Osmanlı İmparatorluğu Döneminde İstanbul

                       Günümüzde siyasi olarak bazı kimseler Osmanlı torunu olmayı kabullenemiyorlar. Osmanlılar, Selçukluların devamıdır. Selçuklular, Gaznelilerin, Karahanlıların devamıdır. Onlar Uygurların, Uygurlar, Göktürklerin, Göktürkler Avarların, Avarlar, Hunların torunlarıdır. Hani Hunlar dediğimizde Avrupa’da Macaristan bile günümüzde devlet adlarına Hungary yani Hun ülkesi demektedir.

                   Türkler, tarihin her döneminde devlet kurmuşlardır. Türklerin kurdukları devletler, genelde kendi iç çarpışmalar sonunda zayıflaması ya da büyük savaşlarda kaybedip kendi içlerinde taht kavgaları sonucu yıkılmışlardır.

                       Türkler, bilinen dünyanın ve bilinen zamanında her yerde devlet kurmuşlardır. Türkler, bir bakıyorsunuz Atilla ile Fransa’nın Galya bölgesinde Roma İmparatorluğu ile İtalya’nın içlerinde Roma İmparatorluğu ile savaşmışlardır.  Mısır’da Tolunoğulları, Akşitler, Eyyübiler ve Memlukler devletlerini kurdukları gibi Cezayir’de de kurdukları devleti Osmanlılara vermişlerdir. 

                     Türkler Avrupa’da çok sayıda devlet kurmuşlardır. İskitler, Hunlar, Fin-Ogur kavimleri, Bulgarlar, Peçenekler, Kumanlar, Kıpçaklar Avrupa da uzun süre hakim olmuşlardır. Bulgarları Peçenekler, Peçenekleri Kuman- Kıpçaklar, Kıpçakları Hazarlar, Hazarlardan sonra aynı topraklarda Altınordu İmparatorluğunu Timurlar yıktığı gibi Gaznelileri ve Karahanlıları Büyük Selçuklular, Selçukluları Osmanlılar yıkmıştır. Osmanlılar aynı zamanda Mumlukları, Akkoyunluları, beylikleri de yıkmışlardır. Osmanlılar 1. Dünya Savaşında yenilmişlerdir. Ancak kim tarafından yıkılmıştır. İngilizler mi, Fransızlar mı, İtalyanlar mı ya da Ruslar mı yıkmışlardır.

                      624 yıllık Osmanlı İmparatorluğu, tarihin en uzun süreli aralıksız devam eden ikinci imparatorluktur. (Birincisi 1054 yıllık tarihi boyunca devam eden ve Yunanlıların Bizans İmparatorluğu dediği Doğu Roma İmparatorluğudur) Osmanlı İmparatorluğunu Türkiye Cumhuriyeti yıktı denilirse ağır olur ancak Osmanlı İmparatorluğundan kalan topraklar üzerinde Türkiye Cumhuriyeti adıyla yeni bir devlet kurulmuştur. 28 Eylül 1923 tarihine kadar Osmanlı vatandaşları olan insanlar 29 Ekim 1923 tarihinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmuştur. Yani 28 Ekim 1923 tarihinde Osmanlı vatandaşları kimse günümüzde onların torunları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olmuştur. Osmanlı torunu olmak, Osmanlı soyundan gelen padişah torunları olmak demek değildir. Osmanlı torunu olmak, 1. Dünya Savaşında ve Kurtuluş Savaşında savaşan, şehit olanların, gazi olanların torunları olmak demektir. Ulu Önder Atatürk’ün önderliğinde yeni devlet kurulmasına vesile olan bu insanların torunu olmak gurur vericidir. Ben Osmanlı torunuyum ve bununla gurur duyuyorum. Bu ön bilgilerden sonra, Dünya tarihinin en önemli olaylarından ve en önemli fetihlerinden biri olan İstanbul’un Osmanlılar dönemindeki durumuna çok kısa olarak şu şekilde bakabiliriz.

