KİME İNANALIM?

ABD İLE ZOR YILLAR

“Trump’a gerçekleri söylemedik” diyen James Jeffrey’in görevini devralan ABD’nin yeni Suriye Özel Temsilcisi Joel D, Rayburn, Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaretinde çok ilginç mesajlar verdi. 

Rayburn’un, “Türkiye ile ABD, toprak bütünlüğü korunmuş, komşularına ve halkına düşmanca davranmayan istikrarlı bir Suriye konusunda aynı görüş açısına sahiptir” yönündeki sözlerine inanmak isteriz, ama 2011’den bu yana Suriye’de yaşananlarla “Türkiye ile çıkarlarımız örtüşüyor” söylemini nasıl dengeleyeceğiz? 

Rayburn, Türkiye’nin YPG’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda “terör koridoru” oluşturma çabasına ilişkin soruyu yanıtlarken, “ABD’nin ‘terör koridoru’ denilen birşey oluşturma niyeti yok, bundan bir çıkarı da yok. ABD, Türkiye-Suriye sınırını istikrarlı ve güvenli görmek istiyor” diyor. Bu sözler, ABD’nin 2011 sonrasında Suriye’de varlık göstermesinin nedenini açıklıyor mu? 

Biden’lı yıllar, Türkiye-ABD ilişkileri açısından biraz zor geçeceğe benziyor.

Başkanlık seçimlerinin çok öncesinde Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan sözleri, başkan seçilmesi durumunda Türkiye-ABD ilişkilerinde zor bir dönemin yaşanacağını haber veriyordu. Biden, açıkça, Türkiye’de iç siyaset kadrolarını etkilemekten söz edebiliyordu: “Şu an ona (Cumhurbaşkanı Erdoğan’a) farklı bir yaklaşım uygulamalıyız. Muhalif liderleri desteklediğimizi, bir yol haramız olduğunu açıkça göstermemiz gerekir. Düşündüğümüz şeyle ilgili sesimizi yükseltmemiz gerek, bedel ödemeli. (…) Daha önce yaptığım gibi, onlarla temasa Erdoğan’ı yenecek duruma gelmeleri için hala var olan Türk liderliğini unsurlarından daha fazla verim almalı ve onları güçlendirmeliyiz. Darbe ile değil, seçim süreci ile. Peki biz ne yapıyoruz? Burada oturup boyun eğiyoruz.

(…) Türkiye Rusya’ya bağımlı olmak zorunda değil. Hava üslerimiz ve onlara erişme konusunda çok endişeliyim. Bence, bölgedeki müttefiklerimizle biraraya gelerek, onun bölgedeki faaliyetlerini nasıl izole edeceğimizle ilgilenmek bizim için son derece önemli olacak.”

Yunanistan ile olan ilişkilerimizin giderek gerildiği bir dönemde, Yunana olan hayranlığı nedeniyle “Bidenopulos” olarak anılan birinin ABD başkanı olması, Türkiye-ABD ilişkilerinde sıkıntılı bir dönemin yaşanacağının işaretidir. Bu sıkıntılı dönem, yalnızca Biden’ın kimliği ile ilgili bir durum değil; küresel konjonktürle ve buna bağlı olarak ABD derin devleti Pentagon’un şahinlerinin Türkiye’ye bakış açılarıyla ilişkilidir. Pentagon şahinlerinin Türkiye’ye ne renk baktıklarını son dönemde ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun davranışlarından rahatça okuyabiliyorduk.

Trump, görev süresinin son dönemlerinde tam bir “topal ördek” olmuştu. ABD dış politikasını bütünüyle Dışişleri Bakanı belirliyordu. Başkan Trump kabarık bir dosya eşliğinde başlatılan azil sürecini durdurmaya, hapishanede “intihar eden” ünlü işadamı Epstein’ın, “Lolita Expres”inde ve özel adasındaki malikanesinde düzenlenen lolitalı partilerde gizlice çekilen görüntülerin medyaya sızmasını önlemeye çalışıyordu. Devlet yönetiminin kaptan köşkünde tek yetkili olarak Pompeo vardı. 

O nedenle, Trump’ı başkanlık koltuğuna taşıyanlar da Pompeo’yu hedef alıyorlardı. O kadar ki, Pompeo’un babasının ölüm nedeninin kalp krizi olmadığı konuşulmuştu. Pompeo da, bu iddiaları ciddiye almış olmalı ki, babasını toprağa verdiğinin ertesi günü İsrail’e gitmiş, İsrail Cumhurbaşkanı Netanyahu’dan Çin Büyükelçisini derhal sınırdışı etmesini istemişti. Netanyahu, Pompeo’nun uluslararası protokol kurallarını hiçe sayan bu teklifine olumsuz yanıt vermişti, ama Çin Büyükelçisi, ertesi günü Tel Aviv’deki evinde ölü bulunmuştu. 

