İbrahim Güray AYTEKİN

Özel Haber - araştırma

Tarih içerisinde değişik yazı şekilleri kullanmış olan Türkler, Müslüman olduktan sonra da, uzun bir süre Arap harflerini kabul etmişler ve kullanmışlardır.

Harf devriminin en önemli sebeplerinden biri Arap harflerinin Türkçeye uygun olmadığı düşüncesidir. Arap alfabesinin yetersizliğini ilk dile getirenlerden biri Katip Çelebi'dir. Osmanlı yazısının düzeltilmesini isteyenlerin başlıca gerekçesi, bu yazının Türkçenin ünlü seslerini ifade etmekte yetersiz kalmasıydı. Arap alfabesinin Türkçeye uygun olmadığına ilişkin görüşler tarih boyunca pek çok kişi tarafından dile getirilmiştir.

Tanzimat döneminde ise Ahmet Cevdet Paşa, Arap harfleriyle gösterilemeyen sesler için yeni bir yazım yolu aranması gerektiğini belirtir. Münif Paşa Arap harfleri ile okuyup yazmanın zor olduğunu, halkın eğitiminin yapılamadığını bu nedenle alfabenin düzeltilmesi gerektiği fikrini söyler. Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Yenişehirli Avni, Ziya Gökalp, Şemsettin Sami, Ebüzziya Tevfik, Feraizcizade Mehmet Şakir, Ispartalı Hakkı Bey gibi aydınlar alfabe hakkında görüşlerini dile getirmişlerdir.

Enver Paşa gibi devlet ricalinde görevli kişilerin de alfabe konusunda girişimleri olması. Alfabe de sorun olduğunu ortaya koyuyordu. Latin alfabesi ya da başka bir alfabenin getirilmesi mi yoksa var olan alfabede bir revizyon yapılması mı gerektiği konusunda farklı fikirler olsa da Arap alfabesinin Türkçeye olan uyumsuzluğu ve sorunları olduğu konusunda çoğu kişi ortak görüşe sahipti. Bu görüşler Cumhuriyetten sonra da devam etmiş ve harf devrimine temel teşkil etmiştir.

Bu sorundan doğan imla kargaşası, yazılı basının ve resmi okul kitaplarının yaygınlaşması ile daha çok hissedildi. 1870'lerden itibaren Türkçenin standart bir sözlüğünü oluşturma çalışmaları da imla konusunu gündeme getirdi.
Bir diğer gerekçe bu alfabenin sorunları nedeniyle halkın eğitimine sekte vurduğu ve halkı cahil bıraktığı düşüncesidir.

Milaslı İsmail Hakkı Bey Latin alfabesine tamamen karşı olmasına rağmen, yazımız ıslah edilmedikçe bu asra göre terakkimizin mümkün olamayacağını, ıslah halinde Japonlar gibi ilerleme kaydedileceğini söylemiştir. Yine Celal Nuri, "Bu harfleri ve bunlarla yazılmış ibarâtı avâm sühûletle öğrenemiyor." demiştir. Hüseyin Cahit Yalçın ise "Biz ülkede ümmîliği (okuyup yazması olmayan) azaltamıyoruz. Çünkü harflerimiz buna engeldir." demiştir.

Avrupa ile ilişkilerin kolaylaştırılmak ve geliştirilmek istenmesi.

Arap alfabesinin ıslah çalışmaları sırasında hurûf-ı munfasıla, yani harflerinin birbirinden ayrılarak yazılması yönteminin denenmesi. Harflerin ayrılarak yazıldığı bir alfabenin Türk dili için daha uygun olduğu düşüncesi. Latin alfabesinin eğitimi çok kolaylaştırdığı düşüncesi.

Bakü'de yapılan I. Türkoloji Kongresi'nde bütün Türkler için Arap harfleri yerine Latin yazısının kabul edilmesine karar verilmesi. Atatürk'ün bu kongreyi yakından takip ettiğinin bilinmesi.

