“Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse sizi kendi lütfundan zengin edecektir. Şüphesiz Allah iyi bilendir, hikmet sahibidir.” (Tevbe 28) 

“(De ki); Ben ancak bu şehr’in (Mekke’nin) Rabbine –ki, O burayı dokunulmaz kılmıştır- kulluk etmekle emrolundum. Her şey de zâten O’na aittir. Bana Müslümanlardan olmam ve Kur’ân-ı okumam emredildi. Ancak kim doğru yola gelirse yalnız kendisi için gelmiş olur, kim de saparsa ona de ki; ben sadece uyarıcılardanım.” (Neml 27/91, 92) 

“Biz, Mekke’li’ler için her tehlike’den emin bir haremi mekân kılmadık mı? Ki, o harem’e inayetimizden rızık olarak her şeyin semerâtı toplanır.” (Kasas 28/57) 

Abdullah İbn-i Ömer radiya’llâhu anh’den rivâyet olunduğuna göre, Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem, Mekke’nin fethi günü irad buyurduğu bir hutbesinde, (Cenab-ı Hakk şu Mekke şehrini vâcibü’l-İhtiram bir belde kılmıştır hürmeten onun ağacı kesilmez, hayvanları ta’ciz edilip avlanmaz,” buyurmuştur. (Buhârî) 

HAREM-İ MEKKE: Mescid-i Haramı dâireten medâr ihata eden bir sahâ-i Arâzî vardır ki, bunun dahiline harem, ve Harem havzası haricine hil itlâk olunur. Mekke-i Mükerreme ve civarının nebatı kesilmemek-biçilmemek ve hayvanâtı avlanmamak gibi bir takım Ahkâm-ı şer’iyye’ye taalluk ettiğinden, Harem-i Mekke’nin hududu ta’yin buyrulmuş ve nişanlar konulmuştur. 

İbn-i Abbas radiya’llâhu anhümâ’dan rivâyet olunduğuna göre, İbrâhim aleyhis-Selâm Beyt’in inşaatını tamamladıktan sonra Cebrail aleyhis-Selâm gelip kendisine Harem sınırlarını göstermiş ve Hazreti İbrahim tarafından buralara birer nişâne konulmuştur. Sonra İsmail aleyhis-Selâm daha sonra Kusay İbn-i Kilâp tarafından bu işâretler yenilenmiştir. En sonra Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem tecdîd buyurmuştur. Hazreti Ömer de zaman-ı Hilâfetinde Kureyş’ten dört zatı göndererek onlar ma’rifetiyle Harem hududlarını gösteren işâretler dikilmiştir. 

Mekke’nin Fethi gününde, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Temim İbn-i Esedi göndererek Harem sınır işaretlerini tecdîd ettirmiştir. Bilahare sırasıyla Hazreti Ömer, Hazreti Muaviye, Abdülmelîk zamanlarında yeni işaretler konulmuştur. 

MEKKE HAREMİ’NİN HUDUDU!... 

Evvelâ Medine cihetinden üç mil mesâfede vâki (Ten’îm) dir. Sâniye Irak yolu üzerinde yedi mil mesâfede vâki (Seniyye-i Cebel) dir. Sâlisâ, Cirâne yolu üzerinde dokuz mil mesâfede vâki (Şa’b) dır. Râbıa (dördüncü olarak) Tâif yolu üzerinde yedi mil mesâfede (Batn-i Nemîre) dir. Hâmisâ (Beşinci olarak) Cidde yolu üzerinde dokuz mil mesâfede (aşâir) ile sınırlandırılmıştır. Bunlar arasında Mekke’ye en yakın olanı Ten’îm dir. Mekke-i Mükerreme’den umre için çıkanlar (umre çıkaranlar) ihram için Ten’îme çıktıklarından (umre) tesmiye olunur. 

Harem hududları “Mevhakît” (Mikatlardan) farklıdır. Mevâkit (Mikâtlar) ihram sınırlarıdır ve Mekke’ye daha uzaktırlar. Bunlar da beş mevzi’dir. Zül-Huleyfe, Zât-i Irk, Cuhfe, Karn, Yelemlem’dir. Medineliler, Zül-Huleyfe’den, Irak ahalisi Zât-i Irk’dan, Şam tarafından hacılar, Cuhfe’den, Necidli’ler Kar’den, Yemenli’ler de Yelemleme’den-mevkiinden ihram ederler. Bahr-i Ahmere (Kızıldenize) bizim gibi Süveyş’den giren huccac (Rabiğ) hizasında ihram kuşanırlar ki, ehl-i Şâm’ın mikatı olan Cuhfe yakınındadır. 

Yukarıda zikredilen mîkât, Beyt-i Muazzama’nın harem sınırları olduğundan Mekke-i Mükerreme’ye gidenler için, bu mevzileri ihramsız geçmek cinayettir. 

