Halife'nin emri bütün İslam Alemi için geçerli sayıldığından, Hilafet makamı İslamiyet'te çok önemli bir makamdır. O nedenle, öncelikle halifenin seçimi geniş bir uzlaşı gerektirir, "ben seçtim oldu" demekle İslam Alemi'ne halife seçilemez.
Suudiler kabul etmese de Hilafet 4 Şubat 1517'de Osmanlı'ya geçmiştir; ilk halife de Yavuz Sultan Selim'dir.
 İngiliz Avam Kamarası Lozan Anlaşması'nı, TBMM halifeliği fiilin kaldırıp, TBMM’nin bünyesinde saklı tutmaya karar vermeden onaylamamıştır. İngilizler Hilafet'in tamamen kaldırılmasını istemişler fakat, başta Atatürk olmak üzere, milliyetçilerin ve muhafazakârların çabalarıyla halifelik TBMM'sinin bünyesinde bırakılabilmiştir.
IŞİD'ın Irak ve Suriye'nin Sünni bölgelerini ele geçirerek "İslam Devleti" adıyla bir devlet kurması, örgütün lideri Ebubekir Bagdadi'yi seyyid ve halife ilan ederek Hilafet kurumunu canlandırması, bir terör örgütü aklından çok, bir devlet aklının varlığına işaret etmektedir. Çünkü, Halifelik gibi, İslam aleminin çok duyarlı olduğu bir konuda adım atabilmek kolay bir karar değildir. Bu kararın arkasında çok büyük bir toplum mühendisliği ve İslam Alemi'nin birliğine, bütünlüğüne yönelik çok büyük hesaplar vardır.


Musul'u tek kurşun atmadan ele geçirip Merkez Bankası'nı yağmaladıktan ve Türkiye konsolosluğundakileri rehin aldıktan sonra güneye, Bağdat'a yönelen IŞİD militanları,  ele geçidikleri toprakların büyüklüğünü bir Emevi halifeliği kurmak için yeterli görmüş olmalılar ki, Suriye ve Irak coğrafyasının Sünni kesimlerini birleştiren bölümlerinde "İslam Devleti"ni kurdular, başkanları Ebubekir Bagdadi'yi de halife ilan ettiler. IŞİD'ın bu hamlesi, Ortadoğu'da, bütün İslam Alemi'ni içine çekebilecek bir girdap oluşturmuştur.
Adını "İslam Devleti" olarak değiştiren Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) halifelik ilan etmesiyle, BOP bağlamında etnik ve mezhepsel ayrıştırma çatışmaları üzerinden yeni ve kalıcı bir Ortadoğu haritası oluşturma çalışmaları yeni bir boyut kazanmış oldu.
Bir süredir Suriye ve Irak'ta adını sıkça duyuran ve İslam adına cihat ettiklerini savunan Ortadoğu'nun en etkin ve en zengin terör örgütü konumundaki  Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ya da Irak ve Levant İslam Devleti (Ad-Davla Al-Islāmiyya fi al-'Irāq wa-sh-Shām/ILID), artık haritası da yani Suriye'den Irak'a uzanan bir vatanı da olan bir devlet: "İslam Devleti". Adlarını duyurdukları ilk günden beri, amaçlarının Irak ve Suriye'nin Sünni böleglerinde  Emevi devleti gibi bir halifelik kurmak olduğunu söylüyorlardı, başardılar; adı, "İslam Devleti"!
IŞİD'ın Irak ve Suriye'nin Sünni bölgelerini ele geçirerek "İslam Devleti" adıyla bir devlet kurması, örgütün lideri Ebubekir Bagdadi'yi seyyid ve halife ilan ederek Hilafet kurumunu canlandırması, bir terör örgütü aklından çok, bir devlet aklının varlığına işaret etmektedir. Çünkü, Halifelik gibi, İslam aleminin çok duyarlı olduğu bir konuda adım atabilmek kolay bir karar değildir. Bu kararın arkasında çok büyük bir toplum mühendisliği ve İslam Alemi'nin birliğine, bütünlüğüne yönelik çok büyük hesaplar vardır.
Gelinen noktada Müslüman Kardeşler ertesnasyonalizmi de siyasal İslam da büyük bir dirençle karşılaştı. Şimdilerde Ortadoğu haritasını dizayn eden aktörün adı: "İslam Devleti."