                  Osmanlılar bu dönemde İstanbul’u Türkleştirmeye çalışırken işe eğitimden başlamışlardır. Özellikle medreseler, sıbyan mektebleri, askeri okullar, acemi oğlanlar mektebi, Enderun mektebi, sürat topçuları mektebi, mehterhane okulları, humbarahaneler, mektebi bahriye, mühendishanei berri hümayun, mektebi amire vs. vs. gibi okullar[1] İstanbul’da Türk yerleşmesinin eğitim ayağını oluşturmuştur.

                  “İstanbul Fethiyle birlikte Ayasofya’nın da etkisiyle Akdeniz merkezi mekân geleneğinin tüm olanaklarını değerlendiren Osmanlılar” [2] Doğu Roma İmparatorluğu döneminden kalma yarım kubbeli yapı sistemini tam kubbeli yapı sistemine döndürerek[3] geliştirmişlerdir. Bu dönemde İstanbul’un tarihi yapıları zenginlik ve ihtişam sembolü olmuştur.

                   İstanbul, Osmanlılar döneminde o kadar ihtişam kazanmıştır ki padişah ve ailesinin yaşadığı, devlet işlerinin yönetildiği saraylara buz getirmek için bile sistem kurulmuş idi. Uludağ ve Gemlik Katırlıdağ’dan buz getirilirdi.[4]

                 Osmanlılar zamanında İstanbul’un durumu hakkında “1525’de İstanbul’a gelmiş olan bir Venedik elçisinin sözleri damga vurmuş idi. Elçi 1525 İstanbul’u için şöyle diyor:[5]

“Daha mutlu bir şehir bilmiyorum. Burası Tanrı’nın bütün lütuflarıyla dolu. Devlet bunların hepsini birden kullanarak savaşa da barışa da hükmediyor. Altın, insan, gemi ve itaatkarlık bakımından zengin. Hiçbir devlet ile kıyas götürmez. Tanrı hükümdarların en adiline uzun ömürler versin.”

İstanbul, Osmanlı tarihinin en görkemli haliyle günümüze devamıdır. Osmanlı tarihişnin sayısız şaheseri İstanbul’dadır. Bunları her kaynakta bulmak mümkündür. Burada sadece her kaynakta olmayan, çok az bilinen birkaç şaheser yer almaktadır.

 

 

 

Bir Osmanlı, bir Mimar Sinan şaheseri olan Büyükçekmece Kanuni Köprüsü

                 Birçok dini yapının yanı sıra Büyükçekmece’de yapılan Kanuni Köprüsü, yüzyıllardır, gücünden bir şey kaybetmeden 635 metre boyu, 7.17 metre genişliği ve dört ayağı ile Mimar Sinan’ın yaptığı şaheserlerden[6] olarak İstanbul’un 1574 yılındaki gücünü göstermesi açısından önemlidir.

                    Zenginlik ve dünya çapında iktidar olan Osmanlı, alanını Mimar Sinan’dan sonra da şantiye alanına getirmeye devam etmiştir. Zenginlik, üst düzey zengin ve yöneticilerin yurdun geneline yaptığından daha çoğunu İstanbul’a yaparak günümüze birçok tarihi eser kazandırmıştır. Bunlar arasında Selatin camileri, köprüler, hanlar çok önemli tarihi değer taşımaktadır.

