ZİKR-İ  HAFÎ’NİN  KUR’ÂN-I  KERİM’DEKİ  EN  BÜYÜK  DELİLİ!...

“  Kendi  nesinde( kendi  içiinde,  kendi  kendine), yalvararak( tazarru’  içinde) ürpererek(korkarak)  yüksek  sesli(  sesli  olmadan)  sabah  akşam  Rabbi’ni  zikret.  Gafillerden  olma. “ ( A’raf / 7 /205)

“ Âyet-i  Kerime’deki  şartlar  ve  kayıd’lar  hüve,  hüve, Zikr-i  Hafî, Tarîkat-i  Nakşibendiyye-i  aliyye’nin  ta’rifidir; Onun  içindir ki, bu  Yolun   Pîrânı,  Silsile-i   Saâdât-  Silsile-i  Zeheb’in  Kutbu’l- Aktâb  ve  kutubları, “ Biz,( Zikr-i   Hafî  Yolu’nun  salikleri,  müntesipleri  daha  başlangıçtan,  diğer  yolların  nihayetini  derc  ederiz.”  Buyurmuşlardır.

Âyet-i  Kerime’de  Cenab-ı  Hakk, Peygamber’ine  ve  onun  şahsında ümmetiunin  mü’minlerine zikretmeyi  emr  ederken,  ba’zı  kayıd  ve  şartlar  koymuştur; Şöyleki,

1)      Rabbi’ni  nefsinde( içinden)  zikret. Allah’ı  nefsinden  zikret  demek,  lisanıyla  söylediği  zikirlerin  ma’na’larını  bilmesi, kalbinde  ruhunda, Kemâl, İzzet, Ulüvviyyet, Celâl ve  Azemet  sıfatlarını  hatırlaması  ve  hazır  etmesidir.Lisan  ile  yapılan  zikir,  kalbî  zikirden  ârî  ise,  bu  zikr’in  o  kimseye  hiçbir  faydası  yoktur.Fukahâ’nın  ittifakıyla,  “ aldım,  sattım,”  kelimeleri  ne  demek  ve  bunlar  ifade  edildiğinde  herhangi  bir  şey  anlamayan  birisi, “ aldım,  sattım,”  dese  bile,  alım,satım  anlaşması  gerçekleşmez.Burada  bir  başka  letafet, ( incelik  ve  zarâfet)  de  Cenab-ı  Hakk’ın, “ Vezkür, İlâheke,”  değil  de, “ Vezkür, Rabbeke,”  buyurmasıdır.Bu  makamı, “ İlâheke  veya  diğer İsimlerinden  birisiyle  değil  de, “ Rabbeke,” ismiyle  isimlendirmesi  ve  bunuda  Zâtı’na  izafe  buyurması, rahmetinin, fazl-u  İhsanı’nın ve  Allah’a  yakınlığın  nihayetine  delalet  eder. Kul  “ Rab,”  ism-i  Celili’ni  duyduğunda,  çok  heyecanlanır  ve  geniş  bir  ferahlık  duyar. “ Rab,”  İsmi  Celili,      kişiye  terbiye  ve  fazileti   anlatır  ve Allah’ın  sayısız  ni’metlerini  hatırlar  ve  Allah’ın  rahmetine  olan  recası( ümidi)  ziyadeleşir. “Tazarru’  ve  Havf,” kalbinde  büyümeye  başlar  ve  böylece, kalb’de,   reca( ümid)  ve Havf( korku’) nun  mûcibâtı  hasıl  olur,ki, bu  da  imanın  kemaline  dellet  eder...

