Olay dün akşam yaşandı. Taksimde çiçek pasajı civarında oturmaktaydım. Keyfim güzel, arkadaşımla yine derin sohbetlere dalmışım. Bir gürültü koptu. Koşuşturmalar… Arkadan bir ses, “ yakalayın onu…” diyor. Kendimi 007 James Bond filminde gibi hissettim. Skyfall’u izleyenler bilir. Filmin başlangıç sahnesi İstanbul Kapalıçarşı’da koşuşturmacayla başlar. İşte aynen oradaki gibi adamın teki önümden hızla koşarak geçti ve ayağı takılarak yere düştü. “Güm!!” diye bir ses çıktı yerden. Birkaç sivil polis üzerine çullandı…  Genç adamı ayağa kaldırdılar. Anlaşıldı ki hırsızmış. Birilerinin çantasını çalmış. Sonra baktım yakalamışlar, önümden geçiyor. İlk defa bir hırsızın tam da olay anından sonra yüzünü bu kadar yakın gördüm. Bu gerçekten çok ilginçti… Yüzünde değişik bir hüzün vardı. Çaresizlik ve yakalanmanın birbiri içine kaynaştığı bir hüzündü… Başka bir şey gelmemişti elinden ve kahretsin ki yakalanmıştı… Biraz da utanma sezinledim yüzünde... Çünkü sokak oldukça kalabalıktı. Ve herkes ona bakıyordu…

Sonra onun için üzüldüm ben de… Biraz gözlerim doldu. Hayat ona farklı olanaklar sunsaydı elbette ki hırsız olmazdı. O da yaşıtları gibi Üniversite’ye gider, kız tavlardı…

Sonra arkadaşım bir soru sordu: “ Eğer çalınan senin çantan olsaydı ne yapardın? Şimdiki gibi üzülür müydün ona?” Hay şimdi bu soru da nereden geldi!

Üzülmezdim tabii ki de … Yakalandı diye sevinir belki de girişirdim herkesin önünde. “Adi herif “ derdim. Daha kötü sözler söylerdim. Şimdi yat bakalım kodeste de gör gününü derdim. Şikayetçi olurdum. İbret –i alem için sürüm sürüm süründürürdüm…

Az önce üzüldüğüm adama şimdi kızıyordum, hınç doluydum… Anladım ki insan olmak gerçekten zor bir iş… Hem de çok zor…

Sonra başka bir şey düşünmeye başladım…  Birilerinin sessiz ve derinden hırsızlık yapıp çok iyi siyasetçi ya da patron olarak etrafta dolaşmaya devam etmesi, diğerlerinin ise çanta çalıp yakalanması (yakalanabilmesi) çok ilginç değil mi?  Biz o “çok iyi siyasetçi” leri alkışlıyoruz. Onlara oy veriyoruz. Ama onlar her gün cebimizden bir şeyler çalıyorlar. Ya da o yüksek binaların en tepesinde oturan patronlar ne paralar götürüyorlar da biz çalışanlar Allah razı olsun deyip onların iş yerlerinde çalışmaya devam ediyoruz.

O zaman ben başlıkta sorduğum sorumun cevabını vereyim.. Evet, birileri çok istiyor hırsız olmayı… Çok tatlı geliyor zavallı insanların paraları… Bazıları da çaresizlikten yapıyor. Yapmak zorunda kalıyor…

O halde şu soruyu sormak istiyorum; Gerçek hırsız kim? Kodeste olmayı kim hakkediyor?