Latin alfabesi dışında daha iyi bir alternatifin olmaması. Dünyadaki en yaygın alfabe olan Latin alfabesi dışındaki bir alfabenin örneğin Kiril ya da Çin alfabesinin kabul edilmesinin herhangi bir mantığının olmaması.

1850'den itibaren artık Türk aydınların büyük bir bölümü Fransızca biliyordu Telgrafın yaygınlaşmasıyla birlikte, Türkçenin Latin alfabesiyle ve Fransız imlasına göre yazılan bir biçimi de günlük yaşamın bir parçası haline geldi. 
19. yüzyılın son çeyreğinde İstanbul ve Anadolu'da Rum ve Ermeni harfleriyle basılan gazete ve kitaplar önemli bir sayı tutmaya başlamıştı. Bu yayınların kazandığı popülerlik, Türkçenin Arap yazısından başka yazıyla da yazılabileceği düşüncesinin benimsenmesine yardımcı oldu. 1908-1911'de Latin temelli Arnavut alfabesinin kabulü ve 1922'de Azerbaycan'ın Latin alfabesini kabulü, Türkiyeyi etkilemişti…

Sovyetler Birliği içinde yer alan Türk devletleri Latin alfabesini kullanıyordu. Türkiye; Türk dünyası ile yakınlaşmak, ortak bir alfabeyi kullanmak için Latin alfabesine geçti. Fakat daha sonra SSCB, Stalin döneminde Türkiye ile Sovyetler Birliği'ne bağlı Türk cumhuriyetleri arasındaki bağı koparmak için Türk devletlerini Kiril alfabesine geçirtmiştir. 1991'de SSCB'nin dağılması üzerine Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan olmak üzere 5 bağımsız Türk devleti kuruldu. Bunlar arasından Azerbaycan, Özbekistan ve Türkmenistan ve Kazakistan tekrar Latin alfabesine geçerken Kırgızistan ile Rusya'ya bağlı Başkurtistan, Çuvaşistan, Tataristan, Tuva gibi Türk cumhuriyetleri Kiril alfabesini kullanmaya devam etti. Türkiye'de yapılan harf devrimi, diğer Türk cumhuriyetlerine yakınlaşmayı, Türk dillerine uyumlu bir yazı sistemi oluşturulup ortak bir alfabe kullanılmasını amaçlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti beşinci yılını doldurur ve birbiri arkasına devrimler yapılırken Mustafa Kemal ve arkadaşları ekin devriminin en önemli, en büyük adımını atmaya hazırlanırlar. Çünkü genç cumhuriyete, Osmanlı İmparatorluğunun kalıtı olan Arap abecesi türlü sorunlar yaratmaktadır. İmparatorluk, yüzyıllarca Arap abecesini kullanmıştır. Bu abece, doğallıkla bükünlü bir dil olan Arapçanın doğasına yatkındır; bağlantılı dil özelliği taşıyan Türkçenin doğasındaki sesleri yansıtmaktan uzak bir dizgedir; Türkçenin ünlü seslerini göstermemekte; h, k, s gibi kimi ünsüzler için birkaç ayrı harf kullanılmaktadır.
 


Arap alfabesinin Türkçeyi tam olarak ifade edememesi. karışıklık çıkarmaktaydı. Türk ulusal kimliğini İslamiyet'ten bağımsız olarak tanımlama çabaları, özellikle İttihat ve Terakki'ye yakın kişiler arasında ağırlık kazandı. Bazı kişiler tarafından Arap yazısı İslam kültürünün ayrılmaz bir parçası sayıldığı için bu yazının terk edilmesi aynı zamanda Türk ulusal kimliğinin laikleşmesi ve kendi öz benliğini ortaya çıkarması anlamına gelecekti.

