İmha edilen, ihya edilen cami’lerle alakalı serî yazılar neşredilmeye başlandığından i’tibâren, İstanbul aşığı, pekçok okuyucumuzdan katkılar geldi. “Sadece, Millet, Vatan ve Ordu Caddeleriyle, Meclisi Mebusan Caddesi üzerinde durmayın, Yenikapı Sahil yolundan Şişhane’ye, Atatürk Bulvarı açılırken, Vefa’da, Unkapanı’na kadar, Zeyrek Mevki’inde, İ.M.Ç. (açılımı, İstanbul Manifaturacılar Çarşısı), inşa ettirilirken, yok edilen mescid’lere ve hazirelere de bir bakın.” denildi.
Gerçekten, burası Bozdoğan Kemer’inden Haliç’e kadar, kadim İstanbu’un en kesif yerleşim bölgelerinden birisiydi. 1950’li yılların sonlarında, Sultanhamam Manifaturacılarını bulundukları yerlerden nakletmek için, Zeyrek’de daha büyük ve modern mağazaların bulunacağı bir çarşının yapılabilmesi için bu civarda, büyük bir yıkıma gidilmiş, Zeyrek Cami’î’nin külliyesi, fetihten sonraki İstanbul’un ilk kadısı, Belediye Başkanı, Hızır Bey ile Fatih dönemi divan şâir’lerinden Necatî’nin de kabirlerinin bulunduğu büyük hazire yıkılmış, yok edilmiştir. Azîz Milleti’mizin ve Osmanlı Devleti Aliyye’mizin, yüzakı ulemasından, Fatih’in medrese arkadaşı, Kadı Hızır Bey, Divan Şâiri Necati ve Kâtip Çelebi’nin kabirleri uzun yıllar ihmal edilmiş, çarşı esnafının yoldan gelip-geçen’lerin çöplerini attıkları bir mezbelelik halindeyken, kendilerine layık olmasa da, son zamanlarda kabirleri ihya edilmiş, temizlenmiş yeşillendirilmiştir.
Bozdoğan Kemeri’nden i’tibâren, Unkapanı’na gidişte sağ taraf’ta, civarın imar dokusuyla alakası bulunmayan, İstanbul Belediyesi’ne ait bir bina vardır. Bu bina uzun yıllar, İstanbul Belediyesi’ne ait, “Hıfzu’s-Sıhâ” kurulmuştu. Hıfzu’s-Sıhâ, Arabî bir terkip olup, (Sağlığın Korunması) demektir. Hıfzu’s-Sıhâ, aslında, cennetmekân Sultan 2. Abdülhan Hazretleri’nin, 19. asr’ın sonlarında başlattığı maarif, imar ve sıhhat (sağlık) hamlesi sırasında, Tıbbıye-i Şâhâne’ye paralel olarak, kurdurduğu, Bakteriye-i Şâhâne’nin devamıdır. Halk sağlığı bakımından, gıda ve sâr yollarla bulaşan muhtelif hastalıklardan önceden korumayı amaç edinen çalışmalar yapmak, önleyici tedbirler almak üzere kurulmuş bir araştırma kurumuydu. Sultan 2. Abdülhamid’in bu araştırma kurumunu kurduğu yıllar’da, bütün dünya’da, dünya’nın en gelişmiş, sömürgeci kıt’ası, Avrupa’da bile, Hıfzu’s-Sıhâ’dan başka sadece, iki kurum vardı.
Sadece bu kurumun varlığı bile, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizin, 19. asr’ın sonlarında, 20. asr’ın başlarında, eğitimde, imar’da, sağlık bilimleri ve uygulamalarında, dünya’dan, Avrupa’dan geri olmadığını göstermeye yeter...
