FARANSA’NIN DERDİ NEDİR?

1.Dünya Savaşı sonrasında Türkleri Anadolu coğrafyasının orta yerine hapsederek tarihten silmeyi hedefleyen emperyal güçler, bugün de “Mavi Vatan”ımızı yok sayarak, Akdeniz’in derinliklerinde keşfedilen hidrokarbon servetinden payımızı almamızı engelleyebilmek için yeni bir Sevr Anlaşması dayatmaya çalışmaktalar. 

Uluslararası deniz hukuku çerçevesinde, Ege ve Akdeniz’deki haklarını savunan Türkiye’yi zehirli yılana benzeten, Batılı ortaklarını Türk’ün önünü kesmeye ve yeni bir Sevr Anlaşması uygulamaya çağıran Fransız “dostlarımıza” hatırlatmak isteriz; tarih boyunca Türk’ün ongunu, hilenin ve ahlaksızlığın simgesi olan yılan değil, gücün, mücadelenin ve özgürlüğün simgesi bozkurt olmuştur. Ve Türkler, her zora düştüklerinde, kendilerine kurtuluşun yolunu gösterecek bir bozkurt bulmuşlardır. 

M. KEMAL SALLI

Emeryalizme karşı başlattığımız ve 30 Ağustos zaferiyle taçlandırdığımız Kurtuluş Savaşı denilince, Sevr Anlaşması, Misak-ı Milli ve Lozan Anlaşması gelmektedir. 

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasında, I. Körfez Savaşı’yla (1991) hayata geçilmeye başlanan ve bölgemizdeki 22 devletin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi (BOP ve GBOP) uygulamaları, 2003’te Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesiyle yeni bir boyut kazandı.

Irak’ın kuzeyinde, tarihte Türkmeneli olarak anılan petrol bölgesinin demografik yapısı bell amaçlar doğrultusunda değiştirilmesinin ardından, 2013’te, Suriye kaosa ve içsavaşa sürüklendi, PKK’nın Suriye uzantısı YPG binlerce TIR dolusu silahla donatılarak ordulaştırıldı. Hedef, Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak bir Kürt Koridoru oluşturmaktı. 

Türkiye, 15 Temmuz savrulmasına rağmen gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı Ve Barış Pınarı operasyonlarıyla güney sınırları boyunca kuşatılmaya asla razı olmayacağını, bu konuda kararlı olduğunu ilan etmiş oldu. 

Libya’nın işgal edilmesi, Mısır’da General Sissi’nin Mursi’yi darbe ile yönetimden uzaklaştırması, Suriye’nin içsavaşa sürüklenmesi ve Doğu Akdeniz’de doğalgaz rezervlerinin bulunması, Çin’in hayata geçirmeye çalıştığı Yeni İpekyolu’nun ABD’nin beka sorununa dönüşmesi hem Ortadoğu’nun hem de Doğu Akdeniz’in bölgesel ve küresel güçlerin savaş alanına dönüşmesine neden oldu:

“Deniz ortamında yeni doğalgaz ve petrol kaynaklarının bulunması ve işletilmesi, Doğu Akdeniz’de, başta kıyıdaş ülkeler olmak üzere, uluslararası aktörlerin iştahını kabartmış, deniz yetki alanları sınırlandırılması çalışmalarının hızlanmasına neden olmuştu. Böylece, genel eğilimin aksine, ilk kez deniz kaynaklı bir sorun Doğu Akdeniz’de temel sorun haline gelmiştir.”

1.Dünya Savaşı sonrasında Türkleri Anadolu coğrafyasının orta yerine hapsederek tarihten silmeyi hedefleyen, bugün de “Mavi Vatan”ımızı yok sayan emperyal güçler, Akdeniz’de en uzun kıyısı bulunan Türkiye’nin, Akdeniz’in  derinliklerinde keşfedilen hidrokarbon servetinden payını almasını engelleyebilmek için yeni bir Sevr Anlaşması dayatmaya çalışmaktalar.

Türkiye’ye çevre denizlerde 462 bin metrekarelik bir alan kazandıran “Mavi Vatan”ı, 2006’da, emekli Tümamiral Cem Gürdeniz, “Temel Deniz Hukuku” adlı kitabında gündeme getirmiş, emekli Tümamiral Cahit Yaycı da, uluslararası deniz hukuku çerçevesinde yaptığı akademik çalışmalarla ve küresel çapta saygın dergilerde yayınladığı makalelerle Karadeniz, Boğazlar, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz’dek somut hak ve çıkarlarımızı bilimsel olarak ortaya koymuştu. 

