Lügatçe: Haşhaş, Gelinçikgiller’den bir bitki olup, çizilmesi durumunda kapsülünde Afyon Sakızı, tohumlarından yağ çıkarılan, yağı alındıktan sonra, börek-çörek gibi hamur işlerinde kullanılan özel aroması bulunan bir yıllık otsu bir kültür bitkisidir. Kapsülünden elde edilen Afyon, genellikle tıp’ta ağrı kesici olarak kullanılan ve kırmızı reçete ile verilen uyuşturucudur. 
Kullananların aklını, şuurunu bütünüyle izâle eder, insanlıktan uzaklaştırır, robot haline getirir. 
- HASAN SABBAH: İran’da, Nizârî-İsmâilî Devleti’nin kurucusu (1090-1124) (1046-47) veya (1053-54) yılında İran’da İmâmiye Şîa’sının önemli merkezlerinden biri olan Kum Şehr’inde doğduğu rivâyet edilir. Kendisini hayatını anlattığı ve taraftarlarının Sergüzeşt-i Seyyidinâ adını verdikleri eserinde, aslen Güney Yemen’de hüküm süren Himyerî krallarının soyuna mensup olduğunu, babasının Yemen’den Kûfe’ye göç ettiğini oradan da Kum’a ve nihâyet Rey şehrine geldiğini ve kendisinin de burada doğduğunu yazar. 
Babası Ali bin Muhammed İmâmiye Şîa’sının önde gelen simalarından biriydi. Oğlunun eğitimiyle çok yakından alakadar oldu. Felsefî ilimler, Kelâm, Mantık, Şîa fıkhı ve riyâziyat sahalarında esaslı bilgi sahibi olmasını te’min etti. 
Hasan Sabbah, doğuda Nizârî İsmâîlilerin (el-İsmâîliyyetü’l-Cedîde) lideri sıfatıyla Alamut’taki karargahından faaliyetlerini sürdürdü ve Fâtimî’lerle alakasını tamâmen kesti. 
Hasan Sabbah’ın akîdesi’nin temeli, kendisi gibi düşünmeyen fırka’ların öldürülmesinin (kendisine sadık Afyon’la uyuşturulmuş, aklı-şuuru, izan ve iradeleri yok edilmiş fedâî’ler tarafından öldürülmelerinin dinî bir vazife ve bir prensip olarak kabul edilmesidir. Ayrıca, Hasan Sabbah eğitimi ve öğretimi yasaklamış mürid’lerini tamâmen câhil bırakmıştır. 
- Hasan Sabbah’a göre, Allah akıl ve düşünce ile değil, imam’ın rehberliğiyle tanınabilir. Zirâ, akıl Allah’ı tanımak için yeterli olsaydı, herkes aynı fikre sahip olurdu. Halbuki akıl, din için yeterli değildir ve bundan dolayı insan’ların her devirde dînî bir imam-ı ma’sum’un nezaretinde öğrenmeleri gerekir. Etrafındaki insanlar, Hasan Sabbah’ın bu düşüncelerinde derin hikmetler ve gizli olduğuna inanıp, ona kalpten inanan dâîler telkinde bulunurken da’vetlerini rastgele ve açıkça değil, duruma göre yapıyor, önce alışılmış telakkî’lere göre işe başlıyordu. 
Şehristânî, “Bâtnî’lerin her zamanda başka bir şekilde da’vetleri ve her bir lisan ile i’tikad ve mezhepleri vardır” der. 
- Bâtnî’lik, Hasan Sabbah ile yeni bir hüvviyet kazandı ve Ma’sum imam adına da’vette bulunan dâî’lerin yerini, devamlı haşîş (esrar) kullanmaya alışmış, alıştıkları için kendilerine “Haşşâş” çoğulu “Haşşâşîn” veya “Haşîş” denilen eli hançerli cânî’ler aldı.  
- Hasan Sabbah adamlarına cenneti vaad ediyor ve kendilerini bekleyen saadeti bu dünya’da iken tatmaları için esrar içiriyordu; böylece onları her türlü emrini yerine getirmeye hazır hâle getirmişti. Haşşâş (eroin) ile akıllarını, şuur ve iradelerini başlarından alıp, bu insan’ları birer robot haline getirdiği için de, verilen emri herhangi bir muhâkeme’ye akıl terazisine koymadan derhal yerine getirir hale gelmişlerdi. “Öldürün,” dediklerini öldürüyor, “yok edin” dediklerini de yok ediyorlardı. 
- Nizârî-İsmâilî’lerin gayesi dinî değil, tamâmen siyâsî idi. Kendi görüşlerini halka zorla benimsetmek mevcud sosyal ve siyâsî düzeni çökertmeyi hedefliyorlardı. Bu gayelerine ulaşmak için kurdukları teşkilat ve eğittikleri fedâî’lerden yararlanarak, pek çok dînî lideri ve devlet adamını kendilerine mahsus metod’larla ortadan kaldırdılar. Ba’zı insanları da propaganda veya tehditle kendi mezheplerine çektiler. 
Hasan Sabbah adamlarını dinî ve siyâsî unsurlarla motive ettiği için kurduğu teşkilat dinamik ve uzun ömürlü olmuştur. 
Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, İslâm dünyası için büyük ve ciddî bir tehlike oluşturan Hasan Sabbah ve fedâî’leriyle mücadele’yi bir devlet politikası haline getirdi. Bir yandan Nizâmiye Medrese’leriyle Ehl-i Sünnet İ’tikadını takviye ederek onlarla ilmî sahada mücadele verirken, diğer taraftan Alamut ve Ruhbâr bölgelerindeki komutanlarından Yoruntaş’a, Hasan Sabbah ve adamlarını şiddetle tenkil etmesi için emir verdi. (Tenkil, uzaklaştırma, herkese örnek olacak bir ceza verme, düşman veya zararlı kimseleri topluca ortadan kaldırma.) 
- Fedâî’lerin akıl, idrâk ve irâde’lerini yalnız haşhaş’la dümûra uğratmazsınız; bunun başka yolları da vardır. 
Meselâ, dünya’nın dörtbir tarafındaki mahrûmiyet bölgelerine, boğazı tokluğuna gönderdiğiniz öğretmenlere, “Dün akşam Resûlüllah Efendimizle görüştüm. Sizleri cennetle müjdeledi, bunlar, dini kabul’de, Habeşistan’a, Medine’ye hicrette, ilk’ler, öncüler, önde gidenler gibidirler. Hattâ, ahirzamanda bunların yaptıkları, ashab’ın öncülerinin yaptıklarından daha da faziletlidir,” buyurdular, dersiniz, bu insan’ların aklını, idrakini, irade-i Cüz’iyyesini yok eder, birer robot haline getirirsiniz. Elinizin altındaki TV kanallarında, bu insanlar hakkında mankıbeler uydurur, rüya’lar gördürür, trafik kazasında hayatını kaybedenleri, doğrudan doğruya cennete gönderirsiniz, onları ve yakınlarını, akletmez, düşünemez, iradesini kullanamaz birer robot haline getirirsiniz. 
Kendileri için maaş tahakkuk ettirirsiniz, “Himmet” vergisi adı altında geri alırsınız, Hasan Sabbah’ın fedâî’lerinden daha beter akl-fikretmez birer robot haline getirdiğiniz bu insanları boğazı tokluğuna istihdam edersiniz. 
Her Perşembe akşamları, Cum’a gecesi, Resûlüllah ile görüşürüm,” dersiniz âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, Rahmet Peygamber’ine, sizin nefret ettiğiniz, sevmediğiniz insanlara tokat attırırsınız. 
40 yıllık, kan, gözyaşı, fitne ve fesad dönemini sona erdirmek için, Devleti’mizin kalkınmasının, Aziz Milleti’mizin refahının önündeki en büyük mania olan, Doğu ve Güneydoğu mes’elesi’nin halli için, Devleti’mizin aldığı bütün tedbirleri boşa çıkarmak, kan ve gözyaşı’nın devam ettirilmesi için, dâhilî ve haricî düşmanlarla birlikte anarşi ve fesadı kışkırtma cümlesinden, emriniz altındaki TV kanallarında yayınladığınız dizi programında, hâşâ! Hâşâ! Sümme, sümme hâşâ! Allah’ın Resûlü’nün, Muazzez, Muallâ, Mücellâ Ruh-u Şerif’lerini Âlây-i İlliyyûn’dan (yüceler yücesinden) indirip, hurdalık bir hurda kamyonetine bindirir, Şerefli Türk Subayı kisvesindeki bir artisti ezdirirsiniz. 
“Euzü Billahi Mineşşeytan-i Ve Minessiyseti” (Şeytan’dan ve siyâsetten sana sığınırım, Allahım!) diyen, Said Nursi’nin ismini hiç bir zaman ağzınıza almayacaksınız ve fakat, istismar zımnında sık sık, Hazret-i Pir-i Mugân, diyeceksiniz. 
- Uçsuz bucaksız, bir çiftlik içinde ABD Başkanlarının resmî ikâmetgah’ları, Beyaz Sarayı andıran Muhteşem Mâlikâne’nizin bir odasını mütevâzi ölçülerde tefriş edeceksiniz, Fon’da da, Risâle-i Nûr Külliyatına ait mücelled kitapları göstereceksiniz. 
- Bütün bunları fedâî’lerinizin aklını, şuurunu, idrakini ve irade’lerini izâle için yapacaksanız, Afyon’a ve başkaca uyuşturuculara ihtiyaç duymazsınız. 
- Hasan Sabbah, fedâî’lerini eğitim ve öğretim’den, her türlü ilim tahsilinden men etmişti. 
Said Nursi ve bu zat da, risâle-i Nur şakird’lerini ve taraftarlarını İslâmî ilimlerden mahrum bırakmışlardır. 
Eğer, risâle-i Nur şakird’leri ve bu zât’ın taraftarları, İslâmî ilimler şöyle dursun, gerçekten Zarûrat-ı Diniyye dediğimiz hususları ta’lim ve tahsil etmiş olsalardı, bugün durum çok farklı olurdu. 
Feraset sâhibi bir Müslüman, “Lâ Tâ’ate Lilmahlûk Inde Isyân’il-Hâlık” (Hâlika (yaradan’a ısyan olan (açıkça günah, vebâli mûcip bir suç) bir emir’de aslâ mahlûka itaat edilmez). 
Bu adam’ın fedâî’leri bugün hiçbir dinî ölçü tanımadan hedefe aldıkları insanlar için, yalan, dolan, karalama, kara propaganda, iftira, bühtan ne varsa, daha da ağırı cürüm tasniği cihetine bile gidebiliyorlar. Allah, encamlarını hayreyleye!...