Arap abecesi, ayrıca dinsel anlamlar yüklenmiş bir dizgedir. Okuryazar olmayan halk, bu abeceyle yazılmış tüm kitaplara, gördüğü her basılı kâğıda inanç penceresinden bakmakta, kutsal kitap yazısıyla yazılmış her şeyi âdeta kutsallaştırmakta; bu nedenle salt okuma yazma bilmek bile dinle ilişkilendirilmekteydi. Okuryazar olmayan halk, dilekçesini, mektubunu yazmaktan yoksundu, eski yazıyı bilenlerin yönlendirmesine açıktı.

Latin alfabesinin Türkçeye uyarlanması görüşü ilk kez 1860'lı yıllarda Azerbaycanlı Feth Ali Ahundzade tarafından ortaya atıldı. Ahundzade ayrıca Kiril alfabesi kökenli bir de alfabe hazırlamıştı.

Latin esaslı yeni Arnavut alfabesinin benimsenmesi, Türk aydınları arasında da yoğun tartışmalara neden oldu.  Elbasan'da hocaların 1911 yılında Latin harflerinin şeriata aykırı olduğuna dair fetvasına karşı sert bir polemiğe giren Hüseyin Cahit, Latin esaslı Arnavut alfabesini savunmakla yetinmeyip Türklerin de aynısını uygulamalarını önerdi. 1914 yılında Kılıçzade Hakkı'nın yayınladığı Hürriyet-i Fikriye adlı dergide çıkan beş imzasız makale, Latin harflerinin yavaş yavaş kullanılmalarını öneriyor ve bu değişikliğin kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyordu. Ancak dergi, bu makaleler nedeniyle İttihat ve Terakki iktidarı tarafından yasaklandı.

1911 yılında Manastır-Bitola'da Latin harfleriyle basılan ilk Türkçe gazete yayımlandı. Zekeriya Sami Efendi'nin neşrettiği, adı Eças olup Fransızca imla ile "ESAS" diye okunuyor ve cumartesi günleri yayınlanıyordu.

Mustafa Kemal de bu konuyla 1905-1907 tarihleri arasında Suriye'deyken ilgilenmeye başladı. 1922 yılında Atatürk Halide Edib Adıvar'la yine bu konu hakkında konuşmuş ve böylesi bir değişikliğin sert önlemler gerektireceğini söylemişti.
 
Eylül 1922'de Hüseyin Cahit'in İstanbul basın yayın üyelerinin katıldığı bir toplantıda Atatürk'e sorduğu "Neden Latin harflerini kabul etmiyoruz?" sorusuna, Atatürk "Henüz zamanı değil." yanıtını vermişti. 1923'teki İzmir İktisat Kongresi'nde de aynı yolda bir öneri sunulmuş, ancak öneri kongre başkanı Kâzım Karabekir tarafından "İslam'ın bütünlüğüne zarar vereceği" gerekçesiyle reddedilmişti. Ancak tartışma basında geniş yer bulmuştu.
 
28 Mayıs 1928'de TBMM, 1 Haziran'dan itibaren resmî daire ve kuruluşlarda uluslararası rakamların kullanılmasına yönelik bir yasa çıkarttı. Yasaya önemli bir tepki gelmedi. Yaklaşık olarak bu yasayla aynı zamanda da harf reformu için bir komisyon kuruldu. Bu komisyona DİL ENCÜMENİ adı verildi.


13 Milyon nufusa sahip olan Yeni Cumhuriyetimizde 40 bin köy vardı ve 13 milyon nüfusun 11 milyonu köylerde yaşamaktaydı. 38 bin köyümüzde ise okul yoktu. Arşın Kulaç Fersah Ölçü birimi olarak, Dirhem, Okka,Çeki ağırlık birimi olarak kullanılıyordu ancak dünyada hiçbir ülke ile uyumlu birimler değildi…Erkeklerin yalnızca yüzde yedisi kadınların ise sadece binde dördü okuma yazma biliyordu. Okur, yazar olanların büyük bölümü gayri müslümler ve subaylardı. Ülke genelinde İlkokul sayısı 4894 ortaokul sayısı 72 Lise sayısı ise sadece 23 tü Okul çağına gelen her 4 çocuktan biri okula gönderilmekteydi. Liselerde okuyan gençlerden sadece 230 u kız örenciydi. Ülkede DAÜL FİNUN adlı 1 tanede Üniversite bulunuyordu. Okullarda Öğretmenlik yapanların büyük çoğunluğu öğretmen değildi.