IŞİD YA DA "İSLAM DEVLETİ" HİLAFETİ CANLANDIRABİLİR Mİ?


Gelelim, "IŞİD hilafet ilan edebilir mi, hilafeti canlandırabilir mi?" sorusuna...
Tarihi bilgilerimizi kurcaladığımızda, ilk İslam devletinin ve Peygamberimizin vefatından sonra Hilafet kurumunun Medine'de kurulduğunu, Hilafet'in  Padişah I. Selim, yani Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı'ya geçtiğini görüyoruz (4 Şubat 1517). Fakat Vehhabiler, Memluk Sultanlığı'na sığınan son Abbasi halifesinin dinsel otoritesi bulunmasına rağmen sembolik bir şahsiyet olduğunu, hilafeti Osmanlı'ya devretme yetkisi bulunmadığını, Hilafetin Kahire'de son bulduğunu savunmaktadırlar. Vehhabiler Hilafet'in Osmanlı'ya geçtiğini hiçbir zaman kabul etmemişlerdir.
Halife'nin emri bütün İslam Alemi için geçerli sayıldığından, Hilafet makamı İslamiyet'te çok önemli bir makamdır. O nedenle, öncelikle halifenin seçimi geniş bir uzlaşı gerektirir, "ben seçtim oldu" demekle İslam Alemi'ne halife seçilemez.
Suudiler kabul etmese de Hilafet, 4 Şubat 1517'de Osmanlı'ya geçmiştir; ilk halife de Yavuz Sultan Selim'dir.
 Hilafet, 3 Mart 1924 günü kabul edilen bir yasayla fiilen kaldırılmış, fakat hukuken TBMM'nin uhdesinde saklı tutulmuştur. İlgili yasada,"halifelik TBMM'sinin uhdesinde mündemiçtir” denmektedir. Lozan Anlaşmasını İngiliz Avam Kamarası, TBMM halifeliği fiilin kaldırıp, TBMM’nin bünyesinde saklı tutmaya karar vermeden onaylamamıştır. İngilizler Hilafet'in tamamen kaldırılmasını istemişler, fakat başta Atatürk olmak üzere, milliyetçilerin ve muhafazakârların çabalarıyla halifelik TBMM'sinin bünyesinde bırakılabilmiştir.
Bu gerçeği elbette IŞİD de, yeni adıyla "İslam Devleti" yöneticileri de biliyorlar, fakat, El Kaide bağlantılı bu örgütün yapısı ve arkasındaki karmaşık destek ağı net olarak bilinmediğinden,  Hilafet'i ne amaçla canlandırmak istediği de tam olarak bilinemiyor.
Hilafet gibi, sözü bütün İslam Alemi'nde geçerli olan ve kararları bütün İslam coğrafyasında  bağlayıcı olan bir kurumun canlandırılması, eğer kabul görürse, "İslam Devleti"ne bütün dünyada  büyük bir avantaj ve saygınlık sağlayacaktır. Ebubekir Bagdadi yönetimindeki IŞİD örgütüne destek veren ABD ve İsrail Hilafet kararından sonra da desteklerini sürdürebilirler, ama Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi Sünni İslam ülkelerinin, Bagdadi'nin halifeliğini tanıyarak,  yeni "İslam Devleti"nin kendilerinden üstün bir konuma gelmesine rıza göstermeleri beklenemez.

