20 haziran 2004 tarihli Aksiyon Dergisi'nde Mustafa Akyol imzasıyla, kısa fakat düşündürücü bir röportaj yayınlandı. Görüşlerine başvurulan şahıs: Amerikalı Prof. Dr. Phillip E, Johnson.  

California Berkeley Üniversitesi'nin öğretim görevlilerinden olan Johnson, muhafazakâr düşüncede bir yarar. Özellikle din, devlet, laiklik, bilim felsefesi gibi konularda yazdığı kitaplarıyla dünyada tanınmış ve 2003 senesinde "World" dergisi tarafından yılın adamı seçilmiş.  

Irak'ta ve Amerika'da, Amerikan görevliler tarafından yapılan işkence uygulamalarını sorgulayan röportajda Johnson şu teşhiste bulunuyor:  

"Trak'ta veya bizim hapishanelerimizde yaşanan işkence ve benzeri feci uygulamaların altında, benim "nihilizm" olarak tanımlamayı tercih ettiğim bir psikoloji var. Yani hiççilik, insanın hiçbir değerinin ve kutsallık duygusunun kalmaması."  

Bunu bir ruhsal hastalık olarak nitelendiren Johnson, bu hastalığa en önemli sebeplerden biri olarak "toplumdaki dini değerlerin erimesini" gösteriyor. Aslında Amerikalıların yakın zamanlara kadar dindar bir toplum olduklarından bahsediyor:  

"Amerika"daki dindar kültür, ülkenin kuruluşuna kadar uzanır. Ülkemizi kuranlar, Tanrı'ya inanmanın, insan haklarının ve demokrasinin de çıkış yolu olduğunu düşünüyorlardı. Bugün de Amerika dünyanın teknolojik olarak en ileri ülkesi ve aynı zamanda en dindar olanı. Bu ikisi arasında hiçbir çelişki yok. Aksine Amerika'nın gücü buradan geliyor." Bu açıklamasından sonra Johnson, "son birkaç on yıldır" Amerika'da dini değerlerin eritildiğinden dert yanıyor,  

Gelelim dini değerleri eritenlerin kimliklerine:  

"Kimi liberal entelektüeller, bazı Musevi örgütlerden de aldıkları destekle. Amerikan kültürünü daha fazla sekülerize etmek için çabalıyor. Okullarda öğrencilerin yaptığı toplu dualara gelen itirazlar ve bunun üzerine gelişen tartışmalarda olduğu gibi, Seküleristlerin bu çabası, kimi zaman kendi dünya görüşlerini mutlak doğru gibi göstermeye kadar varıyor ve bunun üzerine bir "düşünce kontrolü" inşa etmek istiyorlar. Örneğin seküler dünya görüşünün "yaratılış hikâyesi" olan Darwinizm'e karşı getirilen bilimsel eleştirilere gösterdikleri tahammülsüzlük gibi,"  

Bu üst paragrafta, "liberal entelektüellerin" Amerikan kültürünü sekülerize etme çabasında oluşlarına ve Yahudilerin de o doğrultuda destek verdiklerine özellikle dikkat ediniz. İşte tam bu noktada kendi kendinize sorunuz:  

Yalnız Amerika'da mı?  

Amerika gibi bir ülkede bile Yahudi desteğini almak, bir grubu bu kadar etkin hale mi getiriyor? Eğer öyleyse bu destek, çok güçsüz ülkelerde çok daha tesirli olmaz mı?  

Hür düşünce yanlısı olan liberaller, nasıl oluyor da Darwinizm'e karşı getirilen bilimsel eleştiriler karşısında tahammülsüz oluyorlar?  

Bu soruları sorarken Darwin'in de bir Yahudi olduğunu hatırlayın.  

Açıklamalardan ve olaylardan anlaşılan odur ki, Amerika'da tam bir Yahudi hegemonyası mevcuttur. Bu hegemonya, milli duruşun en dirençli unsurlarından biri olan dini yok etmek istemektedir.  

Prof. Johnson, "ancak tüm bunlara rağmen Amerika'da bireysel ve toplumsal alanda dindarlık güçlü bir şekilde sürüyor" demektedir. Ama biz biliyoruz ki, o yok edilemeyen dindarlık da "Evangelist" bir inançla yine Yahudiliğe hizmet etmeye uygun hale getirilmektedir.  

Aynı deneme, "Ilımlı İslâm"' projesi ile bizim coğrafyamızda da uygulamaya konulmaktadır.  

Laiklikte aşırıya kaçanlarla İslâm'ı siyasallaştırmak isteyenlere duyurulur;  

Vatanını, milletini, devletini, ordusunu seven; haramlardan kaçınan, çalışarak kazanmayı da ibadetlerinden biri telakki eden insanlarımızı rahat bırakın.  

Onlar, savaşta da, tabiî afetlerde de, bölücülük faaliyetleri karşısında da sizin en güveneceğiniz dayanaklarınızdır.  

Yine onlar, "De ki, senin dinin sana, benim dinim bana" şeklindeki Kur'an emrince sizi rahat bırakmışlardır.