Diyânet İşleri Reisliği’nin ilk reisi, Ankara Müftüsü iken, Ankara Milletvekili olarak nasbedilen, Bosna-Hersek’li, Rıfat Börekçi Efendi’ydi. Rıfat Börekçi Hoca, Diyânet İşleri Reisliği’ne ta’yin edildiğinde, aynı zamanda Ankara Milletvekili olarak TBMM’sinde vazife yapıyordu. Bu bakımdan, Diyânet İşleri Reisliğindeki ağırlıklı işleri, zamanın gayriresmî Diyânet İşleri Reis Muâvini olarak vazife yapan, daha sonraki yıllarda, kendisi de Diyânet İşleri Reisliği’nde bulunan, Merhum Ahmed Hamdi Akseki yapıyordu.
Diyânet İşleri Reisi, Merhûm Rıfat Börekçi, Çankaya Köşkü sınırları içerisindeki bir köşk’te oturuyor, Bakan’ların bile makam arabasının bulunmadığı bir dönemde kırmızı plâkalı, makam otomobiline biniyordu. Zaman içinde, Diyânet İşleri Başkanlığı’na geniş kadrolar verildi, Türkiye Cumhuriyeti dahilindeki bütün cami ve Kur’ân Kursu, Diyânet İşleri Başkanlığı’na bağlandı. Resmî-gayriresmî dinî hizmetlerin tamamı Diyânet İşleri Başkanlığı’na bağlandı, ama politikacıların, eski devirler’de hiç görülmediği kadar Diyânet İşleri Başkanlığı’na müdâhaleleri, ehliyetsiz, liyâkatsız, çapsız kimselerin Diyânet İşleri Başkanlığı’nda söz sahibi olmaları sebebiyle, Diyânet hızlı irtifa kaybetmiş, 27 Ekim 1965 – 22 Ekim 1969 tarihleri arasında vazife yapan, Birinci Demirel Hükûmetinde, Başbakan adına, Diyânet İşleri Başkanlığı Tedvirle görevli Bakan, Çanakkale Milletvekili, Refet Sezgin, “Benim nazarımda Diyânet İşleri Başkanlarının, Tapu ve Kadastro Müdürü’nden bir farkı yoktur,” diyebilmişti. Yeni ta’yin edilen ve Ankara’ya gelen, Diyânet İşleri Başkan’ları, maaşları iktifa etmediği için, mu’tenâ semt’lerden konut kiralayamadıkları için, Ankara’nın varoşlarında, gecekondu semtlerinde oturmak zorunda kalırlardı. Takdirle yâd edelim, Dostumuz, Diyânet İşleri eski Başkan’larından, Dr. Tayyar Altıkulaç Beyefendi, Diyânet İşleri Başkanı olarak vazife yaptığı 1970’li yılların sonlarına doğru, Türkiye Diyânet Vakfı’nın imkân’larıyla, Ankara, Gaziosmanpaşa semtinde, görevde olan Diyânet İşleri Başkanları’nın ikâmetine tahsis edilmek üzere, mütevâzî bir bina satın aldı. Kendileri Diyânet İşleri Başkanı olarak görev yaptığı müddet zarfında burada oturdular. İstifa ile bu makam’dan ayrıldıklarında, derhal boşalttılar, halef’lerinin ikâmetine tahsis ettiler.
Bu lojman mes’elesinin, Aziz Dostumuzun başını bir hayli ağrıttığını da yakînen biliyorum. Öncelikle, “Diyânet Vakfı’nın parasıyla kendisine Ankara’nın en mu’tena yerinde, Çankaya’da, bir köşk aldı,” dediler. Yanlış hatırlamıyorsam, alındığı değerin iki katı bir bedelle alındığı söylendi. Hattâ, bu dedikodularla devrin İhtilâl İdaresine, Millî Güvenlik Konseyi’ne şikâyet edildiğini biliyorum.
29.04.1947 tarihinde, Merhum Ahmed Hamdi Akseki’nin Diyânet İşleri Reisliği’ne getirilmesinden sonra, 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinden kısa bir müddet önce çıkarılan, 29 Nisan 1950 tarih ve 5634 sayılı kanunla bir def’a daha Teşkilatta değişikliğe gidilmiş, Hayrât Hademesi ve Yayın müdürlükleri kurulmuş, ilk def’a olarak, gezici vâiz’lik ihdas edilmiş ve bütün vâizler kadroya alınarak maaş bağlanmıştır. Ayrıca, 1931 yılında bir kanunla, Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne devredilen camiler ve cami görevlileri ile ilgili yetkiler Başkanlığa iade edilerek, 4503 Hayrat Hademesi Başkanlık bünyesine alınmıştır.
14 Mayıs 1950 Milletvekilliği Genel Seçimlerinden sonra, Tek Parti dönemi sona ermiş, Demokrat Parti kâhir bir ekseriyetle iktidara gelmişti.
Memleketimizin idârî taksimatında büyük değişiklikler olmuş, ba’zı ilçeler il, pekçok kasaba da bu illere bağlanarak ilçe yapılmıştı. Bu durumda memleket çapında pek çok il ve ilçe’nin müftüsü, vâizi bulunmuyordu.
