Millet hep böyle yanıltıldı; ekonominin iyiye gittiğine inandırmak için, yabancı ekonomistlerin maksatlı "çarpıtmaları" pembe tablo masallarına delil olarak gösterildi.  

Şimdi de, Çin'i ve Hindistan'ı kıskandıracak büyüme oranının ülke ekonomisi için "iyi birşey" olduğuna inanmamız için, Dünya Bankası Türkiye Direktörü Andrew Vorkink'in sözleri yem olarak takılıyor oltalara. Hazret, "Türkiye'deki büyüme hormonlu değil, sağlıklı bir büyüme" demiş.  

Vorkink, geçtiğimiz hafta Ankara'da yapılan "1. Bankacılık Arenası" sonrasında gazetecilerin sorunları üzerine yapmış bu değerlendirmeyi ve "Büyümenin ekonomideki istikrarın sonucu olduğunu" belirtmiş. Sözlerinin inandırıcılığını artırmak için de şu vurgulamayı yapmış:  

"Hormonlu değil, sağlıklı büyüme. Dışarıdan enjekte edilerek elde edilen bir büyüme değil, ekonomik üretici faktörlerin sağladıkları bir büyümedir."  

Ülkesini seven herkesin gururlanacağı bir tablo karşısında sevinmemek elde mi?  

Peki, ekonomide işler iyi gidiyorsa, yüzde 12'lik büyüme sevindirici bir göstergeyse, "Büyüme iş demektir, büyüme aş demektir" diyen Güngör Uras Hoca başta olmak üzere, bazı ekonomistler niçin sevincimizi kursağımızda bırakan uyarılar yapma gereği duyuyorlar? "Yüzde 12" gibi bir büyüme rekoruna imza atmamıza rağmen niçin, "Büyüme kadar sürdürülebilir olması da önemlidir, taşıma suyla değirmen dönmez" gereği duyuyorlar?  

Disk'in, DİE ve DPT verilerini kullanarak hazırladığı "Büyüyen (!) ekonomide kimler kazanıyor?" başlıklı raporunda, büyümenin geniş kitlelere yansımadığı konusunda verdiği örneklere yalan ya da yanlış demek mümkün mü?  

Büyümenin sürdürülebilir olmasının da önemli olduğunu, verimliliğin işçi sayısının azaltılmasından kaynaklandığını, yüksek büyümenin yüksek cari açığa karşılık geldiğini... vurgulayan ekonomistler, milleti boş yere mi karamsarlığa sürüklüyorlar?  

PEMBE TABLOLAR ERKEN SEÇİM HAZIRLIĞI MI?  

Gerçekleri çarpıtarak çizilen pembe tabloların, milleti uyutmanın ötesinde başkaca bir amacı var mı?  

Hatırlarsanız, geçtiğimiz günlerdeki bir sohbetimizde, bizdeki seçim periyodunun -yasalar 5 dese de- 4 yıl olduğunu, bu nedenle, 2005 yılında, Başbakan Erdoğan'ı Cumhurbaşkanlığına taşımayı hedefleyen bir erken seçimin hiç de sürpriz olmayacağını vurgulamıştık.  

Akı kara, karayı ak gösterme çabalarının gerisinde bir erken, bir baskın seçim hazırlıkları mı var dersiniz?  

Hiç de gözardı edilecek bir olasılık değil...  

Değil, değil de niye değil?..  

Çünkü, Başkanlık seçimlerini, aynı kiliseye bağlı Bush da kazansa, Kerry de kazansa değişen pek fazla bir şey olmayacak. Amerika'nın "Genişletilmiş Ortadoğu"da yapacağı pek çok "işi" var. Bu nedenle, "USA Army"yi peşlerine takarak Irak'ta konuşlandırmış olan çokuluslu şirketlerin (ÇUŞ), Türkiye'de, ABD'nin küresel politikalarına destek veren bir hükümetin işbaşında olmasını istemeleri doğal değil mi?  

Estirilen meltem rüzgarlarının sarhoşluğunda gidilecek bir erken seçimle, mevcut hükümetin görev süresini bir devre daha uzatabilme şansı varsa, bu fırsat niçin kullanılmasın?  

Irak Savaşı öncesinde Amerikan isteklerine olumlu yanıt vermeyen Ecevit'in 57. Hükümeti'nin İMF eliyle yaratılan ekonomik krizlerle, DSP içinde başlatılan troyka" hareketiyle nasıl bir erken seçime sürüklendiğini hepimiz yaşadık, biliyoruz.  

Şimdilerde, olası bir erken seçimde AKP karşısına dikilebilecek en önemli parti konumundaki CHP'de kaynatılan kazanların altına kimler odun atıyor dersiniz?  

LAF LAFI AÇTI...  

Büyüme, oranı ile başlayan sohbetimiz bir erken seçim olasılığına kadar uzadı.  

Birbiriyle ilgisiz konular oldukları söylenebilir mi?  

Hiç sanmıyoruz.  

Türkiye üzerine oyun kurmak isteyenler, işe ekonomiyi zora sokarak başlıyorlar. Çeşitli müdahalelerle borç yükü giderek artırılan Türkiye, siyasi tavizler vermek zorunda bırakılıyor.  

Ülkesinin geleceğini savunan politikacılar kimyasal, ekonomik ve siyasi müdahalelerle gözden düşürülüyor, saf dışı bırakılıyorlar.  

Kendi kaynaklarımızı kullanarak borç yükünden kurtulup ayağa kalkamazsak, ulusal bir savunma sanayi kuramazsak, dinamik nüfus gücümüzü ekonomik bir silah olarak kullanamazsak parlak bir gelecekten söz etmeğe hakkımız olmaz.  

Laf lafı açtı, "büyüme hormonlu mu hormonsuz mu?" sorusunun yanıtı yarına kaldı...  

 

KÜPE: Düşünürlerin deli dolu felsefeleri olmasaydı, insanoğlu hala mağaralarda yaşıyor olurdu.  

Anatole France