“MÜFESSİRİNDEN MATEMATİKÇİSİNE, ASTRONOMUNDAN AHLAKÇISINA MEDENİYET KUBBEMİZİ AYAKTA TUTAN PEK ÇOK BÜYÜK ALİMLERİN YETİŞTİĞİ BİR COĞRAFYA OLDUĞU İÇİN MAVERAÜNNEHİR, BİZİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİDİR. SADECE BİZİM İÇİN DEĞİL, SADECE TÜRKİYE İÇİN DEĞİL, BÜTÜN İSLAM DÜNYASI İÇİN ÇOK ÖNEMLİDİR.” “ORASI YALNIZ ATALARIMIZIN YURDU DEĞİL, İSLAM MEDENİYETİNİN İNKİŞAF ETTİĞİ COĞRAFYADIR” “BİZ MÜMİNLER, BÜTÜN YERYÜZÜNÜ İMAR ETMEKLE MÜKELLEF OLDUĞUMUZ İÇİN, ASLINDA BÜTÜN YERYÜZÜ BİZİM ‘GÖNÜL COĞRAFYAMIZ’DIR” Avrasya Bir Vakfı bu yılki konferanslar dizisini çok değerli bir konukla, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’le başlattı. Yeni bir dünya düzeni söylemi çerçevesinde ülkelerin ekonomik ve siyasi nedenlerle işgal edilip parçalandığı, halkların yöneticilere isyan ettiği, “Medeniyetler Çatışması” kamuflajı adı altında gizli din savaşlarının yaşandığı, İslam Dünyası’nın bilinçli bir yönlendirme ile mezhep çatışmasına sürüklenmeye çalışıldığı, Kur’an-ı Kerim’in bile tartışmaya açılmak istendiği bir dönemde, olan bitenin derunundaki ayrıntıları en ehliyetli ağızdan dinleme fırsatı bulduk. Anlatan Diyanet İşleri Başkanı, ondan da önemlisi, Prof Dr. Mehmet Görmez gibi çok yönlü bir din alimi olunca, başta biz olmak üzere, dinleyenlerin kafalarındaki pek çok soru kendiliğinden yanıt bulmuş oldu. Diyanet İşleri Başkanımız’ın, “ insanların kafalarında dini inançlar konusunda oluşan sayısız soruya yanıt olabilecek bir konuşmayı, bir konferans çerçevesine sığdırabilmek için Mehmet Görmez olmak gerekir” dedirten konferansı, büyük bir ilgi ile izlendi. Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr. Mehmet Görmez’in, “içimdeki hasretim” dediği yangının nedenlerini ve Balkanlardan Umman Denizi’ne, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan bir coğrafyada 600 yıl hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu’nun, yapay bölünmelere rağmen, kültürel varlığını bütün canlılığı ile günümüze kadar sürdürebilmesinin sırlarını anlattığı bu konferansın bir CD’si hazırlanmalı ve Avrasya Bir Vakfı’nın yayınlarına dahil edilmelidir. Avrasya Bir Başkanı Şaban Gülbahar’ın vakfın amaçlarını kısaca anımsattığı konuşmasında vakfın bugüne kadar 56 ülkeden ülkemize gelen öğrencilere 1500’ü aştığını söyledi ve teşriflerinden dolayı Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’e ve konuklara teşekkür etti. Avrasya Bir Vakfı Genel Müdürü Abdullah Kılıç da, yeni sezonda 32 etkinlik yapılacağını anlattığı konuşmasında, vakıflarının yeni sezonda da aynı inanç ve heyecanla hizmet verme gayreti içinde olacağını söyledi. Oturum başkanlığını eski Kızılay Başkanı Tekin Küçükali’nin yaptığı konferansta, Diyanet İşleri Başkanımızın anlattıkları çok önemli konulardı. Diyanet İşleri Başkanımız, gönlündeki hasretin sönmeyen ateşinin derunundaki öyle bir ‘gönül coğrafyası’ndan söz etti ki, anlattıkları, Türk ve bütün İslam dünyasının gençlerine, çocuklarına nesiller boyunca rehber olacaktır. Satırbaşlarıyla değinip geçmek durumunda kaldığı bazı konularda da, dinleyenlere ev ödevi vermiş oldu. Prof. Dr. Mehmet Görmez’in anlattıklarını, dikkatli olmaya özen gösterdiğimiz bir özetleme ile sizlere aktarmak istiyoruz; birlikte dinleyelim: “SÖZ BORÇ GİBİDİR” “Peygamberimiz, ‘Söz borç gibidir’ der. Ben de, daha önce yerine getiremediğim sözünü tutup