POMPEO’NUN VEDA TURU

Trump’ın dışişleri Bakanı Pompeo, yedi ülkeyi kapsayan “veda gezisi” görünümlü turlaması, aslında, tüm dünya ülkelerini muhatap alan bir mesaj verme operasyonuydu. 

Biden, Obama döneminin gölge başkanıydı; Obama “topal ördek” konumundaydı. Biden döneminde de Pompeo’nun gölgedeki başkan olacağı anlaşılıyor. Pompeo’nun veda gezisinde, Biden döneminde görev yapacak bazı önemli isimleri yanında götürmesi, “Geçiş döneminde kimse bazı heveslere kapılmasın, başkanlar değişiyor olsa da, ABD yönetimi emin ellerdedir; dış politika hedeflerinde önemli bir değişiklik olmayacaktır” mesajı verilmişti. Bu veda turunu, ‘gölge Başkan Pompeo ile ABD yönetimini devralacak yeni aktörler arasındaki devir teslim töreni’  olarak okumak da mümkündü. Tüm dünyaya, “Batı cephesinde değişen bir şey yok” mesajı veriliyordu. 

Pompeo’nun bölgemizde attığı “veda turu”nun bizim açımızdan önemi, Ankara’nın görmezden gelinmesi, Fener Patriği Bartohomeos’un “Ökümenik Patrik” sıfatıyla yüceltilmek istenmesiydi. 

Pompeo, gezisinin Paris durağında yaptığı açıklamada, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz, Ege, Ortadoğu ve Kafkasya’da yaşanan gelişmelere dikkat çekmiş ve “Türk askeri kapasitesinin artan oranda kullanılıyor olması bizi kaygılandırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu tür eylemlerin halkının yararına olmadığını anlatmak için Avrupa ile birlikte çalışmamız gerekiyor” demişti. 

10 Aralık’ta yapılacak Avrupa Birliği zirvesinin ana gündeminin Türkiye olacağı biliniyor. Libya’ya insani yardım götüren gemimize Alman Fırkateyni tarafından düzenlenen baskın, zirveden Türkiye’ye ilişkin çıkacak kararların rengini şimdiden belli etmiştir. Türkiye, Brexit operasyonu sonrasında ABD yörüngesine giren Avrupa Birliği tarafından, Avrasya ekseninden ayrılmaya zorlanıyor. 

GÖLGE BAŞKANLAR İŞ BAŞINDA

Biden, Obama döneminin gölge başkanıydı; Obama “topal ördek” konumundaydı. Suriye onların döneminde estirilen Arap Baharı rüzgarlarıyla kaosa ve iç savaşa sürüklendi. Milyonlarca insan hayatını kaybetti, ülkesini terketmek zorunda kaldı. Türkiye onların zamanında güney sınırları boyunca bit terör koridoruyla kuşatılmak istendi. Rusya onların döneminde Suriye’deki çatışmalara bir “davetli” olarak fiilen katıldı. PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan YPG onların döneminde eğitilip donatıldı. 

15 Temmuz darbe girişimini de Obama-Biden döneminde yaşadık. 15 Temmuz sonrasında mahcup bir tavırla Ankara’yı ziyaret eden Ankara’ya gelen Biden, “YPG Fırat’ın doğusuna çekilecek. NOKTA!” demiş fakat bu söz uzun süre tutulmamıştı. Türkiye Astana Süreci çatısı altında Rusya ve İran ile birlikte hareket etme kararı vermiş ve sınır güvenliğini sağlayabilmek amacıyla, Astana Anlaşması çerçevesinde Suriye’deki terör yuvalarına yönelik operasyonlar düzenlemişti. 

Tüm dünyaya, “Yerleşik yerlerde halkın arasına karışmış teröristler nasıl temizlenir?” konulu uygulamalı bir ders niteliğinde olan Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Pençe ve Barış Pınarı operasyonlarını Obama’nın ABD Başkanı, Biden‘ın da Başkan Yardımcısı olduğu dönemde yapmıştık. 

Kırk yıllık dostumuz, NATO ortağımız ABD, kendisine olan güvenini kendi sarsmıştı. Türkiye’nin Batı ittifakı dışında alternatifler arayışı Obama-Biden ikilisi döneminde zirve yapmıştı. 

Şimdilerde Türkiye, “Biden, 15 Temmuz’da yarım kalan işi tamamlamaya mı geliyor?” sorgulaması yapmakta haksız mıdır? 

