Birinci Meclis tarihte ender görülen bir temsil adaletine ve katılım çeşitliliğine sahipti. Meşrep, mezhep, siyasî ve etnik gruplar arasında dünyada emsali görülmeyen bir denge kurulmuştu.

Çerkez, Türkmen, Kürt, Arnavut, Boşnak kanaat önderlerinin yanı sıra Nakşî, Alevî, Bektaşî, Mevlevî ve Kadirî tarikatlarının şeyhleri aynı çatı altında bir araya gelmişlerdi. Bektaşî şeyhi Ahmet Cemalettin Çelebi, Mevlevî şeyhi ve Hz. Mevlânâ’nın 21. kuşaktan torunu Abdülhalim Çelebi, Nakşî Şeyhi Şeyh Fevzi Efendi bu mebuslar arasındaydı. Hâsılı renkliliği ve çeşitliliğiyle Birinci Meclis “Milletin Meclisi” olma vasfını taşımaktaydı.

3 Mart 1924 günü Halifeliğin kaldırılmasından sonra, Halk Fırkası (HF) içindeki muhalif grup, 1924 yılının Eylül ayında, İzmir’de ve İstanbul’da iki kez toplanmıştı. Toplantılarda, yeni bir parti kurmanın koşulları görüşülmüştü. Gruba göre, böyle bir partinin başarılı olması için Mustafa Kemal’in bir muhalif partinin varlığını ve Cumhurbaşkanı olarak partilerüstü bir rol oynamayı kabul etmesi gerekiyordu.

Bu sorulara cevap çok gecikmedi. 16 Eylül 1924’te Trabzon’da Halk Fırkası Şubesi’nde bir konuşma yapan Mustafa Kemal, başkanı olduğu fırkanın meziyetlerini, kendisinin ülke için ne önemli işler yaptığını anlatmış; parti başkanlığını bırakmadan Cumhurbaşkanı olduğu için kendisini eleştirenlere adeta meydan okuyarak “Bütün cihan bilsin ki benim için bir taraflık vardır, O da cumhuriyet taraftarlığı,” demişti. Ama herkes bu “bir taraf”ın aslında HF olduğunu anlamıştı. Nitekim dört gün sonra, Mustafa Kemal Samsun’da Belediye binasında verilen ziyafette konuya açıklık getirdi.

O'na göre mevcut partiden ayrılmak fikri “alelade particilikti ki, memleket ve milletin huzur ve emniyet şartları, henüz böyle bir parçalanmaya izin verecek durumda” değildi! Görülen oydu ki, çok partili düzene geçmeye hevesli olanlar, “memleketi bölmeye niyetli hainler” olarak yaftalanacaklardı. Ancak bunu göze alanların olduğu, kısa sürede anlaşıldı.

Kurucu Meclis’teki ilk gruplaşma 10 Mayıs 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın Müdafaa-yı Hukuk Cemiyetlerini, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirip bir grup kurmasıyla başladı. Maruf grubun tek, tartışmasız ve ebedî lideri Gazi Mustafa Kemal Paşa’dır. Buna karşılık İkinci Grup, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey liderliğinde, Trabzon mebusu Ali Şükrü, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya, Kastamonu Mebusu Abdülkadir Kemalî, Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, Trabzon Mebusu Hâfız Mehmet Efendilerin başını çektiği muhalif kanat tarafından oluşturuldu. Meclis’in ikinci döneminde İkinci Grup çok ciddi bir tasfiyeye muhatap olmuş, neredeyse tamamı meclis dışında bırakılmıştır.

