Alâmet (Nişane), Peygamberlik iddiasındaki zât’ın da’va’sında doğru olduğuna ve Allah tarafından insanların hayırlarına ve saadetlerine ait umdeleri (esasları) tebliğe me’mur bulunduğunu delâlet eden Bürhân (delil) demektir. 
Nübüvvet mevzu’unda bir de mu’cize ta’biri vardır ki, nübüvvet delilleri olan o i’câzkâr (Allah’tan başka herkesi aciz bırakan) hârikalar Peygamber’leri inkâr’a tesaddî (inkara kalkışan ve bu hususta azgınlaşan) hasımlarını (Allah ve Resûlü’nün düşmanlarını) âciz ve kudretsiz bırakmak için Peygamberlerin elinde izhâr olunduklarında bunlara mu’cize denilir. 
- Mu’cize delâleti bakımından, umûmî telakkî, âfâkî ve maddî olan mu’cizelerdir. Bu nev’i mu’cizeler yâ inkâr eden müşriklerin talebi üzerine, yâhût bir lüzum ve ihtiyaç üzerine izhar olunmuştur. Enfüsî mu’cizeler ise hakîkî mü’minlere, fikir ve istidlâl sahibi münevverlere ait sıdk-ı Nübüvvet burhanlarıdır (delilleridir). 
Bununla birlikte âfâkî mu’cizeler ânî, enfüsî mu’cizeler ise, dâimî olan âyet’lerdir. 
Bu cihetle her asırda mütefekkirler Sevgili Peygamber’imizin yüksek seciyle ve şahsiyetiyle tebliğ buyurduğu Kitab-ı Mübîni tetkik ederek sadık bir Peygamber olduğuna delil göstermişlerdir. 
Peygamber’imize ilk inanan, ilk Müslüman olan Haz.Hadîce Vâlidemiz radiyallâh anhâ, Resûlüllâh’ın risâlet ve nübüvvetine âfâkî hiçbir delil aramadan onun yüksek karakteri üstün ahlâkını delil göstererek inanmıştı. Ve: “Ey Muhammed! Sen, akrabanı ziyâret edersin; acizlere yardım’da bulunursun; yoksullara kazandırırsın; misâfirleri ağırlarsın, hak yolunda bütün halka yardım edersin,” diyerek iman etmişti. 
Resûl-i Ekrem’e ilk vahiy: Hırâ Mağarasında bulunduğu bir sırada, melek gelip “oku” dedi. O da “Ben okumak bilmem” cevabını verdi. O zaman melek beni alıp tâkatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine “oku” dedi. Ben de ona “okumak bilmem” dedim. Yine beni alıp ikinci def’a tâkatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine “oku” dedi. Ben de “okumak” bilmem, dedim. Nihâyet beni yine alıp üçüncü def’a sıkıştırdı. Sonra da beni bırakıp, “Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak 96/3,4,5) okudu. 
Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem (kendisine vahyolunan) bu âyet-i Kerime’yi telakkî ederek ve (korkudan) yüreği titreyerek döndü ve Hadîce bint-i Huveylid’in yanına giderek, “Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz,” dedi. Korkusu gidinceye kadar mübârek vücudlarını sarıp örttüler. Ondan sonra Haz.Resûl sallallahu aleyhi ve sellem meydana gelen hâli Haz.Hadîce’ye naklederek “Kendimden korktum” dedi. Hadice radiyallahu anhâ: Öyle deme, Allah’a yemin ederim ki, Allâhu (Zü’l-Celâl) hiç bir vakit seni utandırmaz (mahzûn etmez). Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten aciz olanların ağırlıklarını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misâfiri ağırlarsın, hak yolunda zuhur eden havâdis ve mühimmat da halka yardım edersin.” 
Bundan sonra, Hadice (radiyallahu anhâ) Haz.Resûl-i Ekrem’i (sallallahu aleyhi ve sellem) birlikte alıp, amcazâdesi Veraka bin, Nevfel bin Esed bin, Abdü’l-Uzzâ’ya götürdü. (bu zât, Câhiliyye döneminde Hıristiyan olmuş bir kimse olup, İbranice yazıp-okumayı bilir ve İncil’den meşiyyeti İlâhî’ye taalluk ettiği ölçüde öteberi yazardı. 
Vereka, artık gözleri görmeyen bir Pir-i Fânî idi. Hadice (radiyallahu anhâ), Veraka’ya: “Amcaoğlu dinle de bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor,” dedi. Veraka: “Ne var kardeşimin oğlu?” diye sorunca Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem gördüğü şeylerden kendisine haber verdi. Bunun üzerine, Veraka dedi ki, “Bu gördüklerin Allâhu Teâlâ’nın Mûsâ sallallahu aleyhi ve sellem’e indirdiği Nâmus-u Ekber’dir (yâni, Sâhib-i Sırr-ı Vahiy-Cebrail’dir.) 
“Âh keşke senin da’vet günlerinde genç olaydım. Kavmin seni çıkaracakları zaman keşke hayatta olsaydım!... Bunun üzerine Resûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem, “Onlar beni çıkaracaklar mı?” diye sordu. O da; “evet, (zirâ) senin gibi bir şey getirmiş (yâni vahiy tebliğ etmiş) bir kimse yoktur ki, düşmanlıklara uğramasın, şâyed, senin da’vet günlerine yetişirsem sana son derece yardım ederim” cevabını verdi...
