1 Kasım 1922 Tarihinde Saltanat'ın ilgası üzerine Osmanlı Devlet-i Aliyye'sinin son Pâdiah'ı, Sultan Vahidüddin artık pâdişah değildir. 620 Yıllık dünya'nın en uzun devlet'inin inhidam ve inkıraz merasimi 101 pâre top atışıyla ilân edilirken taht'ın yıkılışı ve Cumhuriyet'in ilânı karşısında son pâdişah son derece şaşkındır.

 

Önünde Hilâfet tarafını tuttuğu için İzmit'te paramparça edilmiş bir Ali Kemal misâli vardır ve onu bu hale getiren Nureddin Paşa, aynı muamelenin Vahidüddin'e de yapılacağını ilân etmiştir.

 

Vahidüddin'in önünde bundan başka misaller de vardır:

 

Uyuz bir at üzerinde hamam oğlanları gibi baldırları sıkıla sıkıla Yedikule'ye götürülüp bayıltılan ve öldürülen genç Osman!.. Üçüncü Selim!.. Dünya'dan, 16. Lui, bütün ailesiyle birlikte Mezbaha'ya benzer bir mahzende delik deşik edilen Rus Çar'ı ikinci Nikola'ya kadar pek çok misâl!...

 

Bu durumda Sultan Vahidüddin ne yapabilirdi?

 

Gerçek manada hilâfet (Hilâfet-i Tâmme ve Hilâfet-i Kâmile) yalnız dört halife zamanına inhisar ediyorsa da, Yavuz Sultan Selîm Han'ın Mısır'ı fethi ve Mukaddes emanetlerin İstanbul'a getirilmesinden itibâren Osmanlı Sultanları "Halife-i Rûy-i Zemin, Halifetü'l-Müslimîn" olarak anılmaktaydılar.

 

Bu sebeble her ne kadar saltanat'ın ilgasıyla birlikte Sultan Vahidüddin artık sultan değilse de (Halifelik) sıfatını taşımaktaydı. Bu sıfat yer yüzüne dağılmış yüzmilyonlarca müslüman'a da şâmil bulunduğundan Türkiye'de alınan kararların üzerinde bir mahiyet arzetmekteydi ve o zamanlar İslâm ahalisinin büyük bir bölümü İngiliz idaresinde bulunmaktaydı. Sultan Vahidüddin'in halife olması hasabiyle alâka talep edebileceği tek merci devlet, elbette İngiltere idi. Aslâ İngilizlerin İslâm âlemi üzerindeki emellerine âlet olmamak şart ve kaydiyle bu konuda onları vazifeye dâvet etmesi en tabiî hakkıydı. Bu sebeble çok uzun süren nefs muhasebe ve murakabesinden sonra çok zor kararını verir, başka çâre yoktur, Vatanı'nı terk edecektir!..

 

Sultan Vahidüddîn bilinen ölçülerle İngilizlere başvuruyor ve dünya'nın en kuru, örtülü ve hiç bir his taşımayan kelimeleriyle onlardan Türkiye dışına çıkarılmasını istiyor:

 

"Dersaadet İşgal Orduları Başkumandanı General Herrington Cenaplarına: İstanbul'da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiliz devlet-i Fahimânesine iltica ediyorum. Bir an evvel İstanbul'dan mahall-i âhere (başka bir yere) naklimi talep ederim."

 

16. Teşrin-i Sânî 1922

 

Halife-i Müslimîn

 

Mehmed Vahidüddîn"

 

General Herrington'un verdiği cevap:

 

- Yarın saray-ı hümâyûna bizzat gelip Zât-ı Şâhaneyi alacak ve bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan ayrılmalarını te'min edeceğim!... Vahidüddin bütün bir geceyi uykusuz, huzursuz, derîn bir ıztırap içinde hazin akibetini düşünerek Mata Köşkünün küçük bir odasında basit bir şezlong üzerinde açık gözleri tavana çivili bir mumya gibi hareketsiz geçiriyor.

 

Nereye gideceği, nerede kalacağı kendisi ve yakınlarının başına nelerin geleceği, mechuller mechûlü bir durumda olan bir insanın halet-i Ruhiyesi nasıl ise Sultan Vahidüddin'in halet-i Ruhiyesi de aynıydı.

