“Bir de öyle bir fitneden sakının ki, o içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder.) Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfâl 8/25) 
Vahiy kâtip ve hafız’larından Abdullah İbn-i Mes’ud radiya’llâhu anh, bu âyet nâzil olduğunda biz sahâbî’ler şaşkınlıkla birbirmize baktık, acabâ bu büyük fitne nedir, ne zaman zuhur edecektir? diye şaşırmıştık. Zirâ, Hazret-i Resûl-i Ekrem’in etrafında pervâneler gibi dönen bizler aramızda, fitne nedir, hased, gıybet nedir bilmezdik. Resûl-i Ekrem’in bir işâretine bile, “Fedâke Ebî ve Ümmî” (Babam ve annem sana feda olsun) ey Allah’ın Resûlü!” diyerek canımızın, malımızın kendisine feda olduğunu ifade eder arkasında dururduk. Aynı durum, Hazret-i Ebû Bekr’in ve Hazret-i Ömer’in halifelikleri döneminde de aynıydı. Ashap arasında ne fitne, ne hased ve ne de başka bir olumsuzluk vardı... 
Dünya adalet tarihinin en büyük siması, Hazret-i Peygamber’in ikinci halifesi Hazret-i Ömer radiya’llâhu anh Efendimiz, Mecûsî bir Sâsânî’nin belinde sakladığı bir hançerle, Mescid-i Nebeviyye’de namaz esnasında ağır yaralaması sonucu şehid edilmişti. Kâtil belliydi, cezası verildi, herhangi bir fitneye sebep olmadı. 
Yerine üçüncü halife olarak, Hazret-i Peygamber’in bir kızının vefatı üzerine ikinci kızı Rukiye ile tezviç ettiği, “kırk kızım olsaydı birinin vefatı üzerine bir diğerini Osman’la evlendirirdim”, buyurduğu, “Onda kırk bâkire’nin hayası vardır,” buyurduğu Hazret-i Osman bin Affan radiya’llâhu anh seçildi. Hazret-i Peygamber sallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, mu’cize olarak üçüncü halife Hazret-i Osman bin Affan’ın şehid edileceğini haber vermişti. Vermişti de, ne zaman, nerede, nasıl bilinmiyordu. 
Şöyle ki, bir gün Resûlü Ekrem beraberinde, Sıddık-ı Ekber, Haz.Ebû Bekr radiya’llâhu anh, Hazret-i Osman bin Affân radiya’llâhu anh olduğu halde Sübeyr Dağı’na çıkmıştı. Öylesine samîmî bir ortam olmuştu ki, bir ara diğer sahâbî’ler Allah’ın Resûlü ile birlikte olduklarını bile unutmuşlar, elele tutuşup hızlı hızlı koşmaya bile başlamışlardı. İşte tam o anda, bir zelzele meydana gelmiş, Sübeyr Dağı sallanmaya başlamıştı. 
Resûl-i Ekrem, “İstekar Yâ Cebel! Fe İnne Fîke Nebiyyûn ve Sıddîkun ve Şehîdeyn”, (Ey Sübeyr Dağı dur! Çünkü senin üzerinde bir nebî, bir sıddîk ve iki şehîd vardır,” buyurmuştu. 
Nebî ma’lum, Hazret-i Peygamber, Sıddîk, Haz.Ebû Bekr el-Sıddîk, iki şehid’den birisi, Hazret-i Ömer Efendimiz Medine’de Mescid-i Nebeviyye’de şehid edildi. Diğer şehîd ise Hazret-i Osman bin Affân radiya’llâhu anh... Fakat nerede ve ne zaman, ne şekilde?... 
Hazret-i Osman, Hicretin 35. yılında 82 yaşındayken Medine-i Münevvere’de, haricîler tarafından (Beyinleri yıkanmış, insanlıktan nasipleri kalmamış, anarşist bir grup tarafından) evinin etrafı kuşatılmış, niçin kuşattıkları ve ne istedikleri belli değil...
Hazret-i Osman bin Affân onlara laf anlatmaya çalıştı:
- 34 yaşında iken dördüncü Müslüman olarak İslâm’ı kabul ettim. Hazret-i Ömer’in şehid edilmesi üzerine hilâfet makamına getirildim. Benden önceki halifler zamanında başlatılan fetihlere yeni fetihler ilâve ettim. İlâ-ı Kelimetü’llâh uğruna İslâm mücâhid’lerini teçhiz edip cenk sahalarına sürdüm. Ermenistan, Kafkaslar, Horasan, Marakeş, Kerman, Afrika ve daha nîce ülkeleri İslâm yurdunun birer parçası haline getirdim. 
- Tebük harbine hazırlanırken, ben, İslâm ordusunu donattım bütün devlerimi teçhiz edip Hazret-i Peygamber’e, “Yâ Resüle’llâh! Yüz deve benim üzerime, bütün teçhizatıyla birlikte Allah yolunda sana veriyorum,” dedim. Bunun üzerine “Mallarını Allah yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gönlünü kırmayan kimseler var ya, onların Allah katında has mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur. Üzüntü de çekmeyeceklerdir.” (Bakara 2/262) 
“Mallarını gece ve gündüz, dizli ve açık hayra sarfedenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur. Üzüntü de çekmezler.” (Bakara 2/274) âyet-i Kerimeleri nâzil oldu. 