Selçuklu ve Osmanlı özgün mimârîsiyle mukayese edildiğinde, bir ucûbe olan ve fakat, günümüzün çapsız mîmarîsiyle mukayese edildiğinde, başarılı bir mimârî uygulama olan, Hıfzu’s-Sıhâ, (şimdilerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Sağlık Dâire Başkanlığı) binasının inşa edildiği yerde, çok güzel bir mescid, Revânî Mescidi ve Haziresi bulunuyordu. Yavuz Sultan Selim dönemi şâir ve mutasavvıf’larından, Revâni lakaplı, Zât’ın bu mescidi inşası sırasında, oradan geçen Yavuz, mescidin inşa faaliyetlerinde çalışanlara, mescid’in kim tarafından yaptırıldığını sorduğu an’da, tatlı dükkanından mescid’e doğru gelmekte olan, pehlivan yapılı, Revânî’ye, “Allah sana nice mescid’ler inşa etmeyi nasip buyursun,” diye du’a ettiği ve Edirne’li Revânî’nin, bu mescid’den başka mescid’ler inşa ettirdiği bilinmektedir, fakat günümüzde bu mescid gibi başka mescid’ler de maalesef, kayıptır. Derinlemesine bir araştırma yapılırsa, bu bölge’de, Zeyrek-Unkapanı bölgesinde, daha ne kadar cami ve mescid’in yok edildiği ortaya çıkar.
Bir okurumuz da, “Dolmabahçe’de bulunan, Bezm-iâlem Vâlide Sultan Cami’î’ni niçin yazmıyorsunuz? Dolmabahçe, Bezm-iâlem Vâlide Sultan Cami’i, 1960’lı yılların sonuna kadar Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nin deposu olarak kullanılmıştır,” dedi.
Bezmiâlem Vâlide Sultan Cami’i, Dolmabahçe Sarayı’nın avlusu’nun en uç noktasında inşa edildiği için, yapıldığı tarihten i’tibâren, halk arasında Dolmabahçe Cami’i olarak bilinmektedir. Cami, 19. asr’ın ikinci yarısında, Bezmiâlem Vâlide Sultan’ın emriyle inşa edilmeye başlanmış, Vâlide Sultan’ın 1853’de ahirete irtihali üzerine, oğlu Sultan Abdülmecid tarafından tamamlanmıştır. Daha önce cami’i’n avlusunun saat kulesine bakan kapısının üzerinde Hicrî 1270 – Milâdî 1853-54 tarihini taşıyan inşa kitabesi, 1948 yılında, Dolmabahçe Meydanı’nın açılması sırasında avlu duvarlarının yıkılması sebebiyle kıble dış avlu duvarının dibindeki, bugünkü yerine konulmuştur. Celi-Sülüs hatla yazılmış dört beyitten oluşmuş kitabe, tamâmen, batı tarzında ve tepelik akant yapraklarıyla süslenmiştir ve tepelik kısmının ortasını, Abdülmecid’in tuğrasını ihtiva eden bir çelenk taçlandırmıştır...
Dolmabahçe Cami’i, 19. yüzyıl Osmanlı mimarisinde pekçok önemli esere imzasını atan, Nikogos Baylan tarafından, batı cereyanlarının en kesif biçimde te’sirini gösterdiği bir devirde inşa edilmiştir. Bu dönem’de, barok, rokoko, ampir gibi üslûpların yerleşik san’at birikimi ve zevkiyle kaynaştırılması neticesinde ilginç bir yorumlama anlayışına gidilmiştir. Mimârî bakımdan bu gibi camilerde önemli bir yenilik söz konusu olmaksızın asıl değişimin ananevî çizginin, klasik nisbetlerin ve motif repertuvarının büyük ölçüde terkedilmesi suretiyle dış cephede ve süslemelerde gerçekleştirildiği görülür. Barok, rokoko ve ampir tarzındaki süsleme husûsiyyetlerinin ananevi Osmanlı motiflerinin ve bezeme anlayışının yerini almaya başlaması dikkat çeker. Dönemin en önemli karakteri, mimâriye “eklektik” (karma) yaklaşımın hâkim olması ve batılı unsurların herhangi bir kâideye bağlı kalmaksızın sınırsızca ve yer yer de Osmanlı ve İslâm unsurlariyle karıştırılarak kullanılmasıdır. Bu bakımdan Dolmabahçe Cami’i ait olduğu devrin umûmî yaklaşımını ve san’at zevkini bütünüyle yansıtan tipik bir örnektir.
Yol ve meydan açılışında, vandalca yıkımlardan Dolmabahçe Cami’i de nasibini almış, Dolmabahçe Meydanı açılış çalışmalarında, avlu, çevre duvar’ları ve cümle kapıları ve ba’zı diğer bölümler ortadan kaldırılmış, cami’i’n önündeki Hünkâr Kasrı ile birlikte bugünkü durum ortaya çıkmıştır.
