Günahsız masumiyet ile geldiğimiz dünyada, kimimiz “sevgiyle” büyütülüp beslenirken, kimimiz sevgisizlik ile kendi egosunun rotasında birey olma yolunda ilerlemekteyiz.
Toplum için faydalı olma isteğindeki bireyler; sevgiyle büyüyüp emin adımlarla ilerlerken, sevgisiz büyüyen barış ve kardeşlikten yoksunlarda, kendi doğrularıyla insanlığa karşı yanlış hareketlerle ilerlemektedir..
Keşke; insanlarımız faydalı olma çabasına girmeden önce kendi iç benliklerinde “Barış” olgusunun tohumunu yeşertip, gerçekleştirebilselerdi.
Yada ebeveynlerimiz, besleyip, büyüyüp, boy atacağımızı beklemek yerine; “barış dilini”, belleklerimize, iliklerimize kadar tıka basa doldursaydılar...
Eğitim, sistemimizdeki derslerin yanına veya bazılarının yerine “BARIŞ DİLİ” dersi bırakılsaydı. Zorunlu bu ders, psikolojik ağırlıklı ve beynimize kazıya kazıya yerleştirilebilseydi.
Çiviyi çakarcasına, ruhumuza, aklımıza, yüreğimize BARIŞ olgusu çakılsaydı... O zaman; Ülkemizi pusuda bekleyen TERÖR olur muydu?..
Kin, nefret, öfke ve intikam duygularının var olduğu teröristler, hain saldırıda barış olgusunu otomatik devreye alabilecekken, canavar kesilebilir miydiler?..
Öncelikle terörün intikam dürtüsünü kursağına koymak için barış dilini öne çıkartmak gerekiyor. Terör adındaki örgütün, arkasındaki güce karşı dik durmak, mücadele etmek gerekiyor.
Mücadele örneğini en güzel kanıtlayan, biz Türk Ulusu olarak unutmamamız gereken bir şey var ki; nazlı dalgalanan Türk Bayrağımızın altında, aziz topraklarımız da yaşayan; Kürt, Türk, Çerkez, Laz, Zaza, Boşnak, Arap, Arnavut, gibi farklı etnik köklerlerden gelen topluluklarla, Ulusal Kurtuluş savaşında bir yürek, bir yumruk olmamış mıydık?..
Misak-ı Milli’yi birlikte çizip, hep beraber TÜRK Milletini oluşturmamış mıydık?..
Senelerce farklı etnik köklerden gelenler, Türk Milletinin, bireyleri olarak kardeşçe, sevgi ile bir arada yaşamamışmıydık?
Ancak terör çirkefliği ülkemiz coğrafyasının belli bir kısmında, yurttaşlarımızın bir bölümünde değil, kendisinden olmayan her kimliğe yönelmiş ve can yakmaya başlamıştır.
Mehmetçiklerimiz, öğretmenlerimiz, doktor ve mühendislerimizin de yaşamını sonlandıran terör eylemi ile bir şehidin, annesinin acısı aynı olabilir mi?
Bu eylemi yapan insanlar, sadece vatanımıza değil, insan haklarına, insanlığa karşıda suçlulardır. İçlerinde bir kıvılcım barış duygusu kalmış olsaydı bu denli cani, cellat olamazlardı.
Bilinsin ki; teröristlerin dağ vadi arkasındaki vahşilikleriyle aziz bir şehidin annesinin gözyaşı aynı çile değildir.
Duygu durumu ile alçakça eylem hatlarını birbirine karıştıran siyasi ve uzaktan saklı güçlerin, en büyük yoksunluğudur; Barış duygusu!
Bir an önce, eğitimciler, eğitim sistemine sevgi, kardeşlik ve barış programını yerleştirilmeli, yaşam heveslerine takıldığımız hayattan kendimize gelip, yüzleşmemizi sağlayıp, devlet olarak, halk olarak anne ve baba olarak, isminin unutulmak üzere olduğu barış duygusunu birbirimize enjekte etmeliyiz. Bizler ki, yedi düvele kafa tutup, bağımsızlığı kazanıp, ilke ve inkılaplarımızın doğrultusunda, güç ve gönül birliği yapmış aziz ataların evlatlarıyız!..
Bize bundan sonra düşen; ne yapmalıyız, nasıl olacak?.. Yerine, sevgi ve barış kavramlarını işleve alıp, barışın ne demek olduğunu teröre göstermeliyiz. Biz bize yakışan, Ata’mızın emanet ettiği yurdumuza, vatandaşlık görevimizi, yüreğimizin barış sesleri ile birbirimize yaymalı, unutanlara ise, bunu hatırlatıp, yaşatmayı görev saymalıyız...
“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!’’ ATATÜRK