Uzun yıllardan beri toplum olarak sükûnete ve dinginliğe hasretiz. Bu durum hem üretmek hevesimizi ve azmimizi kırmakta hem de ülkede ciddi bir zaman ve enerji israfına sebep olmaktadır. Toplumumuzu geren olaylar siyasî partiler arasındaki çekişmelerden daha çok iktidar ile devletin kurumları arasındaki zıtlaşmalardan kaynaklanmaktadır. Milletimiz; YÖK’le iktidar arasında, iktidarla sendikalar, barolarla iktidar arasındaki çekişmeleri tolere edebilmektedir. Ancak iktidarla yüksek yargı ve silahlı kuvvetler arsındaki her olumsuzluk ülkede buz kestirmektedir. Burada kimin haklı kimin haksız olduğu çok fazla önem taşımıyor. Çünkü millet serden de yardan da vazgeçmek istemiyor. Özellikle silahlı kuvvetlerle iktidar arasında meydana gelecek her soğukluk bütün sosyal hayatı donukluğa ve derin endişeye sevk etmektedir. Böyle bir durum zuhur ettiğinde milletimiz sükûneti sağlayacak tavır ve sözler yerine, benzin bidonlarına yapışmayı tercih edenleri; acından sürünürken kendisine, dile benden, diye gelen meleğe komşusunun keçisini işaret ederek onu öldürmesini isteyen Rus köylüsünün ibretlik haliyle bakmaktadır. Ülkeyi, ordusuyla meseleleri olan iktidarların yönetmesi mümkün olamaz. Bugüne kadar yapılan her iyi şeyde bütün milletiyle beraber ordumuzun doğrudan sağladığı gayret ve desteklerin payı tartışılmaz. Hele ülkesini göz bebeği gibi koruma şuurunda bir ordu, bir millet ve ülke için baş tacı bir değerdir. Bu kıymeti günlük meselelerin girdabına çekmek, hele de siyasette bir güç unsuru olarak kullanmaya yeltenmek ülkeye ve ordumuza yapılacak en büyük kötülüktür. Bundan doğacak zararları telafi etmek onlarca yıl alacağı gibi, bir yurdun bir milletin yok olmasına da sebep olabilecektir. Aklı başında bütün insanlarımız, bunu pekâlâ bilmekle beraber bizdeki “büyük neticelere küçük oyunlarla ulaşma hastalığı” zaman zaman basiretimizi bağlamaktadır. Bu aynı zamanda zihnî ve fikrî geriliğimizin de açık bir ifadesi olmaktadır. Muhalefet her ne sebeple olursa olsun, meşruiyetten ayrılmamaya özen göstermeli, iktidar da her türlü olumsuzluğa rağmen; adaletten, demokratik ilkelerden ve ahlakî değerlerden zerrece ayrılmamalıdır. Bilinir ki; bir iş laf ile değil fiil ve hal ile olur. Bir takım tumturaklı laflarla insanları ikna ettiklerini zannedenler, “Gobels artığı” ahmaklardır. Bütün siyasetçilerimiz eğer bu millete saygı duyuyorlarsa, basit propaganda faaliyetlerinden vazgeçip, milletimizi bilgilendirmenin asaletini ve sorumluluğunu üstlenmelidirler. Hislerimizi tazelemek olumsuz duygulardan sıyrılmak için, istişare ve murakabeye önem vermeliyiz. Hz. Mevlana buyuruyor ki; “Zihniniz yorulduğu zaman duaya yönelin.” Bunun bizim iç huzurumuzu destekleyeceği, kendimiz ve çevremizle daha barışık kılacağı bilinen bir gerçektir. Yorgunluk bizi yeniyorsa yapacağımız ilk şey yorulduğumuzu kabul etmemizdir. Çare olarak da beslenmemizi, dinlenmemizi, çalışma tarzımızı ve ortamı uzmanların önerilerine göre yeniden tanzim etmemizdir. Şayet siz; “Ben yorulmam”, “Ben unutmam”, “Ben bilirim”, “Ben yaparım”, ben ben ben… diyorsanız zaten siz ölmüşsünüz demektir. Stresinizin kaynağı; hâkim olunması tasavvur dahi edilemeyecek olan kendi ürettiğiniz düşmanlarınızdır. Bunların ne zaman, nasıl, hangi mevziden sizi vuracaklarını da kestirmeniz güçtür. Bu düşmanlar; isteyerek veya istemeyerek söylediğiniz yalanlar, ikiyüzlü davranışlarınız, olmayacağını bilebile verdiğiniz sözler, öfkenizi taşıyan kelimeler, velhâsıl söyleyip unutmak istedikleriniz ve unutulması imkânsız laflardır. Bu durumun izalesi mümkün ancak son derece güçtür. Hepsinden evvel mangal gibi yürek ister. Zamana bırakmak, bu gibi önemli problemleri unutturmaz katmerlendirir. Özür dilemek helallik talep etmek ve tekrar etmemeye azmetmek tek çıkar yoldur. Gelelim iktidarların “yağdanlık” genel adıyla maruf belalarına. Ama burada bir hakkı teslim etmek gerek; sadece suçlu bu zavallılar değildir. Bunların söylediklerine kulak veren, bunların dümen suyuna giren, hatta bunlarla gönüllerini hoş eden muktedirler esas suçludurlar. Hani ormana, “Balta geliyor” demişler, “Eh ne yapalım sapı benden” demiş. Bu dertten kurtulmak isteyenler; ilk önce olur olmaz elini öpmeye yeltenenlerin şerrinden korunmalıdır. Bunu kendisini her gördüğünde ayağa fırlayıp boyun kıranlar takip eder. Bunlar her kalkıp oturduklarında hâle ve icaba göre gizli veya aşikâr kalay yaparlar. Hele huzura geldiklerinde o sefil duruş sergileyenler var ya? Bunlar arkadan ilk hançeri vuranlardır. Velhâsıl bir insan, sizin karşınızda kendi insanlığını bir kenara koyarak size insanlığınızı unutturuyor ise -ki siz bunu bedeninizdeki uyanıştan hissedersiniz- hep birlikte yanıyoruz demektir. Huzura her gelen, “Mağrur olma senden büyük Allah var” diye ünlemesin. Ama size muhatap olan ve gözünüzün içine bakan veya bakamayan her kulu gördüğünüzde yüreğinizden, derununuzdan “ALLAH-U EKBER!” deyiniz. Ve Kadir-i Mutlak’ın gizli aşikâr her şeyi bildiğini unutmayınız. Akşam olduğunda “evdeşinize”, hatta başınızı onun göğsüne dayayarak; aman hanım bu neme nem bir ateşmiş cism-ü canımı kor eyledi, diye inleyiniz ki onlar da durumun gereğince farkında olsunlar. Gelelim sözün özüne: İktidar ateşten gömlektir. İktidar; yönetim sorumluluğunu aldığınız bir ülkenin bütün varlığını candan aziz bilerek, emanete ihanet etmeden bu emaneti namus ve şerefle yetki alacaklara tevdi edebilmek basiretini göstermektir.