Trump da, görevinin son aylarında, özellikle “Lolita Ekspress”in sahibi olan eski dostu Epstein’ın hapsedildiği odada “intihar etmesinden” sonra “topal ördek” durumuna düşmüştü; kaptan köşkünde Pompeo vardı. Trump azil girişimiyle yıpratılış, Epstein skandalıyla köşeye sıkıştırılmıştı. Epstein’in “intiharından” sorumlu tutulacağını anladığında, attığı tweetlerle Bill Clinton’ı suçlamış, biryerlere “imdat!” çağrıları göndermişti.

Ardından Damadı Kushner’in aracılığı ile İsrail’in kanatları altına sığınma hamleleri yapmış, Golan Tepeleri’ni verdiği yetmezmiş gibi, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmişti. Fakat, bütün bunlar, Trump’ın ABD’nin gerçek başkanı olmasına yetmemişti; kaptan köşkünde Pompeo vardı. 

Görevini  Joel D, Rayburn’a devreden ABD’nin eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, "Operasyonel güvenlik gerekçeleriyle Trump’a Suriye'deki gerçek asker sayımızı hiçbir zaman tam olarak açıklamadık" derken, Trump’ın ne derecede ABD Başkanı olabildiğini anlatıyordu. ABD'de savunma analizleri yapan "Defense One" adlı siteye yaptığı açıklamada, terör örgütü PKK'nın Suriye uzantısı olan YPG unsurlarının korunup korunmaması konusuna da değinen Jeffrey, "ABD Suriye'deki Kürtleri Türklere terk etti" şeklindeki iddiaya katılmadığını dile getirdi. ABD'nin YPG/PKK'ya Esat rejiminden, Rusların paralı askerlerinden ve DEAŞ'tan gelebilecek  saldırılara karşı garanti verdiğini belirterek, "Washington'da hiç kimse (Suriye'deki) Kürtlere, Türkiye'ye karşı askeri bir garanti vermedi" demesi de çok yönlü bir mesasj olarak değerlendiriliyor. Bütün bu örnekler, ABD yönetiminde, sahnedekilerle perde gerisindekileri karıştırmamamız gerektiğini, ABD’nin Türkiye’ye karşı tutumunun, biraz da, Türkiye’nin bundan böyle sergileyeceği davranışlara bağlı olduğunu gösteriyor. 

YENİ TEMSİLCİ RAYBURN: ”TÜRKİYE İLE ÇIKARLARIMIZ ÖRTÜŞÜYOR” 

James Jeffrey’in görevini devralan ABD’nin yeni Suriye Özel Temsilcisi Joel D, Rayburn, Türkiye’ye yaptığı ilk ziyaretinde çok ilginç mesajlar verdi. Hürriyet’in sorularını yanıtlayan Rayburn, “Suriye sorununun siyasi yollarla çözümü, DEAŞ terör örgütünün bitirilmesi, El Kaide terör örgütünün Suriye’de güvenli alan bulamaması gibi birçok ortak amacın gerçekleştirmesinde Türkiye’nin işbirliğinin çok önemli olduğunu,” belirtmiş ve “Türkiye ile çıkarlarımız örtüşüyor” demiş. 

Rayburn’un, “Türkiye ile ABD, toprak bütünlüğü korunmuş, komşularına ve halkına düşmanca davranmayan istikrarlı bir Suriye konusunda aynı görüş açısına sahiptir” yönündeki sözlerine inanmak isteriz, ama 2011’den bu yana Suriye’de yaşananlarla “Türkiye ile çıkarlarımız örtüşüyor” söylemini nasıl dengeleyeceğiz?

Rayburn, ABD’nin,PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan YPG’ye verdiği desteğinin nedenini de DEAŞ’a bağlıyor: “Washington’ın Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olarak tanımladığı gruba verdiği desteğin DEAŞ’ın tamamen bozguna uğratılması amacına yönelik olduğunu” savunuyor. Hatırlamak bile istemediğimiz bunca yaşanmışlıklara rağmen, ABD’li diplomatın sözlerine inanabilir miyiz? 

ABD’nin yeni Suriye Özel Temsilcisi, bugüne kadar duymadığımız yeni söylemleriyle de dikkat çekiyor. Rayburn, Türkiye’nin YPG’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda “terör koridoru” oluşturma çabasına ilişkin soruyu yanıtlarken, “ABD’nin ‘terör koridoru’ denilen birşey oluşturma niyeti yok, bundan bir çıkarı da yok. ABD, Türkiye-Suriye sınırını istikrarlı ve güvenli görmek istiyor” diyor. Bu sözler, ABD’nin 2011 sonrasında Suriye’de varlık göstermesinin nedenini açıklıyor mu? 

Biden’lı yıllar, Türkiye-ABD ilişkileri açısından biraz zor geçeceğe benziyor.