2)      Zikir’de  Tazarru’nun( Tevazu’  ve  hiçliğin)  husulüdür; “ De ki: Karanın  ve  denizin  karanlıklarından(  tehlike’lerdinden ) sizi  kim  kurtarır ki? ( o zaman) O’na  gizli  gizli  yalvararak,” Eğer  bizi  bundan  kurtarırsan  and  olsun  şükredenlerden  olacağız,”  diye,  du’a  edersiniz. “ ( En’âm/9/ 63)

Diğer  taraftan  insan  halinin  kemali,  iki  hususun  tamamen  inkişafı  ile  hasıl  olur. Rubûbiyyetin  izzet  ve  şerifi, Ubudiyyetin  zileti  ve  hakaretiyle,  İzzet-i  Rubûbiyyet,  “Vezkür, Rabbeke  fî’nefsike,”   ile, Zillet-i  Ubudiyyet  ise,”Tazrruan,” ile  tamamlanır

3)       Korkarak;  Kulluk ( Abdiyyet  ve  ubudiyyit)  vazifesini  ifa  ederken, kusurlarından, âkibetinin  nasıl  sonuçlanacağı, ehl-i  Tahkik  hep  geçmişteki  yaptıklarından  korkar, çünkü  bilirler ki, “ nasıl  yaşamış  isen,  âkibetin  de  ööyle  olur, korkusu.. Allah’ın  sayısız  ve  sınırsız  ni’metlerine  karşı  noksan  ibadet  ve  taat  ile  kusurlu  zikir  korkusu...  Şeyh  Ebû  Bekr  el- Vâsıtî, şükür,  bir  nev’i  şirk’tir, ve bunu  bana  soracaksınız,  2Derim ki, Allah  bilir,  ama, Her  kim, Allah’ın  muhtelif  cihetlerden  İhsanı’nı  şükrüyle  karşılayan  kimse, şirk  koşmuş  olur. Bu  takdirde,  sanki,  kul, Allahım! “Senden  ni’met  benden  şükür,”  demiş  oluyorki,  böylesi ,  şirk’tir.   Ama,  kul,  kusur  korkusuyla,  zillet, hakaret   ve  tevâzu’nu,   i’tiraf   ederse,  ubudiyyet   kokusunu   kemaliyle   hisseder. Hîfe= gizlilik,mübtedî’ler, ( henüz  başlangıçta  olanlar  için) ibadet  ve  zikirlerini  riya  ve  süm’a’den( görsünler,  duysunlardan)  korumalarıdır.Belli  bir  mertebeye  ulaşanlar  için  ise gayretin  neş’et  etmesidir.Muhabbet  kemale  erdiğinde  gayrete  mucip  olur, gayretle  meşguliyyet  kemale  erdiğinde  de  fena  hasıl  olur ki,  işte  bu  da  zikirde ihfa( gizlilikle)  hasıl  olur..Nitekim, Peygamber’imiz,  salla’llâhu  aleyhi  ve  selem: “ Kim  Allah’ı  bütün  lisanıyla bilirse,”  buyurmuştur.

4)      “ Ve  Dûne’l- cehri  mine’l-kavl,”  (sözde  açıktan  olmaksızın)  bundan  murad,  zikr’in  açıkla  gizlilik  arasında  bir  vasatta  olmasıdır. Zira, Cenab-ı  Hakk,”z Namazında  yüksek  sesle  okuma; onda  sesini  fazla  da  kısma ;  ikisinin  arası  bir  yol  tut,” ( İsrâ/17/110) “ “Hani, o,( Zekeriyye  aleyhisselâm)  gizli  bir  sesle  Rabbine nida(  niyaz)  etmişti.” ( Meryem/19/ 3)   İbn-i  Abbas  radiya’llâhu  anhümâ  “ Ve Dûne’l- cehri  mine’l- kavl,”  cümlelerinin  tefsirinde, 2 Allah’ı  ancak  kendi  duyabileceği  kadar  zikretmesidir.Bundan  maksad  da, Dil  ile  zikrin  husulüdür,  Dil  ile  zikir  kendi  nefsi  işitecek  kadar  olursa  hayaline  te’sir  eder,  hayale  te’sir  ise Zikr-i  Kalbî’nin  kuvetlenmesine  vesiyle  olur.