18 Ekim 1924’te yeni yasama yılı için Ankara’ya gelen Mustafa Kemal, kendisini karşılayanlar arasında Rauf (Orbay) Bey ve Adnan (Adıvar) Bey’in olmadığını gördüğünde bir şeyler döndüğünü anlamıştı. 20 Ekim’de Menteşe (Muğla) Milletvekili Esat Efendi’nin Mübadele, İmar ve İskân Vekili Refet Bey’e yönelttiği soru önergesi ile başlayan tartışmalar neticesinde, 26 Ekim’de Kâzım Karabekir, hakkındaki muhafazakârlık suçlamalarından yorgun düştüğünü, rapor ve tavsiyelerinin Genelkurmay Başkanlığınca dikkate alınmadığını söyleyerek istifa edip TBMM’ye katıldı. 30 Ekim’de Ali Fuat Paşa da Ordu Müfettişliği’nden istifa etti. Paşa duygularını hatıratında (sadeleştirilmiş dille) şöyle anlatmıştı:

"Çok müteessirdim. Nasıl olmayayım. Bir sene evvel Büyük Millet Meclisi Reisliğinden ordu müfettişliğine çıkan ben muhaberatımın hükümet tarafından kontrol edilmesi ve takib edilmem yüzünden istifaya mecbur oluyordum. Buna amirim olan Erkan-ı Habiye-i Umumiye Reisi [Fevzi Çakmak Paşa] de bir çare bulamıyordu. Ben, mebus olarak, kötülüğün nereden geldiğini bulacak ve bunun giderilmesine çalışacaktım. Bunca zahmetten sonra kurtarılan vatanda, yeni kurulan bir hükümette, birbirimize emniyetimiz kalmamıştı ki, bu gibi aşağılık hareketlere teşebbüs edilmişti. Dünyada bundan daha büyük fecaat tasavvur edilebilir miydi?“

Mustafa Kemal, sonradan Nutuk’ta belirteceği gibi, epeydir bazı Millî Mücadele paşalarının eski İkinci Grup üyeleri ve bazı gazeteler aracılığıyla ulusu kendisine karşı kışkırtmak için yurtiçinde gizli örgütler kurma çabasında olduklarına inanıyordu. Resmî tarih yazımına “Paşalar Komplosu” olarak geçecek olan bu “tertip”i boşa çıkarmak için, 30 Ekim 1924’te Meclis’in altı kumandan üyesine ya milletvekilliğini ya askerliği seçmelerini emretti. Mustafa Kemal’e sadakatinden ve adının Osmanlıca yazılışından dolayı “Kuzu Paşa” lakaplı Fevzi Paşa ve dört kolordu kumandanı, bu isteğe uyarak orduda kalmayı seçtiler.

Talebe itiraz edenler ise zorla istifa ettirildi. Daha önce istifa eden Kâzım Karabekir, bir keresinde TBMM’den çıkarıldı. Muhalif gruptan Hoca Esat Efendi’nin, 20 Ekim 1924 tarihinde Yunanistan’dan gelen göçmenlerin nerelere yerleştirildiği, yatılı okullara ne kadar parasız öğrenci alındığı ve nerelerde ilkokullar açıldığı konularında verdiği önerge, 27 Ekim’de gensoruya çevrildi. Gensoru görüşmeleri sırasında, hükümetle muhalifler arasında sert tartışmalar oldu.

Muhalif milletvekilleri ile Tartışmalara bir örnek:

Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey, Sakallı Nureddin Paşa üzerinden Mustafa Kemal Paşa’ya eleştiri getiren mebuslardan biriydi. Bir meclis oturumunda lafla yapılan sataşmalar şöyle cereyan etmişti: “Reis-i âlimiz Paşa Hazretleri bizim buraya toplanmaklığımızın yegâne âmilidirler (sebebi). Müşarünileyh (kendileri) bizi istihlâs ve taali-i vatan için lâzım gelen tedabiri ittihaz etmek (almak) için buraya topladılar, etrafına aldılar. Şimdi böyle bir zat-ı muhtereme tutup da her işi gördürmek, meselâ vekilleri tâyin etmek vazifesini ona ihale etmek ve aynı zamanda da bu vekillerin intihabından (seçiminden) dolayı da böyle zımnen bir şahsı mesuliyet karşısında bulundurmak caiz midir, değil midir? Ben şahsan caiz olmadığı kanaatindeyim. Bu fikr-i zâtîmi (şahsi fikrimi) misalle izah edeceğim.”