Osmanlılar 1683 yılında 2. Viyana Kuşatmasında bozguna uğradıktan sonra tarih Osmanlılar için ve İstanbul zenginliği için tersine dönmeye başladı. Arka arkaya gelen bir dizi savaşta Osmanlıların yenilmesi ve bu yenilgileri 1718 Pasarofça Antlaşması ile sonuçlandırması, Osmanlıların hiç alışmadığı durum idi. Bu nedenle Osmanlılar, kendilerine çekidüzen vermek ve halkın yiten moralini geri getirmek amacıyla ilk olarak Kağıthane’de Sultan III. Ahmet’e verilen bir ziyafet ve sonrasında gelen lale eğlenceleri ile yeni bir devir başlamıştır. Lale yaygınlaştı ve İstanbul’un simgelerinden oldu. Bütün İstanbul kıyıları yalılarla ve yalılarda laleler ile donatıldı. 28 Ç:elebi Mehmet efendi’nin Paris’ten getirdiği park, bahçe, saray ve köşk örnekleri çok beğenildi ve o tarz eserler yapılmaya başlandı. Osmanlı Sultanı III. Ahmet ve Damadı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın önderlik ettiği bu döneme sonradan “Lale Devri” denildi. “Lale çılgınlığı, helva sohbetleri, kaplumbağaların üzerine mum dikerek geceleri bahçede gezdirme, ilk Türkçe matbaanın kurulması… Sadabat eğlenceleri,…Avrupa tarzı mobilyaların ve süsleme unsurlarının saray ve diğer zengin kesim köşk ve saraylarına girmeye başlaması, Şeyhülislam Yenişehirli Abdullah Efendi’nin esnek fetvaları[7] ile İstanbul, Osmanlılar dönemindeki en parlak dönemini yaşamıştır. Ancak bu uzun sürmemiş olup sürekli isyanlar, yeniçeri ayaklanmaları, yangınlar, depremler İstanbul’a zaman zaman birçok acı yaşatmıştır.

Lale devrinde padişahın yaptığı sünnet şöleni minyatürü

 

Özellikle II. Selim Döneminde artık “Osmanlı Devleti, siyasi varlığını muhafaza etmek istiyorsa, geri kalmışlığını telafi etmek, Batıya yetişmek zorundaydı.[8]” Batı dünyasının Osmanlıları tamamen geçtiği anlaşılmış olup yenilik faaliyetlerine girişilmiş idi. Osmanlı’da yapılan her yenilik hareketi ilk olarak İstanbul’da başlamak durumunda idi.

Beşiktaş İskelesi’nin eski bir gravürü[9]

İstanbul’un muhteşem günleri yanı sıra acı dolu günleri denilirken bunlardan sadece Türkler ya da Müslümanlar yararlanmamıştır. İstanbul’daki yabancılar ve İstanbul’un eskileri olan veya İstanbul’a sonradan gelen Rumlar, Ermeniler, Yahudiler gibi herkes ortak kültürden istifade etmişlerdir. İstanbul’da azınlık hakları sürekli korunmuştur.

Aşağıdaki bir belge özeti bu duruma örnektir:

“İstanbul’da Rum ve Ermeni Reayasının düğünlerinden kanuna aykırı olarak para talep eden şahısların müdahalelerinin önlenmesi ve Yeniçeri ağası ve Hassa bostancıbaşı tarafından görevlendirilen yasakçıların dışında kimsenin düğünlere müdahale etmeyip kanunsuz para talebinde bulunmamalarına mahsustur.[10]

Aynı şekilde “Osmanlı topraklarında süreli yayınlar için kullanılmış dil sayısı iki düzineye yaklaşır. Aralarında Çingenece bile bulunması, çeşitliliğin derecesini gösterir. Hangi Millet’ten olursa olsun, okuryazarların hepsinin Türkçeyi bilmesi ve çoğunun Fransızca öğrenmiş bulunması sebebiyle, bu iki dil ve birazda Arapça dışındaki basının etkisi kendi cemaatleriyle sınırlı kalmıştır.[11]Bu belgenin orijinali aşağıdadır:

 

 

