DEĞİŞEN KÜRESEL KOŞULLAR PARALELİNDE OLUŞAN DENGELERE GÖRE POZİSYON BELİRLEMEYE ÇALIŞAN TÜRKİYE, “FÜZE KALKANI”NA “EVET” DEDİĞİNDE, BUGÜNE KADAR İZLEDİĞİ POLİTİKALARA TERS DÜŞMÜŞ OLACAKTIR. ÇÜNKÜ “FÜZE KALKANI” PROJESİ, YALNIZCA TÜRKİYE’NİN KOMŞULARINI DEĞİL, 20 KADAR ÜLKEYİ TEHDİT OLARAK GÖRMEKTEDİR. O NEDENLE TÜRKİYE, “FÜZE KALKANI”NA “EVET” DEDİĞİNDE, AVRASYA’NIN SAYGIN BİR ÜLKESİ OLMA YOLUNDA İLERLERKEN, KOMŞULARIYLA VE KÜRESEL ÇAPTA GELİŞTİRDİĞİ ÖRNEK İLİŞKİLERİ BİRANDA TORPİLLEYEN KARARSIZ BİR ÜLKE KONUMUNA DÜŞME RİSKİYLE KARŞI KARŞIYA KALABİLECEKTİR. BUGÜN ‘FÜZE KALKANI’ KONUSUNDA GELİNEN NOKTAYI, 11EYLÜL 2001’DEKİ İKİZ KULELER ŞOKU ÖNCESİNDE VE SONRASINDA, ASYA VE ORTADOĞU COĞRAFYASINDA TÜRKİYE İLE ABD ARASINDA YAŞANAN GİZLİ SAVAŞLARIN AYRINTILARINI BİLMEDEN ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR Yeni bir dünya düzeninin kurulmakta olduğu bir dönemde, Türkiye’nin “Füze Kalkanı” konusunda açıklayacağı karar hayati önem taşıyor. 19-20 Kasım‘da Lizbon’da gerçekleştirilecek NATO zirvesinde Türkiye, önüne konacak olan dosyaya “evet” ya da “hayır” diyerek, Batı’nın bir cephe ülkesi mi, yoksa bölgesinde “komşularla sıfır sorun” politikasını sürdürmeye kararlı, küresel çapta çıkarlarını kollayabilen bir denge ülkesi mi olmak istediği konusundaki kararını açıklamış olacak. Değişen küresel koşullar paralelinde oluşan dengelere göre pozisyon belirlemeye çalışan Türkiye, “Füze Kalkanı”na “evet” dediğinde, bugüne kadar izlediği politikalara ters düşmüş olacaktır. Çünkü “Füze Kalkanı” projesi, yalnızca Türkiye’nin komşularını değil, 20 kadar ülkeyi tehdit olarak görmektedir. O nedenle Türkiye, “Füze Kalkanı”na “evet” dediğinde, Avrasya’nın saygın bir ülkesi olma yolunda ilerlerken, komşularıyla ve küresel çapta geliştirdiği örnek ilişkileri biranda torpilleyen kararsız bir ülke konumuna düşme riskiyle karşı karşıya kalabilecektir. Başkan Bush döneminde hazırlanan “ABD tarihinin en önemli güvenlik projesi” NATO şemsiyesi altında Türkiye’yi de içine alacak şekilde hayata geçirilirken, Türkiye, ABD’nin stratejik sıkıştırma operasyonuyla, bu küresel oyunun bir figüranı konumuna düşebilir. 20 Kasım, Türkiye açısından çok önemli bir gün olarak anılacaktır. Türkiye “Füze Kalkanı” projesinin asıl hedefini doğru okumak ve ona göre karar vermek durumundadır. TÜRKİYE İÇİN ÇOK ZOR BİR KARAR Türkiye, “Füze Kalkanı” konusunda içine çekilmek istediği tuzağa düşmemek için, yakın bir geçmişte Avrasya bölgesinde yaşanan gelişmeleri göz önüne alarak, kendi çıkarları ile müttefiklerinin ve komşularının çıkarlarını çok duyarlı bir dengede tutmak durumundadır. Türkiye, kendisini komşularıyla karşı karşıya getirecek, tarihi ve kültürel bağlarıyla, izlediği politikalarla çelişkiye düşecek ve yalnızlığa mahkum edecek bir teklife gözü kapalı “evet” diyemez; dememeli. Müttefiklerimizle yaptığımız anlaşmalar konusunda olduğu kadar, komşularımızla geliştirdiğimiz ilişkiler konusunda, özellikle de geleceğimizi ilgilendiren kararlar konusunda çok duyarlı ve çok kararlı olduğumuzu ortaya koymalıyız. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Lizbon’a giderken yaptığı açıklamada, “Türkiye başından beri bu konuda ilkesel hareket etmiştir. Türkiye bu ilkesel bazda kararlarını alırken önce milli menfaatlerini daha sonra da ittifakın menfaatlerini dikkat alır. Bu konudaki görüşlerimizi müttefiklerimize bildirdik. Beklentimizi bunların hepsinin kabul göreceği yönünde” dedi, inşallah beklentilerimiz kabul görür. Doğu sınırına dikilecek radarlar, Türkiye’yi yalnızca İran ve Suriye ile değil, Rusya, Çin ve bütün İslam dünyası ile de karşı karşıya getirecektir. Bu durum, Türkiye’nin hiç arzulanmadık oranda