Cami’i’n ampir üslûbundaki sekizgen plânlı, kubbeli muvakkithânesi ise meydan tanzimi esnasında cadde üzerinden kaldırılarak deniz tarafındaki hâlen bulunduğu yere eğreti bir şekilde yerleştirilmiştir. Taş ve mermerden inşa edilen cami’i’n ön cephesini boylu boyunca iki taraftan da dışa taşan ikişer katlı Hünkâr Kasrı kaplamaktadır. Küçük bir saray görünümündeki bu kasr’a biri ön cephede ana mekân ile ortak kullanılan, diğerleri yan cephelerde yer alan üç kapıdan girilmektedir. Birkaç basamakla ulaşılan bu kapılardan yandakilerin üzerlerinde sütunlu birer giriş bölümü bulunur. Kasr’ın iki yanındaki merdivenlerle üst kata çıkılmaktadır. Bu kısımda odalar yer almakta ve ayrıca buradan mahfillere de geçilmektedir. Günümüzde Cami’i’n Hünkâr Kasrı Beyoğlu Müftülüğü ve cami görevlileri lojmanı olarak kullanılmaktadır.
Cami’i’n bünyesinden ayrı tutulan minareler Hünkâr Kasrı’nın iki köşesinde yükselir. İnce uzun formları ve yivli gövdeleriyle dikkat çeken minarelerde şerefe altları akant yapraklarıyla süslenmiştir.
Renkli mermer işçiliği gösteren mihrap ve minberde klasik çizgiden uzaklaşılarak bir takım barok süslemelere yer verilmiştir. Beşgen plânlı mihrap nişinin üzerinde değişik biçimde çiçek ve yapraklardan oluşan bitkisel bir süslemeye gidilirken kitabe levhasının üstüne de ortası bir çelenkle taçlandırılmış bir tepelik yerleştirilmiştir. Aynı tepeliğe pencere üzerinlerinde de rastlanmaktadır ve böylece iç mekân süslemesinde bir bütünlüğe ulaşma çabasına girildiği görülmektedir. Mihrap gibi iki renkli mermerden yapılmış olan minberin yekpâre korkuluk levhaları geometrik bezemelidir. Mermer’den çok zarif elmas topu gibi bir de va’az kürsüsü bulunmaktadır.
Dolmabahçe-Bezmiâlem Cami’i’nin etrafı Dolmabahçe Sarayı’nın bahçesinde inşa edildiği için, halk’tan, avam’dan cemaati yoktu. Cami’i’n cemaati daha ziyâde, saray sâkin’lerinin ve müştemilatta bulunanlardandı. Feriye ve Yıldız Saray’ları inşa ettirildikten sonra, Dolmabahçe Sarayı tenhalaştığı için cami’i’n cemaati de iyice azalmıştı. 1948-1961 yılları arasında, cami Hünkâr Kasrı ile birlikte Deniz Kuvvetlerine ait Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’nin deposu olarak kullanılmıştır.
27 Mayıs 1960 Darbe-i Hükûmetinden sonra, Demokrat Parti mensupları, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Milletvekilleri, Genel Kurmay Başkanı ve üst bürokratlar Yassıadaya tıkıldıktan sonra, Yassıada soruşturmaları ve sözde muhâkemeleri bitinceye kadar, ne yazık, bu cami, Yassıada İrtibat Bürosu olarak kullanılmıştı. Deniz Kuvvetleri, cami’i’n içinde bulunan tarihî objeleri Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’ndeki ilâve olarak ihşa edilen ambarlara nakledince, cami’i boşaltılmış, cami bir müddet harap halde bekletildikten sonra, Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından üstünkörü bir restorasyon ile ibadete açılmış, ikibinli yılların sonlarında esaslı bir restorasyondan sonra, Boğaziçi’nin en değerli süslerinden birisi olarak Zebercet’den bir yüzük taşı gibi, İstanbul’u süslemeye devam etmektedir.
Ba’zı okuyucularımız da, Gedikpaşa’da, Soğanağa’da ve Kadırga’da pekçok mescid’in at arabası sahipleri tarafından hayvan ahırı olarak kullanıldığını söylediler...