Hasan Hayri Bey: “Enver Paşa’yı Balkan Harbi’nden Harb-i Umumiye’ye kadar nasıl biliyordunuz?”
Mustafa Kemal Paşa: “Evet, iyi idi.”
H. H. Bey: “Ben pekiyi biliyorum, yaptığı fedakârlık. Müsaade buyurun efendim. Harb-i Umumî’de bu adam bu işleri gördü diye bütün umuru (işleri) onun eline verdik. Haddinden ziyade iş verdik, o da nihayet bu vatanı tepe takla, döndürdü de buyur! Bunu biz mi yaptık, Enver mi yaptı? Bunu biz yaptık, onu ortaya biz attık, çünkü ona o salâhiyeti biz verdik. Şimdi bu zat-ı muhteremi de Enver Paşa’nın akıbetine uğratmak istiyorsak bunu verelim.”
M. Kemal Paşa: “Reisi, Enver’in akıbetine uğratmak senin elinde değil, Reis’in elindedir. O salâhiyeti Enver Paşa’ya sen mi verdin?”
H. H. Bey: “Çünkü milleti idare edemedi.”
M. Kemal Paşa: “Beni onlarla mukayese etmeyiniz.”
H. H. Bey: “Yanlış, Paşa Hazretleri.”
M. Kemal Paşa: “Yanlış değil, yanlış değil. Ben çok iyi anlarım” (TBMM 26.11.1921 tarihli oturum zaptı).

Bu tartışmalar, ayrılığın ilk sinyali idi. Öyle ki 8 Kasım günü yapılan oylamaya 41 milletvekili katılmamıştı. Şark milletvekillerinin temsilcisi sayılan Diyarbakır Milletvekili Zülfü (Tigrel) Bey’in Mustafa Kemal’le görüşmesi de tepki toplamıştı. Ancak hükümet 19 ret oyuna karşılık 148 milletvekilinden “güvenoyu” aldı. Ertesi gün Rauf Bey ve 10 arkadaşı HF’den istifa ettiler. Bu kişiler Adnan, Selahattin, Muhtar, Sabit, Halis Turgut, Feridun Fikri, Faik Beyler ile Rüştü ve Refet Paşalar idi. Birkaç gün sonra onları 21 milletvekili daha izledi. Bunlar arasında 1924 Anayasası’nın milletvekilliği ile memurluğun bağdaşmadığını belirten 23. Maddesi uyarınca, 25 Mart 1924’te istifa eden sabık Adliye Vekili ve İzmir Milletvekili Seyit Bey; 2 Eylül 1924’te Londra’ya sefir olarak atanan Aydın Milletvekili Zekai (Apaydın), 18 Ekim 1924’te Budapeşte’ye sefir olarak atanan Urfa Milletvekili Hüsrev (Gerede), 19 Ekim 1924’te ise Berlin’e sefir olarak atanan Sinop Milletvekili Kemalettin Sami (Gökçen) Paşa vardı. Halk Fırkası’na “Cümhuriyet” ibaresinin eklenmesine bu sırada karar verildi. (1941'e kadar "Cümhuriyet" imlası kullanılacaktı) 10 Kasım 1924’te fırkanın adının Cümhuriyet Halk Fırkası yapıldığı açıklandı.

17 Kasım 1924’te, yeni bir partinin kurulduğu haberi kamuoyuna bomba gibi düştü. CHF’li 22 milletvekili tarafından kurulan Terakkiperver Cümhuriyet Fırkasının kurucuları arasında, Kâzım Karabekir Paşa (partinin başkanıydı) gibi muhafazakâr milliyetçiler; Rauf Bey gibi meşrutiyetçiler; Ali Fuat Paşa gibi sabık Bolşeviklik sempatizanları; İsmail Canbulat gibi İttihatçılar; Dr. Adnan (Adıvar) gibi bilim insanları; Hüseyin Avni Bey gibi “liberaller” vardı; ama adları hemen “Sarıksız Muhafazakârlar”a çıkmıştı.