itibar kaybetmesine neden olabilir. Çağdaş uygarlığı benimsemiş bir ülke olarak, Batılı dostlarımızla ve NATO’yla olan ilişkilerimizi elbette sürdüreceğiz. Fakat, bunu yaparken de, ABD’nin, Hint Okyanusu’ndan Atlantik Okyanusu’na uzanan coğrafyayı kontrolü altına almayı hedefleyen genişletilmiş BOP operasyonunun figüranı olarak algılanmamıza neden olabilecek adımlar atmaktan da kaçınmamız gerektiğini unutmayacağız. Küreselleşme sürecinde kaderimizi başkalarının yazmasına izin verecek adımlar atmaktan kaçınacağız. ABD’nin çıkarlarıyla Türkiye’nin çıkarlarının çatışabileceği olasılığını hiçbir zaman göz ardı etmeyeceğiz. Başkan Bush döneminde bir ABD projesi olarak ortaya atılan “Füze Kalkanı”nın, Başkan Obama döneminde hangi amaçla NATO projesine çevrildiğini gözden kaçırmayacağız. Yapabilecek miyiz bütün bunları? Türkiye’nin, doğrudan İran’ı hedef alan ABD imzalı bir ‘savunma projesine’ “hayır” diyeceği bilindiğinden, “Füze Kalkanı” bir NATO projesine dönüştürüldü ve Türkiye üzerindeki baskılar artırıldı. “Füze Kalkanı”, Türkiye’nin hayır diyemeyeceği NATO tabağı içinde önüne konuldu. Stratejik bir sarma operasyonu ile Türkiye’nin manevra alanı iyice daraltıldı. Türkiye, “ABD tarihinin en önemli güvenlik projesi” çerçevesinde, Batı’nın doğu sınırını oluşturan bir cephe ülkeye dönüştürülmek isteniyor. “Füze Kalkanı” bu hedefi gerçekleştirecek şekilde NATO projesine dönüştürüldü, ama dönüşüm, “Füze Kalkanı”nın “ABD tarihinin en önemli güvenlik projesi” olduğu gerçeğini değiştirmedi. Bugün “Füze Kalkanı” konusunda gelinen noktayı, 11Eylül 2001’deki İkiz Kuleler şoku öncesinde ve sonrasında, Asya ve Ortadoğu coğrafyasında Türkiye ile ABD arasında yaşanan gizli savaşların ayrıntılarını bilmeden anlamak mümkün değildir. FÜZE KALKANI YALNIZCA İRAN’I HEDEF ALMIYOR ABD eski Başkanı Bush’un “ABD tarihinin en önemli güvenlik projesi” olarak nitlendirdiği ve milyarlarca dolar akıttığı projenin baş mimarlarından olan Daniel Fata, Lizbon’da gerçekleştirilen NATO zirvesi öncesinde yaptığı açıklamada, “Proje, uzun menzilli balistik füzeler için geliştirildi. İran en yakın ve önemli bir tehdit olmakla birlikte, İran dışında da Çin, K.Kore ve Pakistan gibi yaklaşık 20 devlet veya diğer terörist gruplar balistik füzeler üzerinde çalışıyor veya bu füzelere sahip. Bunlar önümüzdeki 10 yılda tehdit olarak görülüyor” dedi. Yani, “Füze Kalkanı”, İran’ın iddia ettiği gibi yalnızca kendisini hedef almıyor; Çin. K.Kore ve Pakistan da tehdit olarak algılanan ülkeler arasında. İlk kez Başkan Bush zamanında gündeme gelen ve daha sonraları Başkan Obama tarafından NATO bünyesine kaydırılıp Türkiye’yi de içine alacak şekilde genişletilen projeye “evet” ya da “hayır” demeden önce küresel dengeleri, komşularla ilişkilerimizi ve Türkiye’nin çıkarlarını çokiyi düşünmemiz gerekir. 4 Nisan 1949 tarihinde imzalanan Washington Antlaşması’yla Türkiye’ye yerleştirilen İncirlik Üssü ve daha sonraları imzalanan ikili anlaşmalar nedeniyle, bağımsızlık haklarımız konusunda çektiğimiz sıkıntılar unutulmamalıdır. ABD HEM MÜTTEFİKİMİZ HEM DE RAKİBİMİZ ABD bizim en yakın müttefikimiz olduğu gibi, bazı konularda en ciddi rakibimiz olabilmektedir. Sovyetlerin dağılması sonrasında Asya coğrafyasında, daha sonraları Afganistan ve Irak’ın işgali öncesinde ve sonrasında Ortadoğu’da yaşananlar, Türkiye-ABD ilişkilerinin çok önemli kilometre taşlarıdır. “Bugün ‘Füze Kalkanı’ konusunda gelinen noktayı, 11Eylül 2001’deki İkiz Kuleler şoku öncesinde ve sonrasında, Asya ve Ortadoğu coğrafyasında Türkiye ile ABD arasında yaşanan gizli savaşların ayrıntılarını bilmeden anlamak mümkün değildir” demiştik; bu konuyu pazartesi günkü yazımızda ele alacağız.