1990’lı senelerde yolumuz Antalya’nın Kemer ilçesine düşmüş, burada bir tekel bayiine ‘Nasreddin Hoca’ isminin verildiğini görünce de fotoğraflayıp Merhaba Gazetesi’nde eleştirel lisanla haber yapmıştık. Fakat internetin, sosyal paylaşım ağlarının olmadığı 90’lı yıllarda yazdığımız haber Konya sınırlarının dışına çıkamayacaktı. 10-15 gün kadar sonra yazı işleri müdürümüz sevgili dostum Mustafa Balkan orta sayfası dışarıya katlanmış olarak Yeni Akit gazetesini masama bırakıp, “Fotoğrafın Türkiye’ye gündem oldu” dedi. Meğer bu hususlarda hassasiyetini bildiğimiz Sevgili Balkan bizim fotoğrafı Hasan Karakaya’ya mektupla göndermiş. Rahmetli Karakaya’da manzarayı görünce celallenip köşesinde o işyeri hakkında ‘üslubunca’ yarım sayfadan fazla yazmıştı. Kemer’e bir daha yolumuz düşmedi; o nahoş levhanın akıbetinden de haberdar olmadık.

**

Malumunuz geçen hafta Konya için Şeb-i Arus vaktiydi. Pandemi tedbirleri kapsamında tarihin belki de en mahzun vuslat etkinlikleri icra edildi. Biz bunun hüznündeyken ajansların İstanbul’dan servis ettiği haber tepemize kızgın yağ dökmekten beter etkiler uyandırdı. Hastaneye yol yapamayacağı açıklamaları yapıp temel atmama programları tertipleyen İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ‘hikmetinden sual olunacak bir icraata imza atıp’ ucube bir sema programı icra etmiş!

Mevlevilik üzerinden rant sağlamaya çalışanların muhtelif ortamlarda ‘sözde’ sema programları düzenlemeleri bıkkınlık derecesine gelmişken İstanbul Belediyesi’nin Muhsin Ertuğrul’da bugüne değin görülen en garabet sema programını sahnelediği anlaşıldı. ‘Evrensel Mevlânâ Âşıkları Vakfı-EMAV’ adlı gruba yaptırılan ‘Mevlevi mukabelesi’ adlı etkinlikte Ezan-ı Şerif ve Ayet-i Kerimelerin Türkçe okunduğu, naatların orijinalite dışına çıkılarak seslendirildiği, semaya dair ritüellerin yerle yeksan edildiği görüldü. İbadet esaslı zikir olan semada hem mutrıb heyetinde hem de semazenler arasında kadınların bulunması ise garabetin bir parçasıydı.

**

Mevlevi âyinine ‘gösteri muamelesi’ yapmak, eğlence haline dönüştürmek, hele de bir tür ibadet olmasına rağmen, yüzyıllardır süre gelen ritüellerini bozmaya tevessül etmek aykırı niyetli olmaktan başka bir anlam taşımaz! İstanbul Belediyesi’nin Türkçe Ezan, Türkçe Kur’an ve Türkçe Semaya özendiği ve bu tavrıyla Milli Şef devrinin etkilerini uyandırmaya çalıştığı anlaşılıyor. Oysa tarihçi yazar Murat Bardakçı’nın son derece isabetli tespitler yaptığı konuya ilişkin yazısındaki şu satırlar Atatürk’ün Mevlevi geleneklerine duyduğu saygıyı göstermesi açısından son derece önemlidir:

“Devrimlerin en sert şekilde tatbikine çalışıldığı ve sonradan vazgeçilen ‘Kur’an’ın Türkçe okunması’ denemelerinin hüküm sürdüğü 1934’te bile, İran Şahı Rıza Pehlevî’nin Türkiye ziyareti sırasında Şah için Atatürk’ün talimatı ile okutulan Dede Efendi’ye ait Hüzzam makamındaki Mevlevî âyini Türkçe değil, orijinal dilinde, yani Farsça icra ettirilmişti!”

Bu noktada sormak istiyoruz; Sahi siz adınızı neden Türkçe olarak yazmıyorsunuz?

Zorunlu değilsiniz;

Besmele çekmeyi diline yakıştıramayan ayin yapmasın!

Allahüekber demeyi ruhuna yakıştıramayan ezan okumasın!

Lâ ilâhe illâllah demeyi münasip görmeyen sema etmesin!

**

Böyle bir sema programı tertip edilmiş olması iki ihtimali akla getiriyor;

Kuvvetle muhtemel ki İstanbul’da Atatürk değil, İnönü devrini ihya etme eğiliminde bir zümre harekete geçmiş durumda.

Ya da İstanbul Belediyesi’nde bu işlerin icrasıyla görevli birimlerde iş bilmezlik var.

Her ikisi de zararlı ve tehlikeli.

**

Konya Valiliği Mevlâna İhtifalleri Tertip Heyeti’nde görev aldığımız 2002-2005 yılları arasında İstanbul’da ‘Konya’ya alternatif sema programı icra etmeye yönelik girişimler olduğu üzerinde sıkça durmuş, buna yönelik önlemler alınması hususunda Kültür Bakanlığıyla iletişime geçilmişti. Öyle anlaşılıyor ki sema törenleri icra edilmesine yönelik “kısıtlayıcı veya belirleyici” sert önlemler alınması gerekiyor.

**

AMERİKA’NIN GERÇEK TÜRKİYE PLANI NE?

Türkiye dünya üzerindeki stratejik konumu sebebiyle birçok ülkenin egemen ya da müttefik olmak istediği bir coğrafyadır. Amerika’da kâğıt üzerindeki bu müttefiklerden biridir.

Türkiye hükümeti son yıllarda milli savunma sanayiindeki dudak uçuklatan hamlelerinin yanında bölgesel, hatta küresel işbirlikleriyle de öne çıktı. Son 100-150 yılda küresel ölçekli savaşların tamamının Türkiye’yi de kapsayan coğrafya da yaşanmış olması gerçeğine ilave olarak son yıllarda Ortadoğu’nun kan gölüne döndürülmesi her türlü senaryoya hazırlıklı olunması gerçeğini de beraberinde getiriyordu.

Silah sanayiindeki her türlü yeniliği takip etmek ve gerekli olan donanımı elde etmek potansiyel tehlikelere karşı hazırlıklı olmak adına son derece önemlidir. Bu doğrultuda hareket edip üretimi Amerika’nın uhdesinde olan F 35 uçağını da satın almak doğru bir hamle idi. Fakat Amerika, parasını da aldığı halde F 35’leri vermemekte halâ ısrar ediyor. 

Türkiye’nin gelişmiş F 35 savaş uçaklarına karşı en etkili savunma aracı olduğu bilinen Rusya yapımı S 400 Füzelerini satın almasının Amerika başta olmak üzere batılı ülkelerde uyandırdığı hazımsızlığı da bunun üzerine ekleyince insanın aklına enteresan senaryolar üşüşüyor.

İki soru var; birincisi; Türkiye henüz S 400 füzelerini satın almaya talip bile olmadığı tarihlerde, üstelik de ‘üretim proje ortağı olarak’ parasını peşin verip Amerika’ya F 35 sipariş ettiği halde bu uçaklar neden verilmedi?

İkincisi; Başka ülkelerin de satın aldığı bilindiği halde Türkiye’nin S 400 füzesi satın alması Okyanus aşırı Amerika’yı neden rahatsız ediyor?

Bu iki sorunun ardından şu total soru kendiliğinden beliriyor?

Amerika’nın zihnindeki ‘kirli’ Türkiye planı ne?