Partinin kuruluşu üzerine büyük çoğunlukla güvenoyu almış olan İsmet (İnönü) Bey, 21 Kasım’da sağlık nedenlerini ileri sürerek başbakanlıktan istifa etmişti. O gün Halk Fırkası İdare Heyeti’ni gizli bir toplantıya çağıran Mustafa Kemal, toplantıda, dinsel gericiliğin karşı devrim tehlikesi yarattığına dair bir konuşma yapmış; Başvekil İsmet Bey’in istediği gibi hükümeti güçlendiren tedbirler almaktan yana olduğunu söyledikten sonra katılımcıların görüşünü almıştı. Başta Diyarbekir Milletvekili Pirinççizade Fevzi Bey olmak üzere öteki üyeler de olağanüstü tedbirler almaya gerek olmadığını söyleyince “Benim burnuma barut ve kan kokusu geliyor, inşallah ben yanılmışımdır,” diyerek, iyimserlerin yanıldığını göstermişti.

Aynı gün Ali Fethi (Okyar) Bey hükümeti kurdu. Hükümet 27 Kasım’da oylamaya katılan 188 üyeden “güvenoyu” aldı. Güvenoyu verenler arasında TpCF üyeleri de vardı. Partinin Katib-i Umumi’si Ali Fuat (Cebesoy) Paşa hükümete niye güvenoyu vereceklerini şöyle açıklamıştı:

"Memleketin, milletin senelerden beri muhafaza-i hürriyet ve istiklal endişesi ile çarpan kalbi, şüphesiz yorgun düşmüştür. Bu fedakâr ve alicenap kalbe uzun bir sükûn temin etmek insaniyet ve siyaset muktezasıdır (gereğidir). Buna yegâne çare ise idarede, siyasette, hususiyatta, hasılı her şeyde samimi olmak ve samimiyet ibraz etmek ibaret olduğuna kaniiz."

11 Aralık tarihli "yarı resmi" Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde, Mustafa Kemal’in 21 Kasım 1924’te Londra’daki The Times gazetesinin İstanbul muhabiri Maxwell Macartney’e verilen bir mülakat yayımlanmıştı. Mülakatta Mustafa Kemal, milli egemenlik esasına dayanan ülkelerde siyasi partilerin kurulmasının gayet doğal olduğunu; Türkiye Cumhuriyeti’nde de rakip partilerin elbette olacağını; TpCF’nin de gerekli formaliteleri tamamlayarak kurulduğunu belirtiyordu. Mülakat, 18 Aralık 1924 tarihli The Times gazetesinde, Macartney’in yorumlarıyla birlikte İngilizce olarak yayımlanmıştı.

Hâlbuki, her iki mülakat metni de orijinal mülakat metninden farklıydı. Macartney’in, Londra’ya gönderdiği rapora göre, siyasi partilerin varlığı, Mustafa Kemal’in cumhurbaşkanlığının yanı sıra parti liderliğini de muhafaza edip etmeyeceği, yeni bir partiye karşı tutumunun ne olacağı ve nihayet basına karşı tavrını kapsayan mülakat sırasında Mustafa Kemal hiç de böyle yumuşak konuşmamış, savaşmaya niyetli  görünmüştü. Mustafa Kemal “Terakkiperverlerin cumhuriyetçilikleri içtenliksiz, programları sahte, kendileri de düpedüz gerici” demişti. Üstelik Gazi bunları söylerken çok öfkelenmiş, yüzü kıpkırmızı kesilerek, muhalefetin her bir üyesini teker teker anmış; onların her şeylerini borçlu bulundukları kendisine karşı nankörlük ettiklerini ve vatan haini olduklarını söylemişti. Mülakatta tercümanlık yapan milletvekili, bu hiddet karşısında, sık sık araya girerek “Sakin olun Gazi Paşa, bu kadar atak konuşmayın,” demek zorunda kalmışsa da başarılı olamamıştı.

