Cefr, Arapça bir kelime olup lugatta sütten kesilmiş kuzu, oğlak; içi taşla örülmemiş geniş kuyu manalarına gelmektedir. Terim olarak ise değişik metodlarla gelecekten haber verdiği iddia edilen ilmi veya bu ilmi muhtevî eserleri ifade eder. Galat olarak cifr olarak zikredilmektedir. Demîrî’nin hatâ’en İbn-u Kuteybe’nin edebü’l-Kâtibi’ni kaynak göstererek aktardığı bir rivâyete göre (Hayâtü’L-hayevân 1,279) İmam Muhammed Ca’fer es-Sâdık (Ö.Hicrî 148/Milâdî 765) Hazret-i Peygamber’in nesebinden gelenlerin “İlmü’L-Evvelîn ve’L-âhirîn) geçmiş ve gelecekle alakalı muhtaç oldukları bütün gizli bilgileri bir kuzu veya oğlak (cefr) derisinin üzerine yazmış muhtemelen bundan nâşî bu çeşit bilgilere ve bu tür eserlere CEFR denilmiş cefr ile uğraşanlara cefrî veya ceffâr denilmiştir. Şiî’ler tarafından geleceğe ait haberleri içerdiği iddia olunan ve Haz.Ali ile Ca’fer es-Sadık’a nisbet edilen kitaplara da umûmiyetle “el-Cefr” veya el-Cefr ve’L-Camia” adı verilmiştir. Bu son isimlendirmeden dolayı cefr ilminin adı ba’zı kaynaklarda el-Cefr ve’L-Camia şeklinde geçer. İbn-i Haldun ise yaygın telakkilerin aksine cefr’in bir ilmî disiplin adı değil, ferdî kabiliyet olduğunu ileri sürmüş bunun da keşif ve ilham ile alakası üzerinde durmuştur. (Mukaddime 2.823,828/) Şiî’ler İlm-i Cefr’i her ne kadar “İmâmet” mes’elesiyle ilişkilendirip Hazret-i Ali’den başlatırlarsa da çeşitli metodlara başvurarak gelecekten haber verme ve geleceği keşfetme merakı, İslâm öncesinde yaşayan kadîm milletlere kadar uzanır. Keldânî’ler, Asurlu’lar, Bâbilliler, Mısırlılar ve daha sonra Yahûdî’lerle Hıristiyanlar arasında yaşayan kâhinler (gaipten haber verenler), münnecimler ve ba’zı mistiklerin kâinatın sonu (kıyâmet), devletlerin âkibeti gibi mevzularda muhtelif haberler verdikleri iddia olunmuştur. En insaflı Şiî kaynaklarına göre Haz.Ali Kur’ân’ın bâtınî manalarını Haz. Peygamber’den (S.A.S.) öğrenmiş ve insanların muhtaç olduğu bütün bilgileri (geçmiş ve geleceğe ait) cefr adı verilen kuzu veya oğlak derisi üzerine yazarak “el-cefr ve’L-Camia” adlı iki eser te’lif etmiştir. Yine iddiaya göre geçmiş Peygamber’lere gönderilen kitapların özünü, ayrıca kıyamete kadar gerçekleşecek bütün dînî, siyâsî vak’alarla karşılaşılacak problemlerin çözüm yollarını ihtiva eden bu eserler ancak Ehl-i Beyt’e mensup imamlarca çözülebilecek rumuzlarla doludur. Diğer ba’zı Şiî kaynaklarına göre ise, sözkonusu kitapları yazarak cefr ilmini kuran, Ca’fer es-Sâdık’tır. O’na (el-Cefrü’l-Ahmer (kırmızı deriden yapılmış torba) ile “el-Cefrü’L-Ebyaz” (beyaz deriden yapılmış torba) şeklinde iki cefr nisbet edilmekte, bunların ilkinde hâşâ Haz.Peygamber’in “Silahı” ikincisinde ise, Zebur, Tevrat, İncil ve Haz.İbrahim’e verilen suhuf ile helâl ve harama dâir bütün bilgilerin bulunduğu rivayet edilmektedir. (Her nedense Kur’an yok!) BİRAZ DA GULÂT-I ŞÎA’DAN: İmam Muhammed Ca’fer es-Sâdık’ın talebelerinden birisi iken, hâşâ! o’na “Tanrılık” nisbet eden ve bu şekilde tabiî olarak dinden çıkan, Ebü’L-Hattab el-Esedî’nin (Ö.Hicrî 143/Milâdî 760) ve ondan sonra da Mufddal bin Ömer el-Cûfî, Sedîr es-Sayrafî, Eban bin sa’lep gibi Gulat-ı Şiî’lerin (pek aşırı olanların), Haz. Kur’ân’daki “Huruf-i Mukatta” (ba’zı surelerin başındaki harfler, Elif lâm gibi) ile ba’zı âyetlerin bâtınî manalarına dayanan ve geleceğe ait vak’aların bilgilerini keşfettiği