Güzel, yerleşmiş, yerinde bir âdet var İngilizlerde: İnsanlar sokakta gezip tozarken, yolda gidip gelirken veya bir yerde otururken; bakışlarıyla birbirlerini hiç rahatsız etmiyorlar.

     Bu davranış şekli, insanları çok rahatlatıyor. Özellikle onlardan her bakımdan farklı olan yabancıların tedirgin olmayışlarını sağlıyor.

     Tuhaf karşılanmıyacaklarını biliş, onların serbestçe dolaşmalarını daha çok gözlemde bulunmalarını, çevrelerini daha iyi tanımalarına fırsat veriyor.

     Cambridge’de Belediye’nin çok katlı “Otopark” binaları var. Giriş çıkışlar hep otomatiğe bağlanmış. Belli bir saatten sonra oldukça yüksek ücret alınıyor.

     Evet herkes yeteri kadar istifade edebilsin, yararlanabilsin, herkese yer açılsın diye, belli bir saat geçince normalin üstünde para talep ediliyor. Böylece kalış süresini muayyen bir sınır ve limit içinde tutmaya çalışıyorlar.

     Ayrıca sokakların bir kısmı park olarak tahsis edilmiş. Buralara Belediye otomatik olarak ücret ödeme imkânı sağlayan makineler koymuş. Otomatik para ödeme makineleri.

     Cambridge çevresindeki çiftliklerde, alabildiğine uzanan çilek tarlaları var. Yerden bir metre kadar yüksekte yer alan askılara yerleştirilen toprakta yetiştiriliyor. Eğilmeye lüzum kalmıyor. Ayakta rahatça koparıp yenebiliyor.

          Tarlada istediğin kadar var çilek

          Serbest burada doyasıya onları yemek

          Sadece çilekleri topladığın kabın tartısında

          Ödemiş oluyorsun çileklere ücret çıkış kapısında

          Yani yediğinden ne kadar olursa olsun sorulmuyor hiç hesap

          Naylon kaba topladığın miktarın parasını alıyorlar ne yaparsan yap

     İngiltere’de yabancı işçiler; ister beyin işçisi, isterse beden işçisi olsun. Büyük bir özveri ile çalışıyorlar. Bununla beraber işlerinde tedirginler.

     Çünkü hatalar genellikle onların üstüne yıkılıyor. Buna çok üzülüyorlar. Ve tabii buna çok canları sıkılıyor. Zira işlerinde ve branşlarında gayet başarılı olduklarını biliyorlar. Zaten böyle olmasa İngilizlerin onları asla çalıştırmayacaklarının bilincindeler.

     İngiltere’de birçok elemanın yokluğu çekiliyor. Öğretmen ve doktor açığı gibi. Nitekim sağlık devletin omuzlarında fakat birçok branşlarda; muayene için iki üç ay sonraya tarih verilebiliyor.

     İngiltere umumiyetle hayatın pahalı, geçimin zor olduğu bir ülke. Çünkü çok şey dışarıdan ithal ediliyor, ülkeye getiriliyor.

     Kira ücretleri ise çok yüksek. Alınan maaşın yarısına yakını buna gidiyor. Alınan para ancak geçinecek imkânı sağlıyacak nisbette. Tasarruf yapmaya pek imkân vermiyor. Ancak nefsinden feragat edenler ve özveride bulunanlar birkaç sterlin bir kenara koyabilirler.

     İngiltere ve onun şahsında Batı insanı; teknik bilginin zirvesinde ve bunun sağladığı maddî kolaylıklar ve konfor içinde; buna rağmen, aynı zamanda cehaletin en koyu girdapları arasında kıvranıyor.

     Teknik imkânların hayata geçirildiği güzel bir tablo sergilenirken; maneviyat sahasında, tam bir çöl mahrumiyeti içinde, manasızlık sahralarında başı boş dolaşıp duruyorlar.

     Ömürleri Bermuda üçgeni içinde sanki. Üç nirengi noktası arasında manasız, gayesiz ve hiçlik anlayışının zirvesinde geçiyor. Büyük bir inançsızlık boşluğu içinde bocalayıp duruyorlar. Hayatlarını sürdürmüyor, süründürüyorlar âdeta.

     Ömürleri ev, iş ve Pub (Pap) arasında geçiyor genellikle. Evden işe gidiyorlar. İş çıkışında Pub’a uğruyorlar. Pub’tan eve dönüyorlar.

     Pub denen yer; herkesin, yalnız olarak veya ailecek, çoluk çocuk beraberce gittikleri bir yer. Hem lokanta hem bar hem de müzik çalınan bir mekân. Çok lüks olanları da var, şöyle böyle olanlar da. Umumiyetle loş ışıklı, biraz da karanlık yerler. (25 Eylül 2003)