Başkaca bir suçlama ise TpCF’nin programının ve tavrının “irticayı cesaretlendirdiği” idi. Oysa bu iddianın dayandırıldığı 6. madde sadece şunlar yazıyordu: “Fırkamız itikad-ı diniyeye ve fıkriyeye hürmetkârdır.” Ayrıca programda Halifeliğin geri getirilmesi talebi olmadığı gibi dinin önemine dair en ufak bir atıf yoktu. Dahası, yürürlükte olan 1924 Anayasası’nın 2.maddesinde “Türkiye Devletinin dini, din-i İslamdır...” yazıyordu. Bu açıdan bakıldığında, bu madde anayasa ilede uyumluydu

O yıllarda İstanbul’da çıkan Son Havadis gazetesinin “ıstırabın ve hürriyetsizliğin doğurduğu çocuk” dediği TpCF, Şevket Süreyya'ya göre böyle “asabi bir havada doğmuştu”, “partinin programı ve sloganları, normal, yerleşmiş ve liberal bir demokrasi düzeninin programı ve sloganlarıydı.”

Gerçekten de programın 2. maddesi, “Hürriyetperverlik (liberalizm) halkın hakimiyeti (demokrasi) Fırkanın esas meslesidir,” şeklindeydi. Şevket Süreyya “mazeret bulma” bölümünü şu cümlelerle bitiriyordu:

"Hülasa o günlerde Yeni Türkiye’nin çok partiye değil, Tek ve Kudretli bir iradeye ve bu iradenin, halka rağmen fakat halk için Şefliğine ihtiyacı vardı. Bu şef, ancak Gazi Mustafa Kemal olabilirdi. Onu bu emisyona, tarihî şartlar ve tarihî zorunluluklar itiyordu. Zaten o, o güne kadarki Şeflik kudretini, Meclis’i çiğneyerek ve Meclisin dışında kullanmış değildi. Meşruluğa dayanan önder olmak vasfını, bütün tahriklere rağmen, muhaliflerinin ona maletmek istedikleri 'tabii halin ve istikrarın üstünde keyfî idareye' yani adi ve sorumsuz bir diktatoryaya kendini kaptırdığını söylemek imkansızdı."

Partiye eleştiri getirenler arasında, rejim tarafından 28/29 Ocak 1921’de Karadeniz’in karanlık sularında boğulan Mustafa Suphi’nin Türkiye Komünist Fırkası/Partisi de (TKP) vardı. Partinin ideologlarından Ahmet Cevat (Emre) Bey’in Amele ve Köylü Kitleleri Nasıl Fırka Teşkil Eder? (1924) başlıklı risalesinden Mete Tunçay’ın aktardığına göre partinin görüşü şöyleydi:

"İnkılapçılıkta (devrimcilikte) rehberlerinin onay ve tayini ile millet tarafından seçilen BMM üyesi, inkılapçılıkta en yüksek mevkide tanınanlardan başlayarak birer ikişer ayrıldı. Adı 'Terakkiperver' (ilerlemeci), hakikatte ise oportünist (faydacı), ecnebi sermaye, kara kuvvet, zorbalık karşısında baş eğmeye eğilimli bir fırka teşkil etti. (...) Bizde Cumhuriyet inkılabını halk eden Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti o inkılabın henüz ortalarında iken iki gruba ayrılmıştı: Biri başında Gazi ve İsmet Paşalar olmak üzere radikal ve entransijan yani irticaın (gericiliğin), tegallübün (sömürücü, istilacılığın), ecnebi sermaye tahakkümünün önünde serfüru etmemeğe (baş eğmemeye) azimkar, diğeri mütegallibenin, softanın, muhtekirin (vurguncunun), ecnebi sermayenin istediğine, iradesine itaate mail, oportünist; bu son grup tabiatıyla mürteci, yobaz unsuru da içinde bulunduruyordu. Bu grup ('diktatörlük' aleyhinde çekişme) ve hakimiyet-i milliyeyi müdafaa şiarlarıyla yola çıkmışlardı, fakat bu avamfirip şiarlar (halkın hoşuna gidecek sözler) hakiki bir oportünizmi örtüyor, arkadan gelen irticaa siper oluyordu."