iddia olunan bir ilmi cefr, es-Sadık’a atfetmeleri neticesinde cefr islâmî literatürde bir ilim dalı olarak telakkî edilmeye başlanmış, hususiyle Şîa’dan İsmailiyye ve İhvan-ı Safa mensuplarınca bâtınî yorumların kaynağı haline getirilmiştir. İsmâilî’lere göre: Varlıklarla harfler arasında gizli bir münasebet vardır; kâinatın düzeni 7 rakamı ile altı Peygamber’e ve bir “Kâim’e” delâlet eden yedi harfe dayanılarak açıklanmalıdır. İhvan-ı Safa’nın Resâil’inde (risâleler) ise sayılar, (rakamlar) her insanda bilkuvve var olan aritmetik, geometri, astronomi ve mûsikî’den oluşan riyâzî ilimleri kuşatan bir ilim kabul edilerek bütün sayılar ilk dört rakamda toplanmış, temeline Tanrı, akıl, nefis ve madde (heyûla) şeklinde dört prensibin konduğu kozmolojik oluşum bu dörtlü sisteme göre açıklanmak istenmiş ve bunlar rakamlarla sembolleştirilmiştir. Cefr, İsmâilî’ler eliyle Kuzey Afrika’da yayılan cefr ilmiyle alakalı esaslar Mesleme bin Ahmed el-Mecrîtî, Ahmed bin Ali el-Bûnî, Abdurrahman el-Mağribî, Abdurrahman el-Bistâmî gibi müelliflerin eserlerinde “İlmüesraril huruf” “İlmü’t tasarruf bilhuruf” başlıkları altında tetkik edilmiştir. İsmâilî yazarlar dışında cefr ilminin Kuzey Afrika’da en önemli temsilcisi, Muvahhid’lerin lideri, İbn. Tümert (Ö.Hicrî 524/Milâdî 1130) olmuştur. Her ne kadar D.B.Macdonald, İbn. Tümert’in cefri, İmam-ı Gazzâlî (Ö.505/1111) tarafından kendisine verilen “Kitabü’L-Cefr” adlı bir eserden öğrendiğini öne sürüyorsa da İmam-ı Gazzâlî’nin harflerin esrarı mevzuunda bâtınî’lere tevcih ettiği tenkitler (Feda’ihul-Bâtıniyye/Sahife 66-72) dikkate alındığında, bu görüşün ne kadar isâbetsiz olduğu ortaya çıkmaktadır. Doğru olanı, İbn-i Tümert’in te’siriyle cefr ilmi, Kuzey Afrika’daki kimi sûfî’lerce benimsenmiş ve yayılmış olmasıdır. Daha sonraları Muhyiddin İbnü’L-Arabî (vefatı 638 Hicrî/1240 Milâdî) harflerle varlıklar arasında sıkı bir alaka ve münasebetin bulunduğunu, harflerin sırlarına vakıf bulunan birisinin gelecekte meydana gelcek bütün vak’a’ları keşfedebileceğini iddia etmiş ve meşhûr eseri el-Fütuhatü’L-Mekkiye’sinde harflerin mertebesine geniş yer vermiştir. (Fütûhat 2. 51,81,231,361) Şiî olmamakla birlikte Muhyiddin İbnü’L-Arabî ekolü’nün önemli isimlerinden ve temscililerinden, Abdülgani en-Nablûsî Muhammed Mâzî Ebü’L Azâim ve ve.... Said Nursi gibi isimlerle zamanımıza kadar ulaşmıştır. Said Nursi elbette Şia’nın kollarından İsmâilî, İhvan-ı Safa’dan değildir; fakat aslında birbirinin benzeri ve tekrarı mahiyetindeki risâle’lerinde, besmele’nin, ba’zı kısa sure ve âyetlerle belli kelimelerin harfleri, ayrıca Cenab-ı Hakk’ın Allah, rahman, rahîm, rab isimleriyle bunların yerini tutan “hû” zamirinin Kur’ân-ı Kerim’deki kullanılışındaki uyum ve ölçüye dikkati çekmiştir. Sözkonusu metinlerdeki harflerin, cefr ilminin bir türü olduğu iddia olunan “Tevâfuk Metodu” ve Ebced hesabına göre pek çok gizli manayı ihtiva ettiğini iddia etmiştir. Hatta bu metod’dan hareketle Kur’ân-ı Kerim’in otuz yerinde hâşa “Nur risalelerine” işaret edildiğini ileri sürmüştür. (Zülfikâr Sahife 574/598,635,645) Sikke-i Tasdik-i Gaybî Sahife 60,86) Zamanımızda cefr ile meşgul olanlar, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde EBCED hesabının kısa bir tarihçesi gelecek yazılarda)...
***
Not: İşbu yazı 16.04.2010 tarihinde gazetemizde çıkmış olan yazının tekrarıdır.