geldim. Avrasya Bir Vakfı’nı iki yönüyle tanıyorum. Yurt dışından getirip okuttuğu öğrenci faaliyetlerinden tanıyorum. Bundan dolayı şükran ve takdirlerimi ifade ediyorum.” “ (…) Dün ‘Gönül coğrafyamız’ dediğimiz bölgedeydik; Ejder Bey Camii’nin açılışını yaptık, Azerbaycan’ın müstakilliğinin, azatlığının 20. Yılını kutladık. Hutbemiz de müstakillik üzerineydi; ‘müstakillik nedir, bir millet nasıl müstakil olur, azatlığın manası nedir’ gibi konuları ele aldığımız bir hutbeyle katıldık… Bugün de, ‘Gönül coğrafyası’ ile neyi kastettiğimizi anlattıktan sonra, gönül coğrafyamız ile Diyanet İşleri Başkanlığımız arasında artan ilişkileri anlatacağım. Aslında ‘Gönül coğrafyası’ denilince bütün yeryüzü aklımıza gelir. Resul-ü Ekrem Efendimiz’in ifadesiyle ‘Yeryüzü bize mescit kılınmıştır’. Yeryüzünde insanoğlunun serüveninin başladığı günden bugüne Yaratıcı’nın insana verdiği görev, yalnızca kendi evini, kendi menzilini, kendi şehrini, medeniyetini, yöresini değil, yeryüzü imar etmektir. (…) Kuran-ı Kerim’de yeryüzünün yaratılışının hikmetini ifade eden pek çok ayet verdir. Biz hocalar, ‘Yaratıcı sizi ibadet etsinler diye yarattı’ deriz. ‘İnsanlar ve cinler ibadet etsinler diye yaratıldı’ buyurulur; buna vurgu yaparız. Ama aslında, başka ayetlerde, yaratılışın tek hikmet olmadığı veyahut Allah’a ibadetin içersinde nelerin olduğunu ifade eden başka ayetler de vardır. O ayetlerin bir tanesinde iki ifade vardır; ‘Allah sizi topraktan yarattı’ ve ‘Sizden yeryüzünü imar etmenizi istedi’ buyuruyor. Aslında imar etmek, inşa etmek değil; imar etmek, mamur etmek, yeryüzünün bütün yönleriyle yaşanabilir kılmaktır. Biz bu kelimeden ‘umran’ kavramını çıkarmışız. İbn’i Haldun’umuz bu ayetin o kelimesinden ‘umran’, başka dünyalar ise ‘sömürge’ anlamını çıkardılar. İstimal kelimesini, Arapça’da sömürge kelimesinin karşılığı olarak kullandılar. Bizim medeniyetimiz bu kelimeden ‘umran’ kelimesini üretti ve İbn’i Haldun bütün felsefesini ‘umran’ kelimesi üzerine üretti. Cemil Meriç’in bize açıkladığı ‘umran’, aslında odur. Farabi’nin ‘erdemliler şehri’ kavramı, ilhamını Kur-an’ı Kerim’in bu kelimesinden almıştır. Dolayısıyla biz müminler bütün yeryüzünü imar etmekle mükellef olduğumuz için, aslında bütün yeryüzü bizim ‘gönül coğrafyamız’dır. Ben, uluslararası ilişkileri, son asılarda coğrafyaların bölünmüşlüklerini, ülkelerin oluşumlarını, ulus devletlerin ortaya çıkışlarını, ideolojilerin, imparatorlukların kuruluşlarını, çöküşlerini dikkate alarak, ‘gönül coğrafyamız’la birkaç bölgeyi kastediyorum. Başka açıdan bakıldığında sıralama değişir belki, ama ben, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilişkiler yürüttüğü, hizmetler götürdüğü ülkeler ve coğrafyaları dikkate alarak bu sıralamayı yaptım. Elbette önce bir ata yurdumuz var bizim; Orta Asya var. Orası bizim coğrafyamız, gönlümüzü orada bıraktık, buraya geldik.” “ORASI YALNIZ ATALARIMIZIN YURDU DEĞİL, İSLAM MEDENİYETİNİN İNKİŞAF ETTİĞİ COĞRAFYADIR” “Orta Asya çok farklı bir coğrafya. Orta Asya sadece Atalarımızın, ecdadımızın yurdu değil, Orta Asya aslında, İslam medeniyetinin inkişaf ettiği coğrafyalardan biridir. (…) Gerçekten büyük bir medeniyetin inşa edildiği Maveraünnehir medeniyeti kuruldu o coğrafyada. Şimdi biz o coğrafyanın fakirliğini görüyoruz, ama o coğrafya İslam medeniyetinin inkişaf ettiği bir coğrafyadır.” BEN İSLAM MEDENİYETİNİ , HEP SU METAFORU İLE İZAH EDERİM “Ben İslam medeniyetini , hep su metaforu ile izah ederim. Nitekim, İslam’ın bize gelişini anlatan kelimeler, mesela ‘şeriat’ kelimesi de sözlük anlamıyla ‘su yolu’ demektir. ‘Su’yun bir çıktığı yer var, bir de o ‘su’yu taşıyan yollar var. ‘Su’, elbette Yüce Rabbimizin bütün insanlığa en büyük lutfu ve ikramı olarak Mekke’de doğdu. İslam inanç kültürü ve medeniyetinin o büyük kaynağı orası; oradan çıktı. Ancak bu ‘su’ akarak, kendine yollar bularak dünyaya yayıldı ve İslam medeniyetinin bu yolculuğu bir nehirle ikiye ayrıldı. Bu nehrin bir bu yakası var, bir de öte yakası var. Bir Maveraünnehir oluştu.” “ (…) Resul-ü Ekrem Efendimiz ‘Veda Hutbesi’nde 100 bin kişiye hitap etti. Bu 100 bin kişiden sadece 10 bin kişinin mezarı Arap Yarımadası’nda ve Ortadoğuda’dır. 90 binin mezarının nerede olduğu bilinmiyor. Dünyanın her tarafına dağıldılar. O ilk nesil, o saf berrak ‘su’yu eline alan nesil, o ‘su’yu başka insanlara ikram etmek üzere yola çıktığında önlerine büyük bir nehir çıktı. O nehiri, Amu Derya ya da Siri Derya’yı deniz sandılar önce. Uzun süre geçemediler. Sonra geçtiler elbet. İslam, o nehri geçtikten sonradır ki, bir medeniyet doğdu. “İSLAMİYET MAVERAÜNNEHİR’DE İNKİŞAF ETTİ” Bir Maveraünnehir oluştu. Buradan ‘su’, nehri geçtikten sonra, oradaki kaynakla, o nehirle buluştuktan sonra, o bilgi kırıntıları önce bir metodolojiye, bir usule dönüştü; tasavvufa dönüştü, fıkha dönüştü, felsefeye dönüştü, hikmete dönüştü. Bütün oralarda, Maveraünnehir’de inkişaf etti; İslam medeniyetinin inkişaf etme merkezlerinden biri oldu. Ortaya çıktığı coğrafya elbette önemliydi; ilk tedrisat oralarda verildi. Endülüs elbette önemlidir, bu tarihin içersinde. Ama Maveraünnehir’in farklı bir yeri var. Maveraünnehir’de bir Fergana vadisi var. Fergana vadisinin bir ucunda Farab var. Farab, Farabi’nin ‘erdemliler şehri’ medeniyet projesinin ortaya çıktığı yerdir. Onun elli kilometre berisinde Türkistan , Yesev var. Ahmet Yesevi ve tasavvufun büyükleri orada yetişti.” “Taşkent var, Buhara var, Semerkant var, Özgen var, Merv var, Mervinan var, Sevaş var.. Bizim alimlerin hayatrını anlatan kitapları incelediğimizde görürüz ki, oradaki şehirlerin her birisinden ortaya çıkmış ve bütün dünyayı aydınlatmış, İslam medeniyetinin inkişafına vesile olmuş büyük alimler vardır. Bir taraftan Buhari gibi büyük bir hadisçi yetişecektir, bir taraftan da İbn-i Sina gibi büyük bir filozof. Bir taraftan Ulu Bey gibi semanın ayetlerine kafayı yoran insanlar, bir taraftan da Fahrettin Razi gibi Kuran’ın ayetlerine kafa yoran insanlar çıkacaktır. Müfessirinden matematikçisine, astronomundan ahlakçısına medeniyet kubbemizi ayakta tutan pek çok büyük alimlerin yetiştiği bir coğrafya olduğu için Maveraünnehir, bizim için çok önemlidir. Sadece bizim için değil, sadece Türkiye için değil, bütün İslam dünyası için çok önemlidir. Bu milletlerin üzerinden yüz yıllık komünist dönem, ondan önce de Çarlık gibi öyle musibetler geçti ki, ‘o medeniyetin inkişafları buralar mı’ diye insan hayrete düşüyor. O nedenle, ‘biz artık olduk’ dememek lazım. Buralarda İslam medeniyeti o kadar inkişaf etmişti ki, bütün alemi, bütün kainatı aydınlatan seviyeye gelmişti. Ama maalesef, gerçekten çok zor duruma düştü bu coğrafyada yaşayan insanlar. O nedenle, bu coğrafyaya ‘gönül coğrafyası’ diyorum.