Tüm bu olumsuzluklar içeren karanlık tabloyu gören ve okuyan Mustafa Kemal, dilin de yenileşmesi gerektiğini yakın çevresine açıklamıştı. Yazı Devrimini gerçekleştiren "Dil Encümeni" dağılmamış, Milli Eğitim Bakanlığı içinde bir birim olarak dil işleriyle ilgilenmeye başlamıştı. Yazım (imla) konusu, bu kurulun çözmesi gereken ilk sorundu, nitekim "Dil Encümeni" ilkin "İmla Lügatı" (1928) adıyla bir yazım kılavuzu hazırladı. Arkasından "Türk Söz Kitabı" adıyla sözlük hazırlığına girişildi. Ancak hem kurul üyeleri arasında anlaşmazlık vardı, hem bu anlaşmazlıklar TBMM kürsüsüne dek uzanıyordu. Bu kurulun dilin yenileşmesi için sağlıklı çalışamayacağı, siyasal erkin dil işlerine sık sık karışacağı belli olmuştu; nitekim 1931 yazında Milli Eğitim Bakanlığı ödeneğini kesince, Dil Encümeninin çalışmaları son buldu.

Komisyonun tartıştığı konulardan biri eski yazıdaki kaf ve kef harflerinin yeni Türkçe alfabede q ve k harfleriyle karşılanması önerisiydi. Ancak bu öneri Atatürk tarafından reddedildi ve “q” harfi alfabeden çıkartıldı. Yeni alfabenin hayata geçirilmesi Falih Rıfkı Atay'ın aktardığına göre Atatürk, "Bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz." diyerek zaman kaybedilmemesini istedi.

 9 Ağustos 1928'de ilk kez Atatürk, Yeni alfabeyi ve harfleri Cumhuriyet Halk Partisinin Gülhane'deki galasına katılanlara tanıttı. 11 Ağustos'ta Cumhurbaşkanlığı hizmetlileri ve milletvekillerine, 15 Ağustos'ta da üniversite öğretim üyeleri ve edebiyatçılara yeni alfabe tanıtıldı. Ağustos ve eylül aylarında da Atatürk farklı illerde yeni alfabeyi halka tanıttı. Bu sürecin sonunda komisyonun önerileriyle, kimi ekleri ana sözcüğe birleştirme amaçlı kullanılan kısa çizginin atılması ve düzeltme işaretinin eklenmesi gibi değişiklikler yapıldı.

Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk'ün, 1 Kasım 1928'de TBMM'yi açarken söylediği şu sözler, Harf Devrimini ve önemini çok iyi tanımlamaktadır:
"Büyük Millet Meclisi'nin kararıyla Türk harflerinin kesinlik ve yasallık kazanması, bu memleketin yükselme uğraşında başlı başına bir geçit olacaktır.

“Türk Harflerinin Kabulü ve Tatbiki Hakkındaki Kanun” TBMM’den geçerken, yolun yarısı zaten aşılmış ve Türkiye yarı yarıya yeni yazıya geçmiş bulunuyordu. Yasanın çıkmasını beklemeden yeni yazı ülkeye yayılmış, uygulanmaya başlanmıştı. Hemen her bakanlıkta, her kasabada yeni yazı kursları açılmış ve devlet memurlarına, öğretmenlere yeni harfler öğretilmişti. Devlet dairelerinde Yeni Yazıya geçilmişti. Yeni ders yılında okullarda yeni harflerle öğretime başlanmıştı. Yasa bu durumu hukuki temele oturtup pekiştirdi. Yasa, bir iki ay gibi kısa bir süre içinde yeni yazıyı kullanma zorunluluğu getirdi. Basın 1 Aralık 1928 tarihinde, devlet daireleri ise 1 Ocak 1929 tarihinde tamamen Yeni Yazıya geçtiler. Yasa 3 Kasım 1928’de Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi.