 

Böyle bir durumda olan her hangi bir adam, mülga Saltanat'ın başı olarak her ne kadar artık pâdişah değilse de onun lutuf ve ihsanı ile işbaşına getirilen pek çok ricâl-i devlet henüz işbaşındaydı. Devlet Hazinesinin başında bulunanlar iki dudağının arasından çıkacak birkaç kelime ile her şeyi yapmaya amâde idiler. Tek bir işaretiyle saraylarda özellikle Topkapı Sarayında bulunan Hazine'ye ait ne varsa tamamını Malaya Zırhlısına yüklemeye hazırdılar.

 

Ağabey'i Sultan 1. Abdülhamid Han ile beraber tarihin en bedbaht, muztarip ve mazlum-Makhûr pâdişahı...

 

Bavullarını hazırlatmış, yanına aileden kimleri alacağını kararlaştırmış, Pâdişah'ınn özel hazinesi demek olan "Hazine-i Hassâ'dan" bir şeyler almak-çekmek şöyle dursun, yanında bulunan baba hediyesi Elmaslı Sorgucu ve Som altın bir çekmece'yi makbuz karşılığında Hazine-i Hâssa'ya bırakmıştır.

 

Bir sürü maiyetiyle meçhûl bir aleme gitmeye hazırlanan büyük muztarip'in bütün mevcudu, sultanlık tahsisatından elinde kalan 50 bin Osmanlı kaimesinden ibaretti; Ve Alay'ı andıran bir maiyetle gurbet illerine bu hiçin hiç bir meğlağla göçmüştür.

 

Allahım! Ne büyük bir asâlet ve necâbet!...

 

80 küsûr senedir, Matbuat'da, yazılan kitaplarda, okullarda ve okul kitaplarında "hâin pâdişah, memleketi soyup soğana benzettikten sonra Memleketimizden kaçmıştır." gibi şen'î iftira ve bühtan ile hayasızca saldırdığımız insan işte böye bir insandı, Asîl ve necip bir ailenin mümtaz bir ferdi.

 

Memleketi nasıl soyup soğana benzetmiş ki, dünya tarihinde; Naaşına, Taputuna haciz koydurulan ilk Hanedan mensubu olarak tarihe geçmiştir. Saltanat'ın ilgasından sonra bir müddet devam ettirilen Hilâfet'in başına getirilen, yalnız Halife ilân edilen zayıf karakterli Abdülmecid Efendi yeni rejime yaranmak için Sutan Vahidüddin ve genellikle saltanat hakkında ileri geri konuşmuşsa da Hilâfet'in lağvini önleyememiştir. Hilâfetin lağvi üzerine Abdülmecid Efendi de bütün Hanedân  azasıyla birlikte Türkiye'den çıkarılıp Avrupa yolunu tutunca Vahidüddin'in İstanbul'u terki sırasında İstanbul'da kendisine emânet ettiği kadın efendiler vesâir yakınları da hep birden İtalya'da Vahidüddin'in tepesine üşüştüler. Bunun üzerine Vahidüddin, daha küçük ve az masraflı küçük villâyı bırakıp (Villâ Manyoli) isimli kasrı kiralamak zorunda kalmıştı.

 

Kadın efendilerden saraylı'lara, baş mâbeyinciden baş doktora, Yaver, musâhip, kâtip, esvapçıbaşık, ibrikçibaşı, berberbaşı ve daha kimlere dek saray kadrosu tastamam... Villâ Manyoli) ve aynı koru içinde küçük köşkün 40 küsûr odasını işgal eden bu kalabalığa padişahın o mahdut miktardaki parası ne kadar müddet yetebilirdi ki?

 

Devrin İtalya Kralı, prensliğinde Çanakkale'deki Trova harabelerini ziyaret ettiği vakit kendilerine Mihmandar şehzâde olarak refakat eden Vahidüddin'e müthiş bir cest'de bulunur, temsilcilerinden birisini gönderip "Halife, dilediği yerde, dilediği şato ve konağı seçmekte serbest olduğu ve bütün hizmet kadrosuyla beraber her türlü masrafın kral tarafından karşılanacağı ricasını iletir.

 

Türklerin padişahı ve Müslümanların Halifesi, Kral'a şu ulvî mukabelede bulunur:

 

- Haşmetlû Kral Hazretlerine şükranlarımı arzediniz! Gösterdikleri incelik ve civanmertliğin hayranıyım! Fakat taşıdığım "Müslümanların Halifesi unvanı böyle bir yardımı kabul etmeme mânidir!... diyerek yardım ricasını nazik bir dille reddediyor...

 

Sene 1926 Mayıs ayı, Sultan Vahidüddin Villâ Manyoli'nin alt katındaki küçük bir odada artık itikâfa girmiş bir derviş gibidir.

 

Sağlık bakımından ve moralca bitkin, çökük, düşkün...

 

Özel Doktor'u Prf. (Fâva) kendilerine fazla sigara içmemesini, sık sık aldığı aspirinleri almamasını kaçıncı def'a olarak ihtar eder.

 

- Doktor, Benim tek keyfim sigara!... derime kemiğime kanıma işlemiş bir alışkanlığım... Onu bırakırsam ne yaparım?

 

Doktor, Majesteleri! Hiç olmazsa azaltınız, hayatınız tehlikeye girebilir. Aspirin tiryakiliğini de bırakınız! Zayıflamış olan kalbiniz için çok zararlıdır.

 

Aldırmıyor,

 

Arada sırada vasiyet meâlinde sözler:

 

Ölürsem beni Şam'da Selâhaddin-i Eyyûbî türbesine gömsünler!..

 

- Sakın cenazemi sâlip ülkelerinde süründürmesinler!...

 

- Aman; Başımdan Kur'ân ve İslâm ölçülerini eksik etmesinler!...

 

Bir Akdeniz Ülkesi olan İtalya'da şimşek, gökgürültüsü, şiddetli sağnak...

 

Son Osmanlı Pâdişah'ı ve Müslümanların Halifesi 6. Mehmed Vahidüddîn çileli-Mihnetli ömrünü tamamlamış, ruhunu teslim etmiştir.

 

Villâ Manyoli'de sanki kıyâmet kopmuştur. Villâ Manyoli'dekiler, küçük köşktekiler, kadın efendiler, prensler tüm Hanedan âzaları feryad-u Figân... Halife'nin cesedi tahnit ediliyor (ilaçlanıyor) ve yeğeni Prens Sami tarafından yaptırılan Som cevizden bir tabuta yerleştiriliyor.

 

Tabut'un üzerinde:

 

"Müslümanların Halifesi ve Türklerin Hâkanı, Altıncı Sultan Mehmed Hân Hazretleri"

 

Ve işte tam bu esnada rezaletlerin en büyüğü kopuyor:

 

Villâ Manyoli alacaklısı bakkal, kasap manav ve saire esnaf hep birden ayaklanıp, Müslümanların Halifesi Türklerin Hakânı Altıncı Mehmed Han'ın tabutuna haciz koyduruyorlar.

 

Böyle ibretlerle dolu bir vak'a dünya tarihinde ilk def'a olmaktadır.

 

Bir Pâdişah cesedi tabutuyla beraber haciz altındadır ve toprağa kavuşma hakkına malik değildir.

 

Vahidüddin'in tabutu Villâ Manyoli'nin mermer kaplı avlusunda ve ziyaretlere açık bir katafalk eşyası şeklinde günlerce bekletiliyor; Ve ancak Mısır, Suriye ve Irak'dan gelen yardımlarla borçlar ödeniyor, tabut ve cesed kurtarılıp serbest hale getiriliyor.

 

Vahidüddin'in, parasını ve kıymetli evrakını muhafaza ettiği çekmece açılınca meydana çıkan manzara korkunç, esef verici!...

 

17 tane altın lira çeyreği, taşları sökülmüş "Hanedân-ı Âl-i Osman' nişanı, yâni dört ve dörtde bir altınla dişsiz bir ağıza benzer bir nişan...

 

Sultan Vahidüddin'in cenazesi Şam'a götürüldü, hükûmetçe benimsenen orta halli bir merasimle, Merhum'un vasiyetine rağmen, Selâhaddin-i Eyyubî türbesinde yer olmadığı için Sultan Selim Cami'i Haziresinde defnedildi...

 

İşte gerçekler!...

 

Tarihin gerçek yüzüyle ne zaman yüzleşeceğiz!...