MEDİNE HAREMİ: 

Enes (İbn-i Mâlik) radiya’llâhu anh’den, Resulullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir; 

Medine (sahâsı)’nın şuradan buraya (olan mahalli) harem’dir, muhterem’dir. Bu hududun (bu hudud içindeki) ağacı kesilmez, bu sahada bid’at ihdas edilmez. Kim ki harem-i Medine’de (kitap ve sünnete muhâlif) bir bid’at ihdas ederse, Allah’ın azabı, meleklerin ilenci (la’neti) bütün insanların nefreti o kimse üzerine olsun. (Tecrid-i Sarih Cild 6/226/880) 

Medine-i Münevvere’nin kadîm ismi, (Yesrib)’dir. Kur’ân-ı Kerim’de, “Onlardan bir grub da demişti ki; Ey Yesribli’ler (Medineli’ler) artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün! İçlerinden bir kısmı ise; Gerçekten evlerimiz emniyyette değil diyerek Peygamber’den izin istiyordu. Oysa evleri tehlikede değildi. Sadece kaçmayı arzuluyorlardı.” (Ahzâb 33/13) 

Hişâm İbn-i Kelbî’nin beyanına göre, Cenab-ı Hakk Ad kavmini helâk ettikten sonra, kabileler etrafa dağılıp bir kısmı Mekke’ye bir kısmı Tâif’e İbn-i Hüzeyl de Yesrib’e (Medine’ye) gelerek, Hüzeylî’ler Medine’nin mahalline inmişler mekân tutmuşlar, kuyular kazıp hurma ağaçları dikerek Yesrib’i imâr ve hayli zaman burada ikâmet etmişlerdir. Bilâhare ahlâkî çöküntüye düşdüklerdinden (Fesâd-ı Ahlâka uğradıklarından) helâk olmuşlardır. Kuyular kurumuş hurmalıklar harab olmuştur. 

Yine hadiste (şu yerden şu yere kadar) diye kinâye tarikıyla vârid olan ve Harem-i Medine’yi tahdid eden (sınırlayan) iki mahalden birisinin Medine civarındaki (Air Dağı) olduğu, Hazreti Kerre’me’llâhu Vechehû’nun rivayet ettiği şu Hadis-i Şerif’ten anlaşılmaktadır.  

Alî radiya’llâhu anh’den şöyle dediği rivayet edilmiştir; “Benim indimde (ahkâm-ı Şerî’atte mektup olan) şey, yalnız Allahu Teâlâ’nın kitabıdır. Bir de Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’den (işitip yazdığım) şu sahifedir (meâli şöyledir;) Medine’nin şuraya (Sevr dağına) kadar “Air” (dağı) arası haremdir. Kim ki, Medine’nin bu haremi dahilinde kitap ve sünneti muhâlif bir iş işlerse yâhud ehl-i Bid’ate yardım ederse, Allah’ın azabı, meleklerin ilenci, bütün halkın nefreti bu mübtedîler (ehl-i Bid’at) üzerine olsun. Bunların ne tevbesi, ne de fidyesi kabul olunur. Müslümanların emanı birdir; (bir müslimin kâfire emanı bütün Müslümanlarca sahihtir). Alî Hazretleri devamla demiştir ki; Kim ki bir Müslümanın verdiği ahdi nakzederse, Allah’ın azabı, meleklerin ilenci, bütün halkın nefreti onun üzerine olsun. Onun ne farz, ne de nâfile ibâdeti kabul olunmaz. Her kim de kendi mevâlî’lerinden ve efendilerinden başka bir kavmi velî ve efendi ittihaz ederse, bu kimse de Allah’ın azabına, meleklerin ilencine, bütün insanların nefretine uğrasın! Bu şuursuz kimsenin ne tevbesi, ne de adaleti kabûl olunmaz.” (Tecrid-i Sarih, Cild/6/330/882) 

Fakat ikincisi, Buhârî’nin bu bab’daki bütün rivâyet tariklerinde mübhemdir; Uhud Dağı olduğu veya Uhud’un meyillerindeki Sevr dağı olduğu ileri sürülmüştür. Hülâsa, Haram-i Medine, Medine civarındaki Air dağı ile Uhud veya Uhud’un mâilesindeki Sevr dağı arasındaki mıntıka-i arâzî’dir...