Osmanlı Arşivlerinde Dâhiliye Mektubat Kalemindeki 88 dosya numarası ve 13 nolu gömlekte bulunan 1896 yılına ait bir başka belgede Edirne’deki Rum ve Ermeni mektepleri yararına tertip edilecek piyangolara izin verilmesi[12]gibi azınlıkların haklarını koruyan sayısız hüküm vardır.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken Tayyip Erdoğan, İstanbul’un dönemindeki durumu ile ilgili olarak şu ifadeyi kullanmıştır. “Türk ve İslam kültürünün bir özeti olmak bakımından bizim için çok ayrı bir önem taşıyan İstanbul, bu manada en çok zarar gören, tarihinden ve varlık alanından koparılan şehirlerin başında gelmektedir. Geçerli tedbirler alınmadığı için, ne yazık ki nüfusu inanılmaz bir hızla artan bu güzel şehir, korkunç bir yağmaya uğramış, tarihi, tabii dokusu, dili, kültürü ve incelmiş gelenekleriyle birlikte yok olmaya yüz tutmuştur. İstanbul’u korumak görevimiz ve tarihi sorumluluğumuzdur. Bu bakımdan belediyelere büyük iş düşmektedir[13] demekle İstanbul’un kendi döneminde ortaya çıkan dışarıdan gelen göçlerle İstanbul’un dokusunu kaybettiğini, İstanbulluluk ruhunun kaybolduğunu ve bu nedenle tarihi ve kültürel değerlere sahip çıkacak İstanbulluya ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde İstanbul'un panoramik görüntüsü

Tarihi İstanbul haritası[14]

 


[1] Atilla Yayım, Mustafa Yaşar, Hüseyin Gökçe, Haşim Albayrak vd. “Cumhuriyetin 75. Yılında İstanbul Eğitim Belgeseli”, İst. 1998, sf. 19

[2] İstanbul Valiliği Komisyonu, 700. Kuruluş yıldönümünde İstanbul’daki Osmanlı Mimari eserleri”, İstanbul, 2000, s. 11

[3] a.g.s., s. 12

[4] Prof. Dr. Bayhan Çubukçu, Prof. Dr. Mebrure Değer, İstanbul’da Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Saraya buz ve Kar Sağlanması”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Mayıs 2010, sayı 281, s. 27

[5] Murat Akan, Ruhunu Arayan Şehir, İstanbul, 2006, s. 444

[6] Mimar Sinan’ın Asırlara Meydan Okuyan Büyükçekmece Köprüsü, Yedi Kıta, Sayı 14, Ekim 2009, s. 65

[7] İstanbul Armağanı, Lale Devri, Yayına Hazırlayan: Mustafa Armağan, İstanbul, 2000, s. 10

[8] Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yayıncılık, Yeni Şafak Gazetesi, , İstanbul, 1996, C. 5, s. 195

[9] Bu şekil çizgi gravürler Dr. K. Ekrem Uykucu, “ Birlikte İstanbul”, İstanbul, 1979 künyeli kitaptaki gravürlerden seçilerek alınmıştır.

[10]İstanbul Ahkâm Defterleri- İstanbul’da Sosyal Hayat 2, İstanbul Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 1998, s. 189’da yayınlanan belgeye göre  Topçubaşı ve Galata Voyvodasına hitaben yazılmış 1762 yılı tarihli bir emir olup Osmanlı Arşivleri İstanbul 3. Ahkam Defterlerindeki hükümlerden (189/ 578) alınmıştır.

[11] Osmanlı Ansiklopedisi, İz Yayıncılık, Yeni Şafak Gazetesi, , İstanbul, 1996, C. 6, s. 167

[12] Haşim Albayrak- Nuri Güçtekin, Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Bakırköy (Makriköy) Belge Özetleri, İstanbul, 2010, s. 179

[13] İstanbul Ahkâm Defterleri- İstanbul Vakıf Tarihi 1, İstanbul Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 1998, s. 7

[14] http://www.on5yirmi5.com/genc/haber.14647/istanbulun-5-asirlik-gecmisi-bu-haritalarda-sakli.html