Konya’yı ortadan ikiye bölen tren yolunun Aydoğdu hemzemin geçidinde “22. Takım Hududu” levhası vardı. Kovanağzı’na otobüs seferlerinin henüz başlamadığı yıllarda tozlu çamurlu yollarda yayan yapıldak yürürken, köpek ulumalarından ürküp hızlanır, sesler uzaklaşınca rahvan adımlarla yolumuza devam ederdik. Şehir, Takkeli dağın heybetli duruşunu temaşa ettirecek kadar alçak gönüllüydü. Ketencilerin Ahmet’in bağı Kovanağzı Caddesi’nin başındaydı ve ırmağın arkasındaki küçük çeşme,  karşı cephedeki yüksek tarihi kaideli tatlı su çeşmesine nazar ederdi.

O yılların büyük kömür tüccarının yaptırıp adını verdiği Kömürcüler Camiin karşısındaki Olgunlar Tavuk Çiftliğinden yayılan kesif kokudan ciğerlerimizi korumak için burnumuzu tıkamak çare olmazdı. Aynı durum Keleci Muammer’in bağını müteakip; şimdi yerinde yel esmeyip yüksek binalar boy veren, Anadolu’nun en büyük yem sanayi Özyer Yem Fabrikası’nın dikenli tellerinin yanından geçerken de hâsıl olurdu. Aydoğdu’ya doğru kıvrıldığımızda sağ yanımızdaki Et Balık Kurumu bahçesindeki ağaçların gölgesi ayaklarımızın altına serilir; sol yanımızda Karaciğan Tuğla Kiremit Fabrikası’nın bahçesindeki yığma tepecikler, kale gibi heybetli tuğla duvarın üzerinden göz kırpardı.

Kovanağzı Caddesi ne çok ıssızdı? Yosun kokulu ırmaktan bağlara can vermek üzere bazen nazlı bazen haşmetli akan suyun nağmeleri kuş cıvıltılarıyla harmoni olurdu. “Sarı Zeki” namıyla maruf Zeki Sızma, Muhasebe ofisinden arta kalan zamanlarda toprakla haşir neşir olur, her bir ağacı kendi elleriyle budayıp hale yola koyardı. Karşı cephede cambaz Tahir ağanın bağı vardı ki Torunu Süleyman Temizci, inşa ettiği Sültem Siteleriyle Konya’nın lüks semti Havzan’a büyük değer kattı. Hadimli Kalaycı Ahmet Ağa’nın bağı da buradaydı ve oğlu Halil, “Âşık Salihi” namıyla, sadece Konya’nın değil Türkiye’nin ünlü ses sanatçısı ve bestekârlarından biri oldu.

Ali Taşoluk yol ayırımından başlayıp Lalebahçe yoluna uzayan Suruç Sokak’ta da Açöldümler sülalesinin bağı vardı. Kalaycılık zanaatının ehli Ahmet dede vakti zamanında gelip yerleşmiş buraya. Onun mesleğini evladı Ömer ağa uzun yıllar devam ettirdi. Evvel zaman içinde Şalgacı, Şentabaklar soyadını taşıyan İbanlar ve Büyüğün Aliler gibi komşularıyla bir kısım topraklarını ‘harman yeri olsun’ diye mahalleye tahsis etmişler. Sonraki yıllarda da buraya Ali Taşoluk İlkokulu inşa edilip eğitim öğretime ocaklık etti.

Suruç Sokak’tan, bir yakasında Şalgacılar, diğer yakasında İbanlar ve Karnıbüyükler’in bağı olan Sultanhan Sokak’a kıvrıldığımızda kendimizi usta bir ressamın fırçalarıyla can bulmuş posterin içinde bulurduk adeta. Daracık toprak yolda ürkek adımlarla mukbil suyu çeşmesine doğru yürürken bağlardaki ağaçlar al yeşil meyvelerini ikram eder gibi dallarını sokağa uzatırdı.

Sırtını Karadayıların bağına yaslayan Sultanhan’ın dönemecindeki Ravzatül Nur Camiini, Şalgacı’nın bağışladığı araziye Sanayici ve hoca olan Mustafa Karnıbüyükler inşa ettirmiş. 1900 doğumlu olan Mustafa amcanın ataları üç yüz elli sene önce Kafkasya topraklarından göç edip Konya’ya gelerek Kovanağzı bağlarına yerleşmiş. Oğlu Ali Hocanın anlattığına göre ailenin uhdesindeki bağların sınırı vakti zamanında Ali Taşoluk İlkokulundan Harmancık’a kadar uzanırmış.

Mustafa amcanın babası Büyüğün Hacı Ali Efendi’nin hem Kafkas göçmeni olması hem de Osmanlı Devletinin yaşadığı acı savaşlar nedeniyle hazin bir hikâyesi var. Her savaş döneminde kapısını çalan kolluk kuvvetlerine tam on evladını teslim edip asker eylemiş ama her biri bir cephede şehit düşmüş. Meşhur meseldir. Hani zabitler gelip, “Harp ilan edildi, eli silah tutanlar cepheye gidecek” dediğinde, yeni yetme evladını onlara teslim eden adam, “Padişah hazretlerine söyleyin; bir daha bana güvenip de harbe tutuşmasın. Zira bu son evladımdır” demiş ya; işte bu adam olsa olsa Büyüğün Hacı Ali’dir!

Diğer üç erkek evladı da Konya’da cereyan eden hadiseler sebebiyle darağacında can verince Büyüğün Ali on dördüncü erkek evladı olarak dünyaya gelen Mustafa’yı, “Bu da bana kalsın da neslimi devam ettirsin” diyerek bir müddet kütüğe kaydettirmemiş. On yaşına geldiğinde de “Kayıtsız küreksiz adam olmaz” deyip evladını üç kızıyla birlikte nüfusa yazdırmış.

Konya Sanat Okulunu bitiren Mustafa Karnıbüyükler askere gidinceye kadar bu okulda öğretmenlik yapmış. Gelibolu’daki vatani görevi sırasında sanatkârlığını öne çıkarınca da tezkereden sonra kamacı ustası olarak orduya hizmet etmiş. 1940’lı yılların başında istifa edip Konya’ya döndükten sonra torna atölyesi açıp sanayiciliğe başlamış. Konya’da ilk saman makinasını üreten kişi odur. Mehmet Ali Bayrakçı ile el ele verip önce Meram Eski Yol ile Lalebahçe yolu arasında Meram Sanayii, sonraki yıllarda da Karatay Sanayiinin kuruluşuna öncülük etmişler.

Mustafa amca meşhur âlim Hacıveyiszade Mustafa Efendi ile tanışıp sohbetlerine müptela olduktan sonra 1950’li yıllarda Alvarlı Efe Hazretlerine mürit olup tasavvuf yoluna girmiş. Meşayıhtan birçok zatla hemdem olduktan sonra Kadiri ve Rıfai Şeyhi Diyarbakırlı Zeynel Abidin Efendi’den icazet almış.

Kovanağzılı olan ve şehir evinin bulunduğu Akbaş mahallesinin yirmi iki yıl muhtarlığını yapan İsmail Akip amca gibi Karnıbüyükler de kış aylarını Gazezler Camiinin arkasındaki kışlık evinde geçirirdi. Daha sonra bu ev gönül sohbetleri için dergâh olarak tefriş edildi. Muhammed Mekki, Abdurrahman Nedim ve Muammer Rauf kardeşlerin büyüğü Ali Kamil Hoca babasından devraldığı bu görevi h<len sürdürüyor. Nedim Efendi Mevlevi dergâhına aşinadır.

Karnıbüyük amca babamın da ahbaplarındandı. Bir akşam bizim evde toplanacaklardı. Yatsı vaktinde camiden çıkanlar bizim eve doğru gelirken bazı tütün müptelaları yarım adımlarla son nefesleri çekiyordu. İşte bu sırada Karnıbüyük amca çıkagelince izmaritler ezildi, herkes odaya dizildi. Karnıbüyük amca müteessir çehre ile ahbap grubunu süzdükten sonra başladı anlatmaya;

“Bir vakitler Burdur’a gitmiştik. Ne güzel bahçeler yapmışlar. Toprak bereketli, nebatat boy vermiş. Fakat her bahçenin etrafını bilmediğim çalı gibi bir şeyle intizamlı şekilde çevrelemişler. Öğrenmek için sorunca “Tütün” dediler. Çit yapmak yerine tütün ekmişler, canım sıkıldı. “Şu güzelim nimetlerin etrafına bu melaneti niye diktiniz?” diye çıkışıp azıcık da kızdım. Mahcup oldular; mazeret beyan edip, “Hocam, bizim buralarda pek çok domuz var, bahçelerimizi talan ediyor. Ama tütünün olduğu bahçeye domuz girmiyor” diye karşılık verdiler. Ya, işte böyle efendiler! Tütünün olduğu bağa bahçeye melun domuz bile girmiyor da tütün gelip Müslümanların ciğerine giriyor!”

Soyadı ve namı Karnıbüyükler olmasına rağmen Mustafa amcaların Kalbibüyükler olarak bilinmesinin de latif bir hikâyesi var. 1962 senesinde gidiş dönüşü altı ayda tamamlayabildikleri bir hac yolculuğuna çıkmışlar. O zamanki vasıtaların hız kabiliyeti demek ki çok zayıfmış. Medine’de ziyaret ettikleri Saatçi Osman Efendiyle tanışırken kafilede olanlardan birkaçı kendilerini “Bazlama, Kuzu” gibi soyadıyla tanıtıp sıra kendisine gelince, “Benim adım Mustafa Karnıbüyükler efendim” demiş. Peş peşe gelen bu tanıtımlar üzerine Osman Hoca mütebessim olup, “Mustafa efendi, madem karnın büyük; işte bazlama, işte kuzu, pişir ye” diye latife etmiş. Sonra da, “Sen karnı değil, kalbi büyük bir adamsın. Konya’ya dönünce eşe dosta bir hac yemeği verip bundan sonra seni ‘Kalbibüyükler’ olarak anmalarını istediğimi söyle” diye tembihte bulunmuş. O hac yemeğinden sonra Karnıbüyükler sülalesi, Kalbibüyükler olarak anılmaya başlanmış.

Osman Efendi vesile olup, geciken bir hakkı teslim etmiş. Zira on evladını vatan uğruna cephede şehit veren, üç evladını darağacında gören Büyüğün Hacı Ali’nin ciğerindeki yara kadar kalbi de büyük olmalıdır!