -İslâmî ilimlerin tahsil edildiği medrese- için ilk teşebbüsler dolayısıyla başta Mustafa Çırpanlı Hocamız ve diğer ihvan müceddidi buraya getirirler. Üç kuyulara kadar normal vasıtalarla, Üçkuyular’dan sonra atların çektiği faytonlarla buraya gelinir, Teşebbsât arzedilir, dua buyurmaları istenir. Müceddid bu köyü çok beğenir. Nisbeten aşağıda küçücük bir derenin kenarındaki cami’i de namaz kılınır, namazdan sonra müceddid cami’in önündeki ulu çınar ağacına dayanır, tam da bugünkü Balçova Kurs-Yurd’unun bulunduğu düzlük sahaya bakar ve şöyle buyurur: “Buraya ne güzel kurs yapılır”. İzmir’deki ve memleketimizin daha pek çok yerindeki hizmetler, kurs binaları inşası ve tedris faaliyetleri 27 Mayıs 1960 İhtilâli ile bir müddet kesin akâmete uğrar, yeni ahvâl ve şerâit tam-tamına belirinceye kadar bir müddet sütre gerisine çekilinir. devamı yarın...