Ancak, 13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said (Kürt) İsyanı, ülkedeki tüm muhaliflere yönelik genel bir sindirme kampanyasının başlamasına vesile olurken, fırtınadan TpCF de nasibini aldı. İddialara göre, ülkede demokrasinin yıllarca askıya alınmasını sağlayan 4 Mart 1925 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu çıkmadan bir süre önce, Başbakan Ali Fethi Bey, TpCF Genel Başkanı Kâzım Karabekir’i ziyaret ederek “Size fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı tebliğe beni memur ettiler. Dağıtmazsanız istikbali karanlık görüyorum. Kan dökülecektir,” demişti. Karabekir bu tehdide pabuç bırakmadı.

Ama isyancılar için kurulan Şark İstiklal Mahkemesi’nde “ayaklanmayı dolaylı olarak kışkırtmak” suçlamasıyla yargılananlar arasında TpCF Urfa Genel Sekreteri Fethi Bey de vardı. Şeyh Said mahkemede “Her bir mukaddesat-ı diniyemle temin ederim ki bu hadise cereyanında ne ecnebilerin ve ne de Kürd siyasetini takip edenlerin ve ne de hükümetimizin muhalifi olan Terakkiperverlerin parmağı ve alakası katiyen içinde yoktur. Bunlarla hâşâ ne muhaberem ve ne mülakatım ve ne iştirakim ve ne bi’l-vasıta haberim katiyen yoktur,” dediği halde Fethi Bey beş yıl hapse mahkûm edildi.

Ayrıca Ergani’de Kadri adlı isyancının Şeyh Said’e yazdığı bir mektupta “Millet Meclisi’nde, Kâzım Karabekir Paşa’nın partisi, şeriat hükümlerine saygılı ve dindardır. Bize yardımcı olacaklarına şüphe etmem,” demesi; isyancılardan Şeyh Eyüp’ün mahkemede “Dini kurtaracak tek parti, Kâzım Karabekir Paşa’nın kurduğu partidir, çünkü şeriat hükümlerine uyulacağı parti tüzüğünde ilan edilmiştir,” (tüzüğün 6. maddesini kastediyordu) demesi üzerine bölgedeki TpCF şubeleri kapatıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi ise partinin İstanbul şubesinden bir grup aleyhine “dinî siyasete alet etmek” suçundan dava açtı ve 5-15 yıl arasında hapis cezaları verdi. Bütün bunlar bahane edilerek, Hükümet 3 Haziran 1925'te TpCF'nin Hıyanet-i Vataniye Kanunu uyarınca kapatılmasına karar verdi.

Buna rağmen devletin, TpCF’cilere olan kini bitmedi. 1926 yazında İzmir’de Mustafa Kemal’e İzmir’de suikast girişimine katılanlar TpCF’li milletvekillerinden Halit (Akmansü) Bey dışındakilerin hepsi (Rüştü Paşa, “Ayıcı” Arif, İsmail Canbulat, Ahmet Şükrü, Abidin, Halis Turgut) tutuklandı ve bu altı kişi  idam edildi. diğer 13 üye, yıllarca ev hapsinde yaşadılar, siyaset dışı bırakıldılar.

Takibattan bir şekilde kurtulan veya daha sonra siyasete dönebilen 10 üye ise:  Ali Fuat Paşa, Feridun Fikri (Düşünsel), İhsan Hamit (Tigrel), Sabit (Sağıroğlu), Halet (Sağıroğlu), Münif Hüsrev (Göle), Rauf (Orbay), Adnan (Adıvar), Kâzım Karabekir Paşa, Refet Bele Paşa..