IŞİD'IN YANİ "İSLAM DEVLETİ"NİN AMACI HİLAFETİ CANLANDIRMAK DEĞİLDİR


Yeni adıyla "İslam Devleti", Hilafet ilan ederken,  bu kararın İslam Alemi'nde tepkilere neden olacağını, kendisine Sünni İslam devletlerinden gelen yardım ve desteğin kesilebileceğini hesaplamamış mıdır?
Elbette hesaplamıştır; başta da belirttiğimiz gibi, düne kadar IŞİD adıyla andığımız örgütün arkasında örgüt aklından çok devlet aklının rol oynadığı kolayca görülmektedir. Bu devletin ya da devletlerin kimliği konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir.
IŞİD'in ya da yeni adıyla "İslam Devleti"nin hedefi Hilafet'i canlandırmak falan değildir. Çokiyi dizayn ve organize edilmiş İslami cihat örgütü görünümlü bir orduyla Irak'tan ve Suriye'den çalınan topraklar üzerinde kurdurulan "İslam Devleti"yle hedeflenen,  Ortadoğu'da esen kaos rüzgarlarını daha da etkili kılmak, uzun soluklu etnik ve mezhep çatışmalarına elverişli bir ortam hazırlamak ve bu kaos ortamı üzerinden bölgenin enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına almak, Rusya ve Türkiye'yi safdışoı bırakarak İsrail'i en güvenli enerji terminaline dönüştürmek, petrolün bir başka para birimi ile satışını önleyerek ABD dolarının saygınlığını korumaktır.
Uzun bir cümle oldu, ama virgül araları birer Ortadoğu gerçeğidir ve biz bu gerçekleri ve olası sonuçlarını önceki yazılarımızda ayrıntılı olarak anlatmaya çalışmıştık. Kendimize, "söylemiştik" övgüsü falan çıkarmak istediğimiz yok; bölgemizide, bizi de içine çekmekte olan büyük bir girdaba dikkat çekmeye çalışmaktayız. Artık gerçekleri görme zamanı gelmiştir. Bu konuda çok geç kalmadığımıza inanmak istiyoruz.
Geçtiğimiz Yüzyılın başlarında kum üstünde oluşturulan Ortadoğu haritası, günün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmekte, Amerikalı ideologların çizdikleri BOP haritası kanırta kanırta hayata geçirilmektedir. "İslam Devleti" olarak ad değiştiren Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) operasyonlarını, Suriye ve Irak topraklarındaki "başarılarını" bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Yüzyıl öncesinde Balkanlar'da Türk ve İslam varlığına uygulanan yoketme politikası bugünlerde Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan eski Osmanlı coğrafyasında aynen uygulanmaktadır. Tarihi ve kültürel bağlarımızın kazandırdığı stratejik derinlik nedeniyle, eski Osmanlı coğrafyasındaki yangından etkilenmememiz mümkün değildir.

HİLAFETİN ARKASINDA KİMLER VAR?


Hilafet ilan eden "İslam Devleti", artık kendine bir coğrafya da edindiğine göre, tanınma yoluna gidecek, İslam Alemi'nin çeşitli bölgelerinde Halife çağrısıyla cihad ilan edebilecektir.
Hilafet ilan eden "İslam Devleti"nin coğrafyası dikkate alındığında, İsrail'i tehdit eden Şii kuşağına karşı bir Sünni kalkan oluşturduğu kolayca görülmektedir.
IŞİD'ın operasyonları, dışardan bakıldığında, farklı bir gerilla metodu gibi görünse de, ayrıntılar biraz irdelendiğinde, bunun bilinen bir anarşist yapılanma değil, düzenli bir ordu örgütlrnmesi olduğu hemen farkedilmektedir.
O nedenle, IŞİD'ın ya da yeni adıyla "İslam Devleti"nin Hilafet ilan etmesi, 'Ortadoğu yangınını belirli bir amaca yönelik olarak körükleyecek bir gelişme' olarak değerlendirilmelidir.