Diyânet İşleri Reisliği Kuruluş Kanununda ve daha sonraki değişikliklerde, kimlerin müftü-vâiz olarak ta’yin edilebilecekleri, nitelikleri, ta’yin, nakil ve azil usûlleri hakkında herhangi bir madde yoktu. İmam-hatip, müezzin, kayyım ta’yin’lerinde, il ve ilçe müftülük’leri nezdinde, müftü’nün başkanlığı’nda, vâiz, tecrübeli ve yetenekli imamlar’dan müteşekkil, komisyon huzurunda yapılan imtihan neticesi, muvaffak olanlar, il ve ilçe müftülerince inha edilir, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından ta’yin edilirdiler. Bu yıllara kadar, 03 Mart 1924 yılında, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün medreseler kapatılınca medrese’lerin Âlî kısmında, me’zuniyet’lerine bir yıl veya aylar kalanlar, memleketlerine dönmüşlerdi. Bunlar’dan ba’zıları, tensib ile ba’zıları da Diyânet İşleri Başkanlığı Müşâvere Hey’etinin huzurunda yapılan imtihanlarla, münhal bulunan il ve ilçe’lere müftü-vâiz olarak ta’yin edilmekteydiler.
Bir televizyon kanalında, bir eski Diyânet mensubu, eski bir Başmüfettiş’in iddia ve iftirası gibi, “Yoldan geçmekte olan birisine, ‘Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden okumasını bilir misin?’ diye soruldu, “Biliyorum” diye cevap verenler, il ve ilçe’lere müftü-vâiz ta’yin edilmedi. Böylesine bir iftira, herbiri, ders-iâm mertebesine ulaşmış, gerçek birer İslâm âlimi olan, Diyânet İşleri Müşâvere Hey’eti’ne ve Pek Muhterem Diyânet İşleri Reislerine ağır bir hakâret teşkil eder.
Medreseler kapatılmıştı. Fakat, İslâmî ilimlerin tahsili büyük ölçüde inkıraza ma’ruz kalmışsa da bütünüyle sona erdirilememişti. İstanbul’da ve Anadolumuz’un muhtelif il ve ilçelerinde Süleyman Hilmi Tunahan, Silistrevî Efendi Hazretleri ve talebesi, Karadeniz illerinde, başta Of’lu Dursun Efendi (Dursun Fevzi Güven) Efendi Hazretleri ve diğer eli öpülesi merhûm hocalarımız, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bulunan ulema, medreselerinde, İslâmî ilimlerin tahsilini ta’limini, bütün zorluklara göğüs gererek devam ettirmişlerdi.
1950 yılından i’tibâren sık sık, aralıklarla, Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından Müftülük, vâiz’lik imtihanları açılmaya başlanmıştı. Bu imtihanlar’da Diyânet İşleri Başkanlığı, Müşâvere Hey’eti tarafından, Osmanlı Medreselerinde dersiâmlık ve rüûs imtihanlarındaki sualler dikkate alınarak, zorluk derecesi aynı sorular hazırlanır ve sorulurdu. İmtihan’lara önceleri okur-yazar olan herkes katılabilirken, daha sonraları, en az ilkokul me’zunu olma şartı getirildi.
İmtihan’lar, en az, bir haftalık bir süre zarfında, Diyânet İşleri Başkanlığı Müşavere Hey’etinden birisinin Başkanlık ettiği, dersiâm’lardan müteşekkil bir hey’et huzurunda, eleminasyon usûlüyle yapılırdı. Tilâveti Kur’ân ile başlayan, tefsir ve hadis’le nihâyete eren bir hafta on günlük bir maraton neticesinde, bütün barajları aşıp, tefsir ve Hadisi de cevaplandıranlar 100 üzerinden değerlendirilir, derece sırasına göre il ve ilçelere müftü-vâiz olarak ta’yin edilirlerdi. Yalnız, vâizlik imtihanına girenler, müftülük için müracaat ettiklerinde, ayrıca İlm-i Ferâiz’den de imtihana tabi tutulurdular. Bu imtihanlar’dan sonuncusu, yalnız, vâiz’lik imtihanı olarak, 1963 yılının, Mayıs Ayı’nın üçüncü haftasında, Ankara, İstanbul ve İzmir’de yapılmıştı.
Demem odur ki, Diyânet İşleri Başkanlığı’mız 22 Haziran 1965 tarih ve 633 Sayılı Diyânet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun yürürlüğe girdiği tarihe kadar, hep ehliyeti, liyâkati gözetmişti.
Başta, Diyânet İşleri Reisliği’nin ilk reisi, Merhûm Rıfat Börekçi, başından i’tibâren, Reis Muâvinliği, Müşâvere Hey’eti azılığı ve son olarak Diyânet İşleri Reisi olarak vazife yapan Merhûm Ahmed Hamdi Akseki, ta’kip eden diğer Diyânet İşleri Başkanlarının aziz ruhlarını ta’ziz maksadıyla ifâde etmek isterim ki, yapılan imtihan’larda, bu imtihanlar neticesinde yapılan müftü-vâiz ta’yinlerinde, herhangi bir iltimas, şüphe, şâibe sözkonusu bile değildi.
İmtihan’lara girip kazanamayanlar, eksikliğin kendilerinde olduğunu, kazanmak için biraz daha çalışması gerektiğini söyler, imtihanı kazandığı halde, ta’yinleri yapılamayanlar, “şüphesiz, benden daha iyi derece ile kazanmış, benden daha lâyık birisi ta’yin edilmiş,” derlerdi.
Onlarca imtihan yapıldı, yüzlerce, binlerce zevât bu imtihanlara katıldı. Kazananlar oldu, kazanamayanlar oldu. Ama, hiç şikâyet vuku bulmadı...
22 Haziran 1965 tarih ve 633 Sayılı Diyânet İşleri Başkanlığı kuruluş ve görevleri hakkındaki kanun mer’iyyete alındıktan sonra başlayan, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın en karanlık günleri, aradan 50 yıla yakın bir zaman geçmesine rağmen, hâlâ devam eden te’sir’leri... Gelecek yazıda...