5)      “ Bi’lgudüvvi  ve’l-âsâl,” (  sabah  ve  akşam) Sabah  ve  akşam’da  zikrin  hikmeti, Sabah  vaktinde  insan  uykudan  uyanıklığıa, ölüm  gibi  olan  uykudan, hayat  gibi  olan  uyanıklığa  inkılap  ediyor,  alem,  tabi’i  yokluk  demek  olan  zulmetten( karanlıktan)  tabi’î  varlık  demek  olan  nura( ışığa(  inkılap  ediyor,   gece  vakti   ise,   tam  tersine,  insan  hayattan  ölüme,  alem, halis  nurdan (  ışıktan)  halis  bir  zulmete(  karanlığa)  inkılap  ediyor. Bu  iki  vakitteki  değişiklik, nurdan  zulmete,  zulmetten  nura  olan  bu  garip  ve  acÎb  tağyir,  ancak, nihayetsiz,  kudret  ve  hikmet  sahibi  Allah’ın  takdiri  ile  olur.Bu  acîb  ve  garib  hikmete binaen, Cenab-ı  Hakk  bu  iki  vakitte  zikri  emretmiştir.Ba’zı  alimler  bu  iki  vaktin  zikredilmesi  imkanlar  dahilinde  günün  ve  gecenin  her  vaktinde  zikre devam  edilmesi  demektir. İbn-i  Abbas  radiya’lâhu  anh  ise, “ Onlar  ayakta  dururken,  otururken,  yanları  üzerine  yatarken(  her  vakit) Allah’ı  zikrederler. Göklerin  ve  yerin  yaratılışı  hakkında da  derin derin,  düşünürler ( ve  şöyle  derler) Rabbimiz!  Sen  bunu  boşuna  yaratmadın. Seni  tesbih  ederiz,  bizi  cehennem  azabından  koru! “ ( Âli-İmran 3/191)  İnsan  oğlu  için  bu  üç    halden  başka, bir  dördüncü  hal  daha  olsaydı, Allah  o  halde  de  zikri  emredecekti.  Bu  âyetlrle, Cenab-ı  Hakk  ne  hal  üzere  olunursa  olunsun,  herdaim  zikri  emretmiştir.

6)      “ Vela  tekün  mine’l- gafilîn,” (  sakın  gafillerden  olma!)  bundan  bir  önceki  kayıd  da  her  vakitte  zikrin  vacip  olduğu  emr’edilirken,  bu  kayıd  da, Zikr-i  Kalbî’nin  daim  olması  beşeri  takatinin(  gücünün)  yettiği  kadar Allah’ın  Celâl  ve  Kibriya  sıfatlarını  bin  an  bile  hatırdan  çıkarmaması  demektir. Ruh  ile  beden  arasında   garib  bir  alaka  vardır; Ruhta  bir  iz meydana  gelirse,  o  izin  eseri  bedende  de  görülür.  Beden’de  hasıl  olan  bir iz,  eserin  neticeleri  de  ruha  yükselir. Görmelisin  ki, insan  her  ne  zaman  ekşi  ve  mayhoş  bir  şeyi  hayal  etse  dişleri  kamaşır,  ağızı  ekşir  ve  kekrer,  ve  ne  zaman  da  kendisi  için  çok  kötü  bir  hal  hayal  etse,  öfkelenir, vücudunu  ateş  basar.  Bunlar  da  ruhtan  bedene  inen  eserler,izlerdir. Bir  insan,  her  hangi  bir  işe  devam  etse, tekrar  tekrar ,  def’alarca  tekrarlasa  Cevheri nefiste  kuvetli  bir  meleke  hasıl  olur, bedenden  nefse  yükselen  izler  ve  eserlerdir, Kendi  nefsinin  işiteceği  kadar  lisanî  zikirden  hayalde  bir  iz,  eser  husule  gelir,  sonra  bu  hayalî  eser,  Cevher-i  Ruhun  nurunu  ve  cilasını  artırır,  sonra  da  ba’zıları,  diğer  ba’zılarını, Cevher-i  Nefis,  Cevheri  ruhu,  Cevher-i  Ruh,  Cevheri  nefsi,  takviye  eder,  kemale  ulaştırır. Bu  vadide Nefsi  natıkalarının  isti’dadına  göre, arifler,  derece  derece,  mertebe  mertebe, bu  nihayetsiz  yolda  yürümeye , sahili  olmayan  umman’da  yüzmeye  devam  ederler....