LİZBON’DAKİ ZİRVENİN İLK GÜNÜNDE YAPILAN, “NATO’NUN YENİ STRATEJİK SAVUNMA KONSEPTİ TÜRKİYE’NİN SAVUNDUĞU İLKELERE UYGUN ŞEKİLLENDİ” ŞEKLİNDEKİ AÇIKLAMALARIN NE KADAR GERÇEĞİ YANSITTIĞI ZAMANLA GÖRÜLECEKTİR. ÇÜNKÜ TÜRKİYE, İYİ NİYETLE GİRDİĞİ NATO ŞEMSİYESİ ALTINDA, BATILI DOSTLARIYLA GÜVENE DAYALI ÖNEMLİ PROBLEMLER YAŞAMIŞTIR. ABD'nin İsrail pasaportlu senatörü Jeo Lieberman; "Irak dünün savaşıydı, Afganistan bugünün savaşı. Yemen ise geleceğin savaşı olacak" diyor. Bu söylemi, geçen yazımızın bitiş cümlesi olan “Bugün ‘Füze Kalkanı’ konusunda gelinen noktayı, 11Eylül 2001’deki İkiz Kuleler şoku öncesinde ve sonrasında, Asya ve Ortadoğu coğrafyasında Türkiye ile ABD arasında yaşanan gizli savaşların ayrıntılarını bilmeden anlamak mümkün değildir” yargısıyla birlikte okuduğumuzda, Türkiye açısından “Füze Kalkanı” konusunun önemi daha net olarak ortaya çıkar. Lizbon’daki zirvenin ilk gününde yapılan, “NATO’nun yeni stratejik savunma konsepti Türkiye’nin savunduğu ilkelere uygun şekillendi” şeklindeki açıklamaların ne kadar gerçeği yansıttığı zamanla görülecektir. Çünkü Türkiye, iyi niyetle girdiği NATO şemsiyesi altında, Batılı dostlarıyla güvene dayalı önemli problemler yaşamıştır. Söz açılmışken, yeri gelmişken, “Füze Kalkanı Projesi”nin doğuşunu, hedeflerini ve bizimle ilgili bölümlerini, Türk-Amerikan ilişkilerini ne yönde nasıl etkilediğini kısaca anımsamakta yarar var düşüncesindeyiz. 1957’de Sovyetler Birliği’nin uzaya gönderdiği Spuknik adlı uydunun dünya çevresinde dönmeye başlaması, Amerikalılar tarafından, “Rus füzelerinin savunmasız hedefi olduk” şeklinde algılandı ve büyük bir paniğe neden oldu. Sputnik uydusu, Rusya ile Amerika arasında füze yapımı yarışlarının ve “Yıldız Savaşları”nın başlamasına neden oldu. Amerika’daki yüksek okulların eğitim programları değiştirildi, üniversiteler arasında yarışmalar düzenlendi, Amerika’nın bütün imkanları bu yarışta öne geçmek için seferber edildi. 1962’de, Sovyetlerin ABD’nin burnunun dibindeki Küba’ya füze rampaları kurmasıyla, iki ülke arasındaki füze ve füze savunma sistemi geliştirme yarışı, neredeyse bir nükleer savaşa neden olacaktı. Bir nükleer savaşa neden olmamak kaygısıyla, Sovyetlerle ABD arasında sürdürülen pazarlıklar sonucunda, Amerika’nın 1961 yılında Türkiye’ye ve İtalya’ya yerleştirdiği Jüpiter füzelerinin kaldırılması karşılığında, Küba’daki Sovyet füzelerinin sökülmesi konusunda anlaşmaya varıldı. Türkiye, bu pazarlıklar sırasında, Khrushev’in Kenndy’e gönderdiği mektupta ülkemize nükleer saldırı tehdidinde bulunduğundan habersiz olduğundan, Jüpiter füzelerinin kaldırılmasına karşı çıkıyordu. ABD ile Sovyetler arasında yaşanan Soğuk Savaş süreci, Türkiye’yi de ekonomik yönden çok olumsuz etkilemişti. Türkiye, Amerika’dan aldığı yardımların büyük bir bölümünü silahlanmaya ayırdığından, bir süre sonra giderlerini karşılayamaz duruma düşmüş ve İMF’yle kredi anlaşması yapmak zorunda kalmıştı. Fakat, İMF reçeteleri de Türkiye’nin ekonomik yönden düze çıkmasında yararlı olmamış ve 1958 yılında büyük bir devalüasyon yapılmak zorunda kalınmıştı. Bu devalüasyon sonrasında hoşnutsuzluk daha da artmış ve Demokrat Parti 27 Mayıs 1960’ta bir askeri darbe ile iktidardan uzaklaştırılmıştı. Yassıada Mahkemeleri sonrasında Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edilmişlerdi. Türk-Amerikan ilişkilerinin zigzagları paralelinde, benzer tablolar daha sonraki yıllarda da yaşanacaktı. “DEHŞET DENGESİ” NASIL BOZULDU? 