Adı geçen yasaya göre:

Madde 1- Arap harfleri yerine Lâtin esasından alınan Türk Harfleri Kabul edilmiştir.

Madde 2- Kanunun yayın tarihinden itibaren devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bütün şirket cemiyet ve hususi müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların muameleye konulması mecburidir.

Madde 3- Devlet dairelerinin her birinde Türk harflerinin uygulanma tarihi 1929 Ocak ayının birinci gününü geçemez. Tahkik evrakı ve fezlekesi ve ilâmlar ve matbu muamelât cetvel defterleri, kayıtları ve senetleri, nüfus evlenme cüzdanları ve kayıtları, askerî kimlik ve cüzdanları 1929 Haziran başından itibaren Türk harfleri ile yazılacaktır.

Madde 4- Eski harflerle yapılan halk başvurularının kabulü 1929 Haziran’ının birinci gününe kadar yapılabilir. 1928 Aralık başından itibaren Türkçe her türlü özel veya resmî levha, tabela, ilâm ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe özel veya resmi her türlü gazete, risale ve mecmuaların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.

Madde 5- 1929 Ocak başından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması mecburidir.

Madde 6- Resmî ve özel bütün tutanaklarda, 1930 Haziran başına kadar, eski Arap harfleri stenografi gibi kullanılabilir. Devletin bütün daire ve müesseselerinde kullanılan kitap, kanun talimatname, defter, cetvel kayıt sicil gibi matbualar 1930 Haziran başına kadar kullanılabilir.

Madde 7- Para ve hisse senetleri ve bonolar ve çekler ve tahviller ve pul ve sair kıymetli evrak ile hukukî mahiyeti haiz bütün eski vesikalar değiştirilmedikleri müddetçe geçerlidirler.

Madde 8- Bütün bankalar, imtiyazlı ve imtiyazsız şirketler, cemiyetler ve müesseselerin bütün Türkçe muamelelerine uygulanması 1929 Ocak ayının birinci gününü geçemez… Bunlar ellerinde mevcut eski Arap harfleriyle basılmış matbuaları 1930 Haziran başına kadar kullanılabilirler.

Madde 9- Bütün mekteplerin öğretiminde Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle basılmış kitaplarla öğretim yapılması yasaktır.

Böylece Türk Harf Devrimi tamamlanmış oldu. Arap yazısı, Türkiye’de birkaç ay içinde tarihe karıştı. Yeni Türk Harfleri Türkiye’ye egemen oldu.

1990’larda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yeniden bağımsızlıklarına kavuşan Azerbaycan ve Orta Asya Cumhuriyetleri ve Moldova’daki Gagauz Türkleri ve Kırım Türkleri, Kiril alfabesini bırakıp yeniden Latin alfabesine geçmektedirler. Endonezya, Malezya gibi Arap olmayan bazı Müslüman ülkelerinin de Latin alfabesi konusunda Türkiye’yi örnek aldıkları anlaşılıyor. 200 küsur milyonluk nüfusuyla dünyanın en büyük Müslüman ülkesi olan Endonezya’nın Sukarno gibi milliyetçi liderleri 1920’lerde üniversite öğrencisiydiler. Türk Kurtuluş Savaşı’nı ve Türkiye’deki devrimci atılımları ilgiyle izlemiş, bunlardan esinlenmişlerdir. Türkiye’de yapıldığı gibi o Müslüman ülkeler de Arap alfabesini bırakmış, Latin alfabesi temeline dayanan birer ulusal alfabe benimsemişlerdir.