Ebû Hüreyre radiya’llâhu anh’den Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim dediği rivâyet edilmiştir; 

(Bir zaman gelecektir ki, nesl-i âtî (gelecek nesil) Medine’yi şu bulunduğu hayr-ü letâfetiyle (hayır ve hoşluğunu) bırakacaklar da Medine’de nihâyet rızkını arayan hayvanlardan, kuşlardan başka sâkin hiçbir insan bulunmayacaktır. Medine’ye en son gelen ve koyunlarına sayha ederek (bağırarak) giren Müzeyne kabilesinden iki çoban olacaktır. Bunlar da Medine’yi bomboş, vahşetengiz bir halde bulacaklar ve “Seniyyetü’L-vedâ”ya (Veda Tepelerine) vardıklarında bunlarda yüzleri üzerine düşeceklerdir.” (Tecrid-i Sarih/Cild/6/234/885) 

Kadı İyâz; Medine böyle metrûk bir vaziyete İslâm’ın birinci asrında düşmüştü, diye şöyle izah ediyor; İslâm’ın başlangıcında Medine-i Münevvere hilâfetin makarr-ı ve İslâm âleminin melce-i olup bütün Müslümanlar hayrâtı buraya sevk olunurdu. Bu cihetle Medine, Müslümanların en ma’mûr ve medenî bir şehri, bir merkezi idi. Ashab ve Tâbi’în’den bunca ulemâ ve fukahâ’nın karar kıldıkları yerdi. Her tarafında Asr-ı Saâdet’in yüksek te’sirleri müşâhade olunuyordu. 

Medine-i Münevvere maddî ve ma’nevî güzelliğiyle bırakılıp hilâfete ilk önce Şam’a, sonra Bağdat’a nakledilince, sonra da Medine dahilinde birbirini ta’kib eden bir takım fitneler, mûsibetler vukû bulunca Medine’nin ulemâ ve sulahâsı dağılmış, A’râbı’n (bedevîlerin) hücumuna ve işgallerine uğrayarak bütün bütün boşalmıştır. Habercilerin verdikleri haberlere göre Hârre vak’ası gibi fitnelerin devamı üzerine hadis-i şerifte (mu’cize olarak) bildirildiği veçhile Medine’nin tenhalığı hasabiyle Medine hurmalıkları vahşî kuşların hücumuna uğramıştır. Hattâ İmam-ı Mâlik’ten rivâyet olunduğuna göre, Mescid-i Saâdet-i Nebeviyye’ye kurtlar, köpekler doluşup telvis etmişlerdir. (Kusurumu afv buyurunuz. “Telvis” kelimesinin Türkçe’sini Mescid-i Nebeviyye’ye hürmetim sebebiyle yazamadım.) Medine bir müddet bu halde kaldıktan sonra, halk yavaş yavaş toplanmaya başlamıştır. 

Kadı İyaz, Kutlu Hicret Dârı’nın Medine-i Münevvere’nin bu acıklı-elîm günlerini anlattıktan sonra; Bu vekâ’yi (bu olanlar) İslâm’ın ilk asrında olup geçmiştir. Resûl-i Ekrem’in bu Mu’cizevî ulvî haberi cümlesindendir,” diyor. 

Nevevî de şöyle diyor; Medine’nin bu metrûk vaziyeti, kıyâmet saatinin yaklaştığı Âhirzamanda vuku bulacaktır; muhtar olan kavil de budur. İki çobanın haşr mes’elesi ki, sahîhayn’de (Buhârî ve Müslim) rivâyet edilmiştir, bu da âhirzamanda vuku bulacağını te’yid etmektedir. 

Avf İbn-i Mâlik’ten rivayet olunan bir hadiste müşârunileyh, Avf demiştir ki; bir kerre Resulullah Mescid-i Saâdete girmişti. Sonra bizim yüzümüze bakıp da “Allah’a yemin ederim ki; Medine’yi kırk sene kadar zelil bir halde Mâfiye bırakacaktır; Mâfî nedir bilir misiniz? Bakınız ben size öğreteyim!... “Kurtlar kuşlar,” buyurdu. 

Tecrid-i Sarîh Mütercim ve Şârihi, Merhûm, Kâmil Miras bu hususta şu yorumu yapmıştır. “Bizce Kadı İyaz’ın da Nevevî’nin de nokta-i nazarları kabul edilebilir. Bir takım Emevî ve Abbâsî halifelerinin Medine’de çıkardıkları şûrişler, (hırslar-fitneler, ihtilâller üzerine, Avf’tan ve İmam-ı Mâlik’ten rivâyet olunduğu veçhile hâkîkaten yarım asır kadar bir zaman Medine halkı, Mekke’ye, Suriye’ye ve Irak’ın muhtelif şehirlerine dağılmışlardı. Bu hâlin âhirzamanda da vukû bulacağı, Nebeviyye’nin dediği veçhile tercüme ettiğimiz hadisin fıkra-i âhirindeki Müzeyne’ye mensup iki çobanın kıssasiyle kabûl edilir.  

Sevgili Peygamberimizin Medine ile alakalı başkaca mu’cizevî haberleri de vardır; Bunları da, “Suudi Arabistan Kralı’nın Vatikan ile anlaştığı ve Medine’ye bir Katolik Kilisesi’nin inşâ edileceği haberleriyle birlikte tahlil edeceğiz. İnşâ Allah!...