İhtilal mahkemelerinde yargılanmış iki yıl boyunca o mahkemelerin huzuruna prangalara bağlı olarak getirilip götürülmüş bir insanım.12Eylül ve Mamak… Hey gidi günler hey… Bırakın kendimize ağlamamızı; işkence hanelerde zindan koridorlarında yüzü parçalanmış, suratlarından sarı su keseleri sarkan solculara ağlamış bir insanım. Evet, bir insanım. Kucağıma Kızıl Doktoru bıraktılar 1,5 m2 lik hücrede dört kişiyiz her yer kan revan. Ben Rahmetli Recep HAŞATLI’nın katilini diriltmeye çalışıyorum. Çünkü insanım. Ama bütün insanlık onurunun hiçe sayıldığı hücrelerden, işkencehanelerden, bir millete yüz karalığına yetecek Mamak’ta tam iki yıl kesintisiz işkence günleri. Mahkemenin birinci günüydü sorgusuz sualsiz yatanlardan bir yılı aşanlar vardı. Bize iddia namelerimiz üç aydan sonra verildi. Okumadan mahkemenin önüne dikildik. Aman Yarabbi o ne garabetti. Süngülü askerlerin bir kısmı önümüzdeki banklarda tepemizin üzerinde duruyorlar. Bir bölümü de dinleyicilerin önünde aynı vahameti sergiliyorlar. Uzun etmeyelim; bizim tavırlarımız ve bence Fransa’dan o dönemde mahkemeyi izlemeye gelen avukatların birkaç saatlik müşahedeleri ve hepsisinden önemlisi de mahkeme başkanı VURAL ÖZENİRLER’in tavrına yavaş yavaş hukukun hâkim olması tesirini göstermeye başladı. Sanki her gün bizi yani özellikle A ve B bloktaki tüm tutukluları öldürme provaları yapan Raci TETİK bile silikleşmeye başladı. İfadeler ilerledikçe hukuk adına hareket eden ÖZENİRLER ile aldığı emri yerine getirme telaşında olan ve dünyanın en tutarsız hatta komik iddianamesinin hazırlayıcılarından Nurettin SOYER arasında gerginlik hissedilmeye başlandı. Neticede savcı davadan çekildi. İşte bu felaket sahnelerinin başında ilk gün Taha AKYOL’un büyük bir cesaretle başını arka sıraya çevirip söylediği sözü asla unutamam: -“Bizi Stalin bile yargılasa bu iddianame ile mahkûm edemez.” Sonra bu söz üzerinde çok düşündüm. Meselenin sırrı hâkimin karakterinden daha ziyade bizzat hâkimlik mesleğinin özündeydi. Bir hâkimin hak duygusunu ihlal edebilmesi, vatana ihanetten, savaştan kaçmaktan, bir cana kıymaktan daha müşkül ve ağır cürüm olarak algılanıyordu. Sonraki dönemlerde buna ait enteresan misallere şahit oldum. Bu hususu kendimce özümsediğim için de çoğu kimselerin mahkeme kararlarına tepkilerini ve hâkimlere bühtanlarını doğru bulmadım. Buna örnek olarak şunu söyleyebilirim. Bazen bir yöre halkının parça parça etmek istediği insanlar mahkeme huzuruna getirildiklerinde, hâkim ve heyet bu insana davacıları çileden çıkaracak kadar insanca davranır. Sanki karşısında bir cinayet zanlısı değil de hayvanı komşu tarlaya tecavüz etmiş iki tutam buğday başağı yemiş bir rençper var. İşte bu hâkim tavrıdır. Şimdi buradan CHP gayretkeşliği, DYP ve ANAP’ın da “biz ağamızın tarafındayız” tavırlarıyla davalık hale getirilen Cumhurbaşkanı seçimimiz var. Herkesin bir düşüncesi; illa da haklarına tecavüz edildiği hissine kapılan vatandaşlarımızın endişeleri var. Bence bu endişeler yersizdir. Anayasa Mahkemesi’nin vereceği karar bütün dünyanın takdirini kazanacak milletimize güven verecek bir hukukilik içinde olacaktır. Ben hukuka ve Anayasa Mahkemesi’ne güveniyorum. Ha… Benim davanın sonunu merak eden olabilir. Beş yıl idamla yargılandıktan sonra beraat ettim. Eee… Sonra ne oldu. Hiç beraat ettim. Şayet şimdiki aklım olsaydı ben o gasp edilen yıllarımın hesabını İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ’nde sormaz mıydım? [email protected]