“MAVİ VATAN”IMIZA GÖZ DİKENLER VAR

Gazetemizin sahibi Abdullah Akosman’ın 24 Ağustos 2020 tarihli ve “Ege’de Geç Kalıyoruz” başlıklı yazısında vurguladığı gibi, 1986’da, kıyıdaş ülkelerle imzaladığımız ve Karadeniz’deki sınırlarımızı belirleyen “münhasır ekonomik bölge” anlaşmasını, Ege ve Akdeniz’deki kıyıdaş ülkelerle de, hiç zaman geçirmeden imzalamamız gerekiyor. Emperyal güçler, Türkiye’nin, “Mavi Vatan”nın derinliklerinde keşfedilen enerji kaynaklarına sahip çıkma konusundaki kararlılığından rahatsızlık duyuyor, gizli açık ortaklıklar oluşturuyorlar. 

Türkiye, yeni bir dünya düzeninin kurulmakta olduğu bir süreçte, dünyanın anladığı dile konuşarak, kültür iklimimizin uzandığı bütün coğrafyalardaki hak ve çıkarlarını koruyacak adımlar atmak durumundadır. Özellikle Ege ve Doğu Akdeniz’de, “münhasır ekonomik bölge” ilan etme konusunda daha fazla gecikmemiz durumunda,   buralar, bir sorunlar yumağına dönüşecektir. 

Doğu Akdeniz’de Fransa’nın, Almanya, İtalya ve Yunanistan ile birlikte ortak tatbikat yapması, Yunanistan’ın Mısır ile deniz yetki sınırları anlaşması imzalaması, ABD’nin, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne uyguladığı silah ambargosunu kaldırması, Irak’tan sonra Suriye petrollerini de PKK/YPG’ye peşkeş çekmesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin İsrail ile işbirliği anlaşması yapması, Fransız Le Figaro’da sözü edilen “Türkiye’ye yeni bir Sevr Anlaşması” dayatabilme arayışlarıdır.

Bugünlerde hem Ortadoğu’da hem de Doğu Akdeniz’de, 1991’deki I. Körfez Savaşı sonrasında, Irak 36. Paralel boyunca bölünürken, “Türkmeneli konjonktürel bir haktır” diye haykıramamış olmanın, Kenan Evren döneminde Yunanistan’ın NATO’ya dönmesine izin vermiş olmanın, 2004’te, elimizdeki BM onaylı Londra ve Zürih anlaşmalarına rağmen, Rumların Kıbrıs’ın tamamını temsilen AB üyesi yapılmalarını engellememiş olmanın sancılarını yaşamaktayız. Tarihin önümüze çıkardığı fırsatları değerlendirmek zorundayız. 

YENİ BİR SEVR ANLAŞMASI

Batılı emperyalistler şimdi de, kolayca oynattıkları Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni üstümüze salarak Ege ve Akdeniz’de yeni bir Sevr anlaşması dayatmaya çalışıyorlar. 

Nedim Şener de yazdı (26.08.2020-Hürriyet); Fransız Le Figaro gazetesi Batılı emperyalist güçleri Türkiye’yi engellemeye çağırıyor: “Batılı ülkeler Erdoğan’ın emperyalizmine direnmeli.” 

Le Figaro, yazının devamında ağzındaki baklayı çıkararak şöyle diyor:

“Sevr Anlaşması, özerk bir Kürdistan amaçlıyordu. Anlaşma Boğazların askerden arındırılması dayatıyordu. Sevr Anlaşması hiçbir zaman uygulanamadı.” 

Neden uygulanamamış Sevr Anlaşması, biliyor musunuz: 

“Kemal (Gazi Mustafa Kemal), daha sonra padişahı devirmek, müttefik ordularını kovmak, Yunan ordusuyla savaşmak için Türk ordusunun başına geçti. Sevr Anlaşmasını 23 Temmuz 1924’te Lozan Anlaşması’yla değiştirdi. Anadolu’yu Hristiyanlardan, özellikle Rumlardan arındırmış oldu.” 

TÜRKÜN ONGUNU YILAN DEĞİL, BOZKUTTUR

Le Figora’da yayınlanan yazının şu cümleleri, Batılıların Türkiye’ye ve Türklere olan bakış açılarını yansıtması bakımından önemlidir:

“NATO müttefiki olan Türkiye ile Fransa arasında, Akdeniz’deki bir devriye gezisi sırasında meydana gelen ciddi olay, zehirli bir jeopolitik aktör olan Türkiye’ye karşı çıkmak için Sevr Anlaşması’nın bazı hükümlerine geri dönülmesinin ne kadar acil olduğunu göstermektedir.”

Uluslararası deniz hukuku çerçevesinde, Ege ve Akdeniz’deki haklarını savunan Türkiye’yi zehirli yılana benzeten, Batılı ortaklarını Türk’ün önünü kesmeye ve yeni bir Sevr Anlaşması uygulamaya çağıran Fransız “dostlarımıza” hatırlatmak isteriz; tarih boyunca Türk’ün ongunu, hilenin ve ahlaksızlığın simgesi olan yılan değil, gücün, mücadelenin ve özgürlüğün simgesi bozkurt olmuştur. 

Ve Türkler, her zora düştüklerinde, kendilerine kurtuluşun yolunu gösterecek bir bozkurt bulmuşlardır.