- Hazret-i Peygamber benim hakkımda, “Cennette her Peygamber’in bir arkadaşı vardır, benim arkadaşım da Osman’dır,” buyurdu. 
- Cenab-ı Hakk’a yemin ederim, İslâm hakkı için söylerim ki, siz bilmiyormusunuz ki, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellam Medine-i Münevvere’yi teşrif ettiklerinde Rûme kuyusundan başka hiçbir su yok idi. Peygamber Aleyhisselâm: Kim Rûme kuyusunu satın alıp, Müslümanların kovası ile kendi kovasını bir tutarsa, onun için cennetteki kovası Rûme kuyusunun kovasından daha hayırlı olur, buyurdular. Bunun üzerine ben Rûme kuyusunu kendi paramla satın aldım. Siz ise onun suyunu içmekten beni men ediyorsunuz. Ben deniz suyu gibi tuzlu su içtim. Hazret-i Osman’ın evini mühasara edenlerin hepsi, “Evet doğru söylüyorsun” diye cevap verdiler. 
Medine-i Münevvere’de bir Yahûdî’nin örülmemiş bir kuyusu vardı. Suyunu halka para ile satıyordu. 
Resûl-i Ekrem (s.a.v); “Kim Rûme kuyusunu satın alır da, kendi kovasını Müslümanların kovası ile bir tutarsa, cennetteki kovası onun bu kovasından daha hayırlı olur” buyurdu. Haz. Osman (r.a) gidip Yahûdî ile pazarlık etti. Yahûdî kuyunun tamamını satmaktan imtina etti. Haz. Osman kuyunun yarısını satın aldı. Yahûdî ile bir gün kendisinin kullanmasını, bir gün de Yahûdi’nin kullanmasını kararlaştırdılar. Haz.Osman kendi nöbetinde bütün insanların kuyudan su almaları amacıyla kendi hakkını sebil olarak bıraktı. Yahûdî ise kendi nöbetinde suyu para ile sattı. Müslümanlar Haz.Osman sırasında kuyudan iki günlük su alırlardı. Yahûdî’nin nöbetinde kuyuya asla uğramazlardı. Yahûdî’nin satışı azaldığından Haz.Osman’a, “Ey Osman kazancıma mâni oldun!” deyince, Haz.Osman diğer yarısını da Yahûdî’den satın aldı. Birinci yarısını Yahûdî’den on iki bin dirheme almıştı. İkinci yarısını ise sekiz bin dirleme aldı. Kuyunun tamamını sebil olarak halkın istifadesine sundu. Vakfetti. 
- Cenab-ı Hakk’a yemin ederim ki, İslâm hakkı için söylüyorum, siz bilmiyorsunuz ki, mescid Müslümanlara dar geliyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v.) “Falanca ailenin yerini satın alıp mescide ilâve eden kimse cennette o yerden daha hayırlısına kavuşur,” buyurdu. Ben de o yeri kendi paramla satın alıp mescide ilâve ettim. Siz ise bugün beni o mescidde iki rek’at namaz kılmaktan men ediyorsunuz. 
Evi muhasara edenlerin hepsi: 
- Evet doğru söylüyorsunuz dediler. 
Yine Haz.Osman onlara şöyle hitap etti: 
- Allah (c.c.) ve İslâm’a yemin ederim ki, siz bilmiyormusunuz ki, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Mekke-i Mükerreme’de Sübeyr Dağı’na çıkmışlardı. Ebû Bekr, Ömer ve ben de beraber çıktık. Dağ öylesine hareket etti ki, üzerindeki taşlar yuvarlandı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) “Ey dağ sakin ol! Üzerinde bulunanlar bir Peygamber, bir Sıddık ve iki şehid’dir.” buyurdular. 
Evi muhasara edenler: 
- Evet doğru söylüyorsun dediler. Bunun üzerine Haz.Osman (r.a.): 
- Allâhü Ekber siz şâhid olunuz, Kâ’be’nin sahibi olan Allah’a yemin ederim ki, “ben şehîdim, ben şehidim, ben şehidim”, diye üç kere söyledi. 
Gözü dönmüş kâtiller, zâlimler, anarşist’ler, söylenenlerin tamamını kabul ve teslim ettikleri halde, meleklerin bile kendisinden hayâ ettiği Haz.Osman’ı Nâşir’ül-Kur’ân-ı, Kur’ân okurken hunharca şehid ettiler. Bedir gibi nur yüzünden, süt beyazı mübârek sakalından damlayan kıpkızıl kanlar, okuduğu Mushaf-ı Şerif’in üzerine damladı. (Şehid edildiğinde, Haz.Osman’ın kanlarının üzerine damladığı rivayet edilen bu Mushaf-ı Şerif hâlen, İstanbul’da Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde muhafaza ve teşhir edilmektedir.) 
Fitne ve kargaşa sebebiyle Haz.Osman’ın mübârek na’aşları üç gün bekletildikten sonra namazı kılınıp, makberine götürülürken, arkalarında çok büyük bir bulut kütlesi oluştu. Cenaze alayının kalplerinde öylesine bir korku meydana geldi ki, neredeyse cenazeyi bırakıp oradan uzaklaşacaklar. Bir ses,”Korkmayın! Onlar melekler, onlar da bizler gibi bu mübârek zât’ın, Haz.Osman’ın cenazesini teşcî için yeryüzüne indiler...”