1970’lerde, her iki ülkenin de elinde, bir saldırıyı göze alamayacak miktarda nükleer silah biriktiğinden, ABD ile Sovyetler arasında bir “Dehşet dengesi” kurulmuştu. Savaşlar, iki süper gücün etki alanlarını genişletmek üzere göze aldıkları küçük çapta kapışmalardı. Kore, Afganistan ve Wietnam savaşları NATO ve Varşova Paktı’nın etki alanı dışındaki güç denemeleriydi. “Dehşet dengesi”, Başkan Reagen döneminde başlatılan “Milli Füze Savunma Programı” ile bozuldu. “Füze Kalkanı Projesi” (MDS) de bu programın bir parçası olan “Stratejik Savunma Girişimi Projesi” (SDI), popüler adıyla “Yıldız Savaşları” (Star Wars) projesi içinde yer almaktaydı. Bu projeye göre, Rusya’dan Amerika’ya ve müttefiklerine atılacak füzeler, uzaya yerleştirilecek füze sistemleri sayesinde henüz havadayken algılanıp etkisiz hale getirilecekti. Sovyetler Birliği, içinde bulunduğu ekonomik durum nedeniyle 100 milyar dolarlık bir harcamayı göze alamadığından, bir karşı atak yapamadı ve ABD ile anlaşma yoluna gitti. 1986’da İzlanda’da Reagen ile masaya oturan Gorbaçov, dönüşte ülkesinde Glassnost (Şeffaflaştırma) ve Perestroyka (Yeniden yapılandırma) hareketini başlattı. Bu yenilenme hareketleri Sovyetler Birliği’nin dağılması ile sonuçlandı. “YILDIZ SAVAŞLARI” YERYÜZÜNDE YAPILACAK ABD, 90’lı yılların başlarından bu yana, “Savunma Füze Kalkanı Projesi”ni (MDS) hayata geçirme çabası içindedir. “Yıldız Savaşları Projesi”nde (SDI) ABD’ye, İngiltere’ye ya da İsrail’e atılacak füzelerin uzaydaki uydular aracılığı ile izlenip yok edilmesi öngörülüyorken, “Füze Kalkanı Projesi”nde (MDS) izleme ve avlama, karada belli merkezlerde konuşlandırılacak radar ve füzelerle yapılacak. ABD, “Füze Kalkanı” kurmak için, 2008 yılında Polonya ve Çek Cumhuriyeti ile bir anlaşma imzadı. Fakat, Rusya bu kuşatmaya şiddetle karşı çıktığından, proje hayata geçirilemedi. 2009 yılında, Başkan Obama’nın Rusya’yı ziyareti sonrasında yapılan açıklamada, “Füze Kalkanı Projesi”nin Rusya’yı değil, nükleer silah üretme çalışmaları sürdüren İran’ı hedef aldığı söylendi ve proje bir NATO projesine dönüştürülüverdi. NATO karargahı, “Füze Kalkanı” izleme sistemlerinin yerleştirilmesi için en uygun ülkenin Türkiye olduğunu belirtirken, NATO Genel Sekreteri Fogh Rasmussen de, Batı dünyasını korumak üzere oluşturulacak “Füze Kalkanı” konusunda Türkiye’yi ikna edebileceklerini söylüyordu. Rasmussen’e göre 30’dan fazla ülke balistik füzeye sahipti ve bu ülkelerin bazıları Avrupa ve Atlantik bölgesini vurabilecek durumdaydılar. Soğuk Savaş sonrasında bu tür tehditlerin son bulması gerekiyordu. Fakat, Amerika’yı ayakta tutan silah, petrol ve ilaç sektörleri dumanlı havadan beslendiklerinden ‘tehdit’ler bir türlü ortadan kalkmıyor. 2. Dünya Savaşı’nın bitiminden bu yana, bir NATO üyesi ülke olan Türkiye, Sovyetler Birliği’ne karşı bir cephe ülkesi olarak algılandığından, Batı’nın güvenliği söz konusu olduğunda ilk akla gelen ülke oluyor. Komşularıyla sıfır sorun politikası izlemekte olan Türkiye, hem güvenliği ve çıkarları açısından hem de yeni düşmanlıklar yaratmak istemediğinden, “Füze Kalkanı” projesine sıcak bakmıyordu. Soğuk Savaş sonrasında Stratejik Konsept konusunun üçüncü kez ele alındığı NATO’nun Lizbon zirvesinde Türkiye, çekincelerini ve ilkelerini açıkça dile getirdi. “Füze Kalkanı Projesi”nin hayata geçirilmesi açısından kararı büyük önem taşıdığından, sonuç bildirgesinin, Türkiye’nin çekincelerini dikkate alan bir uslupla yazılacağı biliniyor. Fakat, önemli olan uygulamalar olacaktır. 19-20 Kasım’de Lizbon’da gerçekleştirilen NATO zirvesinde alınan karalar, ülkemizin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Yarın: NATO ÜYESİ TÜRKİYE BÜYÜK BEDELLER ÖDEDİ