Son dönemde ülkemizde adaletin işleyişine yönelik eleştirilerin arttığı bir süreçte, Dilan Polat ve Engin Polat’ın tahliye edilmesi, hukuk sistemimize yönelik tartışmaları yeniden alevlendirdi. Bu tür tahliyeler, özellikle kamuoyunun yakından takip ettiği davalarda, adaletin herkese eşit uygulanmadığı algısını pekiştirmektedir. Dilan ve Engin Polat, kamuoyunda büyük yankı uyandıran bir dizi suçlama ile karşı karşıya kalmışlardı. Mali usulsüzlüklerden organize suç iddialarına kadar uzanan bu suçlamalar, toplumda infial yaratmış ve Polat çiftinin malvarlıklarına el konulması süreciyle ciddi bir hukuki sürecin başlayacağına dair beklentiler oluşmuştu. Ancak kısa süre içinde gerçekleşen tahliye kararı, hukukun toplum nezdindeki güvenilirliğini sorgulatan bir gelişme oldu. 

Bu tahliyeye yönelik eleştiriler, adaletin büyük sermaye sahiplerine, ünlülere ya da güçlü bağlantıları olan kişilere farklı işlediği yönündeki algıları güçlendiriyor. Toplumun önemli bir kesimi, adli süreçlerin tarafsızlık ve şeffaflıkla yürütülmesi gerektiğini savunurken, bu tür kararlarda adaletin manipüle edilebileceği kaygısını taşıyor. Adalet, toplumun temeli ve düzenin koruyucusudur. 

Adaletin tarafsız ve eşit şekilde uygulanması, yalnızca suçluların cezalandırılması değil, aynı zamanda toplumun devlete olan güvenini sağlaması açısından da hayati önemdedir. Dilan ve Engin Polat’ın tahliyesi, bu güveni zedeleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Mahkemelerin bu tür önemli davalarda daha şeffaf ve gerekçeli kararlar vermesi, adaletin sadece yerine getirildiğini değil, aynı zamanda toplumun da bu adaleti gördüğünü gösterecek şekilde yapılması elzemdir. 

Hukuk sistemi, bireylerin statüsüne ya da mali güçlerine göre esnememeli, tüm vatandaşlara eşit mesafede kalmalıdır. Eğer adaletin işleyişiyle ilgili şüpheler artarsa, bu toplumun geleceği için ciddi bir tehdit oluşturabilir.