Yıl 1981 ...Akademi’de öğrenciyim. Sanat Tarihi sınavında, Kanatlı Aslan figürünün özel adını bilemedim. Acıyın macıyın... duyan olmadı.

Tak... 3 ay beklemeye kaldım. Sağolsun Zürih’te yaşayan ağabeyim yanına çağırdı. O zamanlar THY öğrenci bilet fiyatı yarı yarıya, kendimi İsviçre’de buldum.

İlk kez yurtdışında hayatın akışının İstanbul’dan farklı robot gibi olabilmesine de böylelikle tanık oldum. İnsanlar iş saatlerinde ortalıkta fazla dolaşmıyor, parklar neredeyse kuğu ve ördeklere teslim, şehrin merkezinde ise çok planlı bir akış var. Herşey öyle bir sistematik tıkırında ki insan ortalıkta aylak dolaşmaktan utanıyor.

Haftasonları ise trafik oluşuyor o da bir iki kilometre ve çabucak açılıyor. Şehri terkedip kayağa ve dağa dinlenmeye çekiliyorlar. Zürih İstanbul gibi büyük şehir ama yaşantıdaki sistem çok iyi çözülmüş. O tarihlerde ben -Iııyyy şu İsviçre’liler ne robot ve duygusuz insanlar derdim ve cennet vatanımda elimde T cetveli okuluma otobüslerle 2 saat giderim ama yurdumun insanı yahu, kurban olayım diye diye burada 3 ay gezdim.

1990 da Londra’da farklı milletlerden karılmış insanların o hızlı yaşam döngündeki muhteşem sistemini gözlemledim. Düşeni yerden kaldıracak vakitleri yok. Ortak nokta; Suratlar yine ruhsuz...

Sonra büyüdüm büyüdüm Amerika’ya gittim. Newyork tıpkı Batman filmindeki Gotham City...Binaların tepesi görünmüyor şehir sizi yutuyor ve her detayında bir olay yaşanıyor. İşler daha da farklı. İnsanlar hızlandırılmış devirde sürekli hareket halinde. Non-Stop koşan bir yerlere yetişen şık beyler ve bayanlar ellerinde ya kahve karton bardağı ya da kağıt bir pakette kurabiye...Arabada traş olan beyler alışılmış kareler halinde...Takvimler 1991 i gösteriyor.

Philadelpia’da farklı olarak soğuk havada dışarıda dolaşan evsizler sırtlarına yorgan bağlayarak, sıcak su buharı atan menfezlerin yanında kışı ölmeden geçirmeye çalışıyor.

Aralık 2012 yer İstanbul...

İçinde bulunduğum otobüs Barbaros Yokuşunda tıslaya tıslaya hareket etmeye çalışıyor. Şöför uyumamak için sürekli gözlerine aerobikvari hareketler attırıyor. Son dakikada durmak zorundaymış gibi kısa alanda frene sonuna kadar basıyor. Sonra aynadan içeriyi dikizliyor rahatsız olan varsa ruhuna bir fiske atacak...Ama nafile otobüste sağım solum önüm arkam gaz atılmış gibi uyumaya başladı. Artık herkes herşeyden vazgeçmiş...

Ne işini, ne okulunu, ne evini, ne karısını, ne kocasını, ne de çocuğunu umursayan var...Gözler (+) konumda. Teslim olmuşlar dünyaya. Çığır çığır türkü çalan bir cep telefonun sesinden bile ırgalanmıyorlar. Kasvet içime baygınlık, çaresizlik ise yüreğime, ok gibi saplandı ...Saldım kendimi yokuşa...

Otobüsler, özel-ticari araçlar önümde rengarenk, Dicle Nehri gibi dingin...Beşiktaş’ın meydanında yine bir “Kepçe” karşılıyor beni. Yine heryer toz toprak...Yine inşaat...

Hani ben geçen hafta şikayetlerime son vermiştim. Ama nasıl olacak bu kadar yükle? Hele İstiklal’de tek nostaljik durağım İnci Profiterol’ün kapandığını düşününce...Dişlerimi sıkmaktan canım yanıyor...

İşte yıllar içinde aynı İstanbul Şehir Manzaraları...Seçimden seçime aynı program. Yok mu araya Necepli Maşrapa?

Oysa biz de işe gitmeye çalışan İsviçre’li, Amerika’lı, İtalyan, Alman vatandaş gibiyiz. Bizim ne eksiğimiz var? Elimizde Amerikan kahvesi biz de koşturuyoruz. Ama bu eziyet ne? Bir trafik- bir inşaat-bir bunların getirdiği bıkkınlık ve tabii ki sonunda gelen bencillik “Dağ Başını Duman Almış” al tekke ver külah...

Hani benim canım duygudolu vatanım? Biz de robotlaştık ama sistem onlarınkine uymadı. Dışarıya çıkmanın bedelini de niye bu kadar ağır ödemek zorunda bırakılıyoruz. Haftasonu oldu mu niye biz de burnumuzun dibindeki dağlara çıkıp ikigün dinlenip sonra dolu dolu bir enerjiyle, haftaya başlayamıyoruz? Bi çıkın mazallah köprülere varmak saatler alıyor. Sonra da ölen hücrelerini yakala yakalayabilirsen...

Seçimler sizin olsun yine alın...yeter ki bozmayın eski yolları hanları hamamları. Yeter yıldı artık bu millet. Güzelleşmesin Dönüşmesin bir şeye. Dönüşü olmayan bir yola sokmayın şehrimizi...İstanbul zaten altında yatan o muhteşem tarihiyle çok güzel. Güzellik anlayışı nasıl da çarptırtıldı.

Nerede benim mimarım- mühendisim- şehir planlamacım?

Nerede benim gençliğimin İstanbul’u? Bul-an var mı?