Ondan sonra çok geçmedi. Veraka vefa etti (Ve o esnada) bir müddet vahiy kesildi. Vahy’in bir müddet kesilmesi’nin Veraka’nın vefatıyla herhangi bir münasebeti yoktur. 
Lihikmetin, Alak Sûresi’nin ilk âyet’lerinden sonra vahiy kesilmişti. Bunun üzerine Sevgili Peygamber’imiz tarifsiz gam ve hüzün istilâ etti ki, kendisini Mekke’nin civarındaki dağlara vurmuştu. Nihâyet, rivâyetlere göre onbeş günlük bir fâsıladan sonra, “Ey bürünüp sarınan (Resûlüm)! Kalk ve (insanları) uyar. Sadece Rabbini büyük tanı. Elbiselerini tertemiz tut. Kötü şeyleri terk et. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.” (el-Müddessir 74/1,2,3,4,5 ve 6) âyet-i Kerime’leri nazil oldu. 
- Haz.Ebû Bekr de Resülüllah’ın doğruluğuna güvenerek Yüce İslâm dinini kabul etmekte hiç tereddüt göstermemişti. Peygamber’imizin hayâtına yakından vâkıf olan Ashap, hep Peygamber’imizin doğruluğuna ve tebliğ ettiği kitab’ın doğruluğuna, yüksekliğine i’timad etmişler ve zâhirî hiç bir mu’cize aramamışlardı. Esâsen Kur’ân-ı Kerim’de bu suretle delil aranmasını ta’lim buyurmuştur. 
“Ona Rabbi’nden (başkaca) mu’cizeler indirilmeli değil miydi?” derler. De ki: Mu’cizeler ancak Allah’ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ankebût 29/50) 
“Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.” (Ankebût 29/51) 
Bu âyet ve buna benzer pek çok âyet-i Kerime’lerde, zâhirî ve âfâkî mu’cizelerin Allah’ın kudretine ait olduğu bildirilmiştir. Bu i’tibarla Resûlüllah’ın mu’cize isteyen müşriklere karşı “Ben ancak Peygamber olan insandan başka bir şey değilim,” diye cevap vermiştir. 
Peygamber’imizden avam ve cahil müşriklerin istedikleri mu’cizeler, onların idrak ve irfan seviyelerini göstermek üzere, İsra Sûresi’nin 91. ve ta’kip eden âyetlerinde şöyle bildiriliyor: 
- Yâ Muhammed, biz sana iman etmeyiz, tâ ki, bize şu yerden su kaynağı akıtasın! Yâhut senin üzüm ve hurma bahçelerin ola da aralarında pek çok nehirler akıtasın! Yâhut zu’um ettiğin gibi göğü parça parça üzerimize düşüresin; Yahut Allah’ı ve melekleri kefil getiresin; Yahut senin altından bir evin olsun, yâhut gök yüzüne çıkasın, tâ oradan bize okuyacağımız bir mektup göndermedikçe senin göğe çıktığına da inanmayacağız.” 
- “Biz Kur’ân’da muhakkak surette insanlar için ibret alacakları türlü misaller getirdik. Fakat insanların çoğu küfür ve inkârlarında ısrar ettiler. 
“De ki, “Rabbim tesbih ederim ki, ben ancak, risâlet sıfatını hâiz bir insan’dan başka bir şey değilim.” 
Görüldüğü gibi, mu’cize, Kur’ân’a göre, Resûlüllah’ın zât ve hâiz bulunduğu nübüvvet sıfatının haricindedir. Ve Kudret-i İlâhî’ye aittir. Bu i’tibarla, Kelâm âlimlerinin muhakkıklarından ve sofiyyeye göre, mu’cize, nübüvvetin zâhirî ve maddî bir alâmetidir. Yoksa mantıkî bir delili değildir. 
İmam-ı Gazâlî, “EL-Münkızu Mine’d-Dalâl”inde Peygamber’in Sıdk-ı Nübüvveti, yalnız onun sîreti tetkik edilerek anlaşılır.” demiştir. İmam-ı Fahruddîn-i râzî “Metâlib-i Âliye’sinde aynı fikri müdafaa ederek pek çok âyeti şâhid gösterir. 
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî 
- Mûcib-i İman nebâşed mu’cizât 
Büy-i cinsiyyet küned cezb-i sıfât... 
Mu’cizeler Peygamber’in Nübüvvetine inanmayı mûcip kuvvette bir delil değildir. Mü’mine bu hususta iman nefheden şey ancak cinsiyyet râyihasıdır. Yâni, hakîkati arayan kimse ile Peygamber’in arasında müşterek vasıflar ve seciyelerdir,” demektir. 
- Rûy-ü âvâz-ı Nübüvvet mu’cizât... 
Peygamber’in yüzü ve zâtı ile onun sesi ve tebligatı mu’cize olarak yeter. Kur’ân’ın ta’lim ettiği istidlâl de budur... 
Bu gece’den i’tibâren idrâk edeceğimiz Mübârek Ramazan-ı Şerif’in Aziz Milletimize ve bütün Ümmet-i Muhammed’e hayırlı olmasını, nîce hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbim’den niyaz ederim. M.A.