Bugünlerde hızla artan enflasyona, Merkez Bankası çareler arasa da, bu çareler enflasyonu düzelteyim derken, başka verileri bozmaktan öte gidemiyor.
Temmuz ayında TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamları, hedeflenenin çok üzerinde. Yıllık enflasyon %8,88’e yükselmiş.
Enflasyonun daha fazla ilerlememesi için Merkez Bankası da birkaç eylemde bulunmak durumunda kalıyor. Tabii ki herkesin bildiği gibi olumsuz verileri düzeltebilmek için, satışları ve kazancı artırmanın dışında ne yapılırsa yapılsın, biri düzeltilirken diğer veriler malesef bozuluyor.
Bu düzenlemelerin biri kredi fazilerini yükseltmek. Bu sayede yurtdışından yabancı kaynak bulmak da kolaylaşıyor. Ama asıl hedeflenen ve istenen faiz oranlarının yükselmesi sonucu, üreticilerin maliyetlerinin yükselmesi, tüketicilerinde iç talebi  canlandıracak harcamaları yapamaması, yani alım gücü sınırlandırılması sağlanıyor. Yine aynı şekilde döviz artışlarıda sağlanarak, üretim maliyetleri yükseltiliyor ve yine iç talep daralıyor.
Bu iki operasyonunda asıl sıkıntısı şu; üretimin azalması gelecek dönemde cari açığın daha fazla yükselmesine sebep olmaktadır. Aynı zamanda büyüme oranlarının da düşmesine ve yine yaşam standartlarının, refahın da düşmesine, yani temelde işsizliğin artmasına neden olmaktadır.
Sunulan arz’a, işsizlik sebebiyle talep gelemediği içinde ürün fiyatlarının düşmesi, buna bağlı olarak enflasyon oranlarının düşmesi hedeflenmektedir.
Temel’ine baktığımız zaman bu politika, Avrupa Birliği’nin uyguladığı bir politikadır. Avrupa’da enflasyonun yükselmesi hükümetlere ciddi eksiler yazar bu sebeple, enflasyonun düşük kalması çok önemlidir. ABD’de ise, hükümetler için enflasyon rakamlarının yanı sıra işsizlik oranları daha fazla önem arzeder. Her iki piyasada kendi sıkıntılarına odaklandığından, enflasyona ya da işsizliğe uygun politikalar geliştirmişler ve ona odaklanmışlardır. Mantık olarak da, diğer uygulamaları anlamakta zorluk çekerler ve çoğu zaman anlamazlar.
Milattan önce 106 – 43 yıllarında yaşamış olan Cicero “Siz doğmadan önce olanlardan habersiz olmak, daima çocuk olarak kalmak demektir” demiş. Yıllar yıllar sonra, Harvardlı bir profesör “Geçmişi hatırlamayanlar onu tekrar etmeye mahkumdur” demişti.
Bu vecizelere atıfta bulunmuşken, geçmiş dönemlerin uygulamalarını hatırladığımızda; ekonomik politikalarımız, belirli bir veriyi düzeltmek değilde, imkanlar dahilinde müdahele etmeden, piyasaların hayatlarına devam etmesi sağlanmaktaydı. İhracat verilerimizin istenilen düzeyde olmaması, çoğu zaman ekonomik verilerimizin de, doğru orantılı olarak olumsuz çıkmasına sebep olmaktaydı. Ne Avrupa ile ne de ABD ekonomik politikaları ile herhangibir benzerliği görebilmeniz çok mümkün olmamaktaydı.
Bugün, Avrupa Birliği yolunda istenmemize ve alınmayacağımız her kesimce açık ve net olarak dillendirmesine rağmen, Avrupa Birliği politikalarını uyguluyor olmamızı da ayrıca sorgulamamız gerekir. Avrupa Birliği’nin belirlediği sınırlar çerçevesinde üretim faaliyetlerimizi belirlemek ve daha sonra da verileri düzeltmeye çalışmak yani özgürce hareket edememek, piyasalarımızın da özgürlüklerini kazanamamasına yol açkmaktadır.