“O, gökleri ve yeri hakk (ve hikmet) ile yaratandır. “Ol!” dediği gün her şey oluverir. O’nun sözü, gerçektir. Sûr üflendiği gün de hükümranlık O’nundur. Gizli ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır.” (En’âm 6/73) 
(“Sûr” dünya ölçüleriyle mahiyeti kavranamayacak bir şey olup, Allah Resûlü tarafından boynuza benzetilmiştir. Sûr’a üflemekle vazifeli melek İsrâfil (a.s.)’dır. İki def’a üfleyecek, birinci def’a kâinattaki canlılar yok olacak, ikinci de ise bütün canlılar tekrar dirilip kalkacaktır.) 
“Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde ne varsa bilir, O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O yerin karanlıkları içindeki tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” (En’âm 6/59) 
(Göklerde ve yerde insan ilminin keşfedip insanlığın istifadesine sunamadığı nice hazineler vardır ki, Allah bunları bilir, zamanı geldiğinde, dilediğini insanlığın istifadesine ikram eder, dilediğini de kendi ilmine saklı tutar. İşte gaybın anahtarlarından maksad bunlar olmalıdır.)
“Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki, onun bilgisi ancak Allah’ın katındadır, ama insanların çoğu bilmezler.” (A’raf 7/187) 
“De ki: “Ben, Allah’ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (A’raf 7/188) 
“(Münafıklar), Allah’ın onların sırlarını da fısıltılarını da bildiğini ve gayıpları (gizli şeyleri) çok iyi bilen olduğunu hâlâ anlamadılar mı?” (Tevbe 9/78) 
“Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mu’cize indirilse ya! diyorlar. De ki: Gayb ancak Allah’ındır. Bekleyin (bakalım) ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim.” (Yûnus 10/20) 
“De ki: (yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah’da Resûlü de mü’minler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni de Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Tevbe 9/105) 
“Göklerin ve yerin gaybı (sırrı) yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk et ve O’na dayan! Rabbin yaptıklarınızdan gâfil değildir.” (Hûd 12/23) 
(Âyete ibadet emrinin hemen arkasından tevekkül emri gelmektedir. Çünkü kulluk ancak tevekkül ile yâni sadece Allah’a güvenip dayanmakla kemâle ulaşır. Bütün işlerde başarıya ulaşmak için esbaba tevessül hususunda elden geleni yapmakla beraber, her şeyi Allah’tan beklemek ve sadece O’ndan yardım dileyip O’na sığınmak, aynı zamanda imanın kemâline de alâmettir.) 
“O, görüleni de görülmeyeni de bilir, çok büyüktür (uludur), yücedir.” (Ra’d 13/9) 
“Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir. Kıyâmetin kopması ise göz açıp kapama gibi veya daha az bir zamandan ibârettir. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” (Nahl 16/77) 
“De ki: Ne kadar kaldıklarını Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gizli bilgisi O’na aittir. O’nun görmesi de işitmesi de şâyan-ı hayrettir. Onların (göklerde ve yerde olanların), O’ndan başka bir yöneticisi yoktur. O, kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.” (Kehf 18/26) 
“Kıyâmet günü mutlaka gelecektir. Herkes peşinde koştuğu şeyin karşılığını bulsun, diye neredeyse onu (kendimden) gizleyeceğim.” (Tâhâ 20/15)
“De ki: Göklerde ve yerde, Allah’tan başka kimse gaybı bilmez. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Neml 27/65) 
“Kıyâmet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.” (Lokman 31/34) 
Bu Âyet-i Kerime’de ifadesini bulan gayb’lara müfessirler “Mugayyibat-ı Hamse” hiçbir kimse tarafından bilinmeyen beş gaybî bilgi... Allah’ın bildirmesiyle ba’zı Peygamber’lerin, meleklerin bunlardan ba’zılarını bilmiş olmaları gaybî vasıflarını değiştirmez.
“İşte, görülmeyeni de görüleni de bilen, mutlak galip ve merhamet sahibi O’dur.” (Secde 32/6) 
“İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır.” (Ahzâp 33/63) 
“Allah gaybı da şehâdeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.” (Mü’minîun 23/2) 
(Gayıp ve şehâdet iki ayrı bilgi alanını ifade eder. Gayıp alanına giren mâlumat, akıl ve duygu organlarının idrak gücünü aşan ancak bir kısım kabiliyetlerin bir ölçüde sezebildikleri, bununla beraber en doğru bir şekilde vahiy yoluyla bize intikâl eden bilgilerdir. Esâsen gayb alanı, bilgiden ziyâde bir iman alanıdır. Nitekim Bakara Suresi’nin başında da işaret edildiği gibi, “Âmentü”de ifadesini bulan iman esasları hakkındaki bilgilerimiz bu tür bilgilerdir. Şehâdet ise gaybın aksine tecrübe ve müşâhade sahasına giren duyular âlem ile âleme ait eşya ve vak’aları ifade eder.) 
“De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan, gizliyi ve âşikârı da bilen Allah! Kullarının arasında, ayrılığa düştükleri şeyin hükmünü ancak sen vereceksin.” (Zümer 39/44) 
“Kıyâmet gününün bilgisi, O’na havale edilir. O’nun bilgisi dışında hiçbir meyve (çekirdeği) kabuğunu yarıp çıkamaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara; Ortaklarım nerede! diye seslendiği gün buna dâir sizden hiçbir şâhit olmadığını sana arzederiz, derler.” (Fussilet 41/47) 
“Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gizliliklerini bilir. Allah yaptıklarınızı görendir.” (Hucurat 49/18) 
“O öyle Allahtır ki, O’ndan başka Allah yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır.” (Haşr 59/22) 
“De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.” (Cum’a 63/8) 
“Görülmeyeni ve görüleni bilendir. Üstündür, hikmet sahibidir.” (Tegabün 64/18) 
Kur’ân-ı Kerim’den gaybı bilenin yalnız ve yalnız Allah Celle Celâluhû olduğunu açıkça gösteren âyet-i Kerime’lerin meallerini verdik. 
***
Not: İşbu yazı 07.05.2010 tarihinde gazetemizde çıkmış olan yazının tekrarıdır.