“NAMZED-İ REÎSÜ’L-CUMHÛR, FÎ MEMLEKETİ’L-CUMHÛRİYYETİ’T-TÜRKİYYE, EKMELÜDDÎN MEHMED İBN-İ İHSAN.” 
(Bu yazı, magazinsel siyâsî-politik bir yazı değildir. Sadece bir tespittir.) 
CHP VE MHP’nin Cumhurbaşkanlığı çatı adayı, Ekmeleddin İhsanoğlu babasının koyduğu ismi dolayısiyle çok ciddî bir sıkıntı içerisindedir. Ma’lûm, CHP, CHP’liler İttihad ve Terakkî bakiyesi bir parti olması hasabiyle, hem Osmanlıca, Arapça-Farsça terkiplere karşı, hem de içerisinde “Din” kelimesinin bulunduğu mefhumlara karşı şiddetli reaksiyonerdirler. 
Bırakınız, tabanı, lider kadroları, milletvekilleri taraftar yazar ve çizer takımı bile, Ekmeleddin Bey’in ismini doğru ve tam olarak telaffuz edemiyorlar. 
Ekmeleddin Bey’in asıl isminin “Mehmed” olduğu anlaşılıyor. Türk Kamuoyu, bu ismi, Ekmeleddin Bey’in Cumhurbaşkanlığı teklifini TBMM’sine sunan partilerin dilekçelerinden öğrendi. 
Ekmeleddin Mehmed Bey, bunca yıldır, babasının Arap geleneklerine göre kendisine lakap olarak verdiği “Ekmeleddîn”i, ismi olarak kullanmıştı da, asıl adı olan “Mehmed” ismini kullanmamıştı. 
Bilindiği gibi, Arap’larda, herkesin isminin evvelinde bir de lakapları vardır. Meselâ Resûl-i Ekrem Efendimizin Mübârek Lakâpları, “Ebâlkasım” ve “Ebulkasım” dır. 
Haz.Ali Efendimizin lakapları, “Ebû’l-Haseneyn” veya “Ebu’l-Hasan”dır. Öyle anlaşılıyor ki, Yozgatlı İhsan Efendi, henüz Soyadı Kanununun cârî olmadığı yıllarda Mısır’a hicret ettiği için, Mısır’da doğan oğlu’na Arap ananesine uygun olarak, “Ekmelüddîn”i lakap, “Mehmed”i isim olarak vermiştir. 
Asıl sorulması gereken ve cevabı beklenen, Mehmed İhsanoğlu’nun şimdiye kadar niçin asıl ismini kullanmadığı ve lakabını ismi gibi kullandığıdır. 
Aslına bakarsanız, bir kimse’nin oğlu’na “Ekmelüddîn”, lakabını koyması da başlı başına problemlidir ve başlı başına bir sorundur. 
Bir kerre çok iddialı bir lakap, “Ekmelüddîn”, (dinin en mükemmeli) dînî bakımdan en mükemmel insan, deseniz, doğru olmaz. Çünkü dinî bakımdan, kimin, kâmil, kimin mükemmel, kimin ekmel olduğunu, ancak Allah bilir! “Muhakkak ki, Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz, Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat 49/13) 
Mehmed İhsanoğlu Bey, Cumhurbaşkanlığı için kendisini teklif eden partilerden, CHP’nin tabanı ve kendisine destek veren sol, devrimci, Kemalist çevrelere şirin gözükmek için, 70 yıldan fazla ismi olarak kullandığı lakabından “Din” kelimesini çıkarmış, bundan sonra bana yalnızca “Ekmel” deyiniz, demiştir. 
Bilumum solcuların, devrimcilerin, kemalist’lerin, “adını bile telaffuz edemiyoruz, milletvekillerimiz, bize destek veren yazar-çizer takımı bile, adını telaffuzda zorluk çekiyorlar,” tarzındaki aşırı tenkidlerden bunalmış bulunan, CHP Lideri bir hayli rahatlamış görünüyor. Artık, rahatlıkla, ağzını doldura doldura, “Ekmel Bey,” diyor. İsmi ve lakabı üzerindeki münakaşaları buradan bitirip, Mehmed İhsanoğlu kimdir? Biraz tanımaya başlayalım. 
Yozgatlı İhsan Efendi’nin 1920’li yılların başında memleketimizi niçin terkettiği ve Mısır’a niçin yerleştiğini bilmiyoruz. Bu safha bizim için flu. 
Mısır, Kavalalı Ailesinin ihtirası yüzünden, Devlet-i Aliyye’mizden ilk olarak koparılan Memâlik-i Osmaniye’dendir. Millî Mücadele yıllarında ve Cumhuriyetimizin kuruluş safhasında, Mısır’da azınsanmayacak bir Türk kolonisi mevcud idi. Yozgatlı İhsan Efendi, Tokadî Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi gibi, sonradan Mısır’a hicret edip yerleşenler. 
Medrese’lerin kapatılması ve Türkiye’de din eğitiminin bütünüyle yasaklanması üzerine, Anadolu’nun pek çok yerinden Evlâd-ı Vatan, Suriye sınırından mayınlı tarlalardan ve kaçakçıların yardımıyla Suriye’ye, bir müddet Suriye’de kaldıktan sonra tahsillerini devam ettirmek için Mısır’a geçenlerle önemli bir Türk kolonisi oluşturuyorlardı. 
Mısır’da yerleşik Türk’ler, Balkan’lardan din eğitim için bir şekilde Mısır’a gidebilmiş soydaşlarımız, Türkiye’li talebe’den bir kısmı, Tokadî Mustafa Sabri Efendi’nin etrafında, bir kısmı da Yozgatlı İhsan Efendi etrafında temerküz etmişlerdi. 
İhsan Efendi, Câmiatü’l-Ezher çevreleriyle yakın temas halinde... 
Bilindiği gibi, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizdeki Tanzimat’a paralel Mısır’daki Câmiatü’l-Ezher’e de İngiliz’ler, Fransızlar ve masonlar hulûl etmişlerdi. 
İslâm Âleminde, İslâmî İlimler Merkezi olarak kabul edilen Ezher, artık, masonik zihniyyetin, Vehhâbî’liğin, Selefîliğin, ehl-i Sünnet hârici bütün Fırak-ı Dâlle’nin at oynattığı bir yerdir. 
Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi’nin etrafında saf tutan Türk’ler, ehl-i Sünnet Akîdesini muhafaza edebildiler. Ve fakat Yozgatlı İhsan Efendi’nin etrafından toplanan ise, ehl-i Sünnet dışı muhtelif fikirlerle, birer vehhâbî, birer mason, birer selefî birer dinde reformcu olarak karşımıza çıktılar. 
Mehmed Akif Bey, Mısır’da kaldığı sürelerde, Yozgatlı İhsan Efendi ile hep yakın temas halinde olduğu için, Ezher’in kapılarını ardına kadar masonluk başta olmak üzere, vehhâbî’liğe, selefî’liğe ve reformist’lere açan Mason Ezher Şeyh’i Muhammed Abduh ve İskenderiye Mason Locası tarafından, “Kâinatın oluşumunda üstün bir güce inanmadığı gerekçesiyle ve ateist olduğu için, Loca’dan ihraç ettiği Cemaleddin-i Afgânî’ye medhiyeler düzmüştür. 
Mehmed İhsanoğlu, İslâmî ilimlere vukûfiyeti olan bir İslâm âlimi değildir; Lisans eğitimi, Mısır Ayn-ı Şema Üniversitesi Kimya Bölümünde kimya üzerine, doktorası da yine kimya üzerinedir. 
Mısır’da doğup büyüdüğü için Arapça bilmektedir. Arapça bilenler, Arapça konuşanlar İslâm âlimi değillerdir. Öyle olsaydı, Arapça bilen, Arapça konuşan herkesin birer İslam âlimi olması gerekirdi. 
Mehmed İhsanoğlu da babası gibi, Ezher Şeyh’lerinin derin te’siri altında, biraz vehhâbî, biraz selefî, biraz reformisttir. 
Bilim Tarihi üzerindeki çalışmaları, makaleleri, Asr-ı Saâdet dâhil, bütün İslâm Tarihinin tenkidi mahiyetindedir. 
“Bir Hilâl Uğruna Yârab! Ne Güneşler Batıyor!” 
Eskiden “Hubb-u Câh” denilirdi. Koltuk, makam-mevki hırsı. 
Ba’zı insanlar, makam-mevki, koltuk hırsı için nice değerlerinden, temel inanç sistemlerinden vazgeçebiliyorlar. 
CHP, MHP ve “diğerlerinde” kategorisinde bile zerre kadar katkıları bulunmayan kimi tabela partilerinin Cumhurbaşkanlığı namzedi, Mehmed İbn-i İhsan, Haz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Kabr-i Şeriflerini, Ravza-i Mutahhare’yi ziyareti bile, şirk sayan bir inanca sahip bulunduğu halde, Hacıbektaş’a gidip, ekserisi şamanizm ve şirk ritüellerini yerine getiriyor. İslâm dini bakımından hiçbir değeri bulunmayan bir çeşme’den elini yüzünü yıkıyor, “oruçlu olmasaydım, bu mukaddes sudan kana kana içerdim,” diyebiliyor. Tevazu’u simgeleyen alçak kapıdan geçiyor, yakın bir zaman öncesinde vefat eden ateist, dinsiz, Allah’sız, Peygamber’siz müteveffâ’ların mezar çukurlarını ziyaret ediyor. 
Merak ettim. Orada bir de delikli taş var. Ancak, ma’sum’ların, günahsızların geçebileceğine inanılıyor. Mehmed İbn-i İhsan kocaman cüssesiyle bu delikten geçmeyi denemiş midir? 
Mehmed İbn-i İhsan, Mısır’da doğmuş, ömrünün büyük bir bölümünü yurdumuzun haricinde geçirmiş olmasından dolayı, Türkiye’ye ve Türkiye’nin mes’elelerine o kadar fransız ki, bendeniz, Mısır’da doğup büyümüş olması, tahsilini bu ülke’de yapmış olmasından bi’l-Kinâye Türkiye’ye ve Türkiye’nin mes’elelerine çok fransız demiyorum, çok Mısır diyorum. 
Sivas’ta Madımak Oteli’nde katledilenler için, “Bundan otuzbir yıl önce 30’a yakın vatandaşımız hunharca katledildiler ve fâilleri cezalandırılmamıştır,” diyor. 
Yanındakiler “Otuzbir değil, Efendim, yirmibir yıl önce” diye tashih ediyorlar. Tabiî ki, Sivas-Madımak olaylarının, şimdi kendisini çatı namzed gösteren CHP’nin iktidarda olduğu yıllarda cereyan etmiş olduğunu kendisine